Bölgede zorba rejimlerin ve İktidarların şakşakçılarının arkasına sığındığı birkaç tez veya argüman var. Fitne, yabancı parmağı ve ulu’l emr. Bazı selefiler ve kimi sufiler, ‘ulu’l emr’ meselesini yanlış bağlamda değerlendiriyorlar. ‘Minkum/sizden’ bağlamını kayda almıyorlar. Genellikle fitnenin arkasına sığınarak değişime karşı çıkanların yedek argümanlarından birisi ulu’l emr kavramıdır. Saray uleması veya saltanat ulemasının temel tezlerinden birisidir. Ulusalcılar veya onların feleğinde deveran edenler ise, değişimin arkasında sürekli olarak yabancı parmağı arıyorlar. Halbuki, Amerikalılar bile olan biten karşısında şaşkın. Afallamış bulunuyorlar. ABD’de kimi çevreler İslami kesimleri önce sosyolojik olarak dönüştürmek istiyorlar. Zaten Ferid Zekeriya daha önce yazmış olduğu makalelerinde İslam aleminin tabanının ve kitlelerin liberal olarak dönüştürülmedikçe siyasi dönüştürmelerin anlamsız olacağını ileri sürmekteydi. Bu noktada siyasi değişimin frenine basmışlar ve müstebit rejimlere geri dönmüşlerdi.
Onlara göre, kitleleri liberalizmin etkisini sokmadan siyasi olarak fırsat eşitliğine gitmek İslamcıların önünü açacaktı. Elbette bunun istisnaları da var. Bazen Amerikalılar İslam alemini siyasi elit üzerinden de dönüştürebiliyorlar. Bunun içimizde ve dışımızda örnekleri bol.
Esasında, bu tartışma Cemaleddin Afgani ile Muhammed Abduh arasındaki diyalektiğe kadar geriye gider. Bilindiği gibi, Cemaleddin Afgani aynen Bush gibi yukarıdan inme (topdawn) yöntemlerle yani siyasi ve üst yapıyı değiştirerek İslam alemine nizamat verme gereğine inanmıştır. Bunun üzerine Muhammed Abduh derin değişim olmadan yüzey değişimin pek bir işe yaramayacağını söylemiştir. Binaenaleyh Bush’un siyasi mezhebiyle Cemaleddin Afgani’nin siyasi doktrini/mezhebi ( elbette ideolojileri değil) aynıdır. Buna mukabil, Muhammed Abduh ile Ferid Zekeriya’nın da siyasi mezhepleri benzerdir. Her ikisi de değişimin tavandan değil tabandan gelmesini ve siyasi ve üst yapı değişikliğinin sosyolojik ve altyapı değişikliğine dayanması gerektiğini savunmuşlardır.
*
İslam dünyasına yönelik Bush’un işgalci politikalarına destek veren meşhur şarkiyatçı Bernard Lewis, Arapların dönüşmeyeceğine veya dönüştürülemeyeceğine inanmış ‘kesin ve keskin inançlı’ tiplerden birisidir. Onların demokrasi karşısında iflah olmaz bir güruh oluğunu söylemekte ve bundan dolayı da Arap Devrimine veya baharına veya uyanışına burun kıvırmakta ve dudak bükmektedir. Onlara İbni Haldun gibi bedevi nazarıyla bakar ve onların ancak güç üzerinden değiştirilebileceğini veya yönetilebileceğini söyler veya öngörür (Bu yönüyle İbni Haldun, Firdevsi ve Bernard Lewis arasında çapraz karşılaştırmalar yapılabilir).
Bernard Lewis, Arap toprağının demokrasi kabul etmeyecek bir yapıya sahip olduğunu düşünür. Arap toprağı demokrasi bitirmez. İstibdat üretir! Bundan dolayı liberalizmin derinleştiği Tunus gibi bir iki ülkeyi istisna tutarak Arap bölgesine demokrasinin gelemeyeceğini savunur. Bunların, dipten ve derinden dönüştürmeye mukabil karşı teklifleri veya tezleri, doğrudan işgaldir. Kabaca, Arapları demokrasiyle değil sopayla yönetmek veya hizaya getirmek!
ABD devrimlere hazırlıksız yakalanmıştır. Bunu söyleyenlerden birisi de Ferid Zekeriya’dır. Son makalelerinden birisini buna ayırmış ve CIA ve Pentagon tepelerindeki değişimi biraz da buna yormuş ve bağlamıştır.
David Ignatius, The Washington Post gazetesinde ‘Tom Donilon’s Arab Spring challenge’ başlıklı yazısında Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un da Arap Baharını anlayamadığını ve kafasının karışık olduğunu yazmıştır (The Washington Post, 27 Nisan 2011). Seküler birisi olmasına rağmen Humuslu Burhan Galyon bile Suriye’deki baharı ve değişimi ‘mucize’ olarak tanımlamıştır.
Anlaşılamaması da mucize olmasının bir başka karine veya delilidir. Kimi İslami kesimler Arap baharına teşhis koymakta zorlanmaktadır. Sebebi, ABD’nin sosyolojik değişimle ilgilenmesini siyasi değişimi tetiklediği şeklinde algılamalarıdır. Bu algı, elbette yanlıştır. Sapla saman birbirine karıştırılmaktadır. Elbette ki Arap devriminden sonra sıra siyasi ve ideolojik mücadeleye gelecektir.
ABD değişime hazırlıksız yakalanmışsa, İslami kesimler de hazırlıksız yakalanmıştır. Ve devrimler emrivaki olarak karşımıza çıkmıştır. Ulusalcılar ise kolaycılığa dümen kıvırarak devrime kara çalma cihetine gitmişlerdir. Birincisi, Amerikalılar gibi değişimi kavrayamamışlardır. İkincisi, değişim işlerine gelmemiştir. Zira tarihin deliğine süpürülmeleri anlamına gelmektedir. Bu onların arkaik ve köhne rejimlerle birlikte son çırpınışlarıdır. Asıl mücadele devrimden sonra, devrimin yönü ve istikameti üzerinde yoğunlaşacaktır. Burada mübareze sahası, İslamcılarla liberaller veya Amerikan dalgaları arasında olacaktır. Küreselleşme mücadelesi İslamcılar ile ABD arasında geçecektir. Bu mücadele her boyutta olacaktır. Sosyal, siyasi ve medeniyet boyutlu.
İttihatçı artığı ulusalcı rejimler artık can çekişerek aradan ve sahadan çekiliyor ve eski tabirle terk-i mevkii ediyorlar. Sıra, İslamcılarla ABD arasında gelecek yüzyılı şekillendirme mücadelesine ve kapışmasına geliyor. Bu mücadeleyi eninde sonunda İslami kesimler kazanacaktır. Benim şüphem yok.