Arap Baharının yaşandığı ve başarılı olduğu ülkelerde diktatörler gitti ancak geride temel bazı problemler kaldı. Tortular hala çözüm bekliyor. Bu temel tortulardan birisi ordunun konumu ve rolü ile laiklik meselesidir. Hem Tunus hem de Mısır’da ordu laik çizgiyi temsil ediyor ve laiklik aşılmaması gereken kırmızı çizgi olarak algılanıyor. İki ordu da dolaylı olarak halka laiklik mesajı ve laikliğin bekçileri oldukları mesajını iletiyor. Mısır ordunun gölgesinde Camp David anlaşmasına çarpı işareti çekemezken geçici dönemi de uzattıkça uzatıyor. Sabırlar taşıyor ve sinirler yeniden geriliyor. Bu da devrimle birlikte başlayan ordu ile devrimciler arasındaki zımni mutabakat ve anlayışın zeminini aşındırıyor. Hatta Mübarek ile alakalı olarak yapılan gösteriler bir süre sonra ordu aleyhine döneceğe benzer.
Bazı İhvan mensupları ve vekilleri de ordunun tutumuna tepkili ve bu gidişle artçı bir devrimin hatta topyekün bir devrimin kapıda ve kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar. Böylece İhvan ile ordu arasında balayı dönemi de sona eriyor. Zira ordu bir zamanlar Türk ordusu için geçerli olduğu gibi demokrasi veya halk iradesi üzerine vesayet idaresi kurmak istiyor. Halkı reşit olarak görmüyor. Diktatörler gidince onlardan kalan boşluğu doldurmak niyetinde. Hem laiklik hem de otorite ile. Bu da devrimle ve devrimcilerle ordunun yollarını ayırıyor.
Türkiye’de AKP, 12 Eylül anayasasından kurtulmaya ve yeni bir anayasa hazırlamaya çalışırken Mısır ordusu da Türk ordusunun modelini kopyalamaya çalışıyor ve 12 Eylül anayasasını inceliyor ve çevirisini yaptırıyor. 12 Eylül anayasasından mülhem hazırlıklar yapıyor. Söz konusu anayasa veya yaklaşım bizde demode olsa da onlar için hala yeni ve taze. Demokrasi üzerine vesayet rejimi sadece Türkiye ile sınırlı olmayıp Suharto döneminde Endonezya ordusu da sadece sınırları beklemekle kalmıyor aynı zamanda totaliter rejimin de bekçiliğini yapıyordu. Hem dış sınırların hem de ideolojik sınırların bekçiliğini yapıyordu. Çift şapka taşıyordu.
*
Mısır’dan sonra Tunus’da da çift hörgüçlü veya tezat Türk modelleri birbiriyle çarpışıyor. Bin Ali’ye istihlaf edeceğine, yerine geçeceğine ve yeni cumhurbaşkanı olacağına dair kuvvetli emareler ve işaretler olan Tunuslu sosyalist siyasetçi Necip Şabi devrimle birlikte İslami kesimlerin İslam’ın sözcüsü, hamisi kesildiklerini; halbuki Tunus’un yüzyıllardır Müslüman olduğunu ve dini öğrenmek için vekillere veya İslamcılara ihtiyacı olmadığını savunuyor. Necip Şabi din üzerine kimsenin vesayetini kabul etmeyeceklerini ve kimsenin de din adına bezirganlık yapamayacağını savunuyor. Din adına insanların kümelenmesine ihtiyaç olmadığını savunuyor ve kimsenin din adına hükmetmesine de izin vermeyeceklerini söylüyor. Geçmişte Gannuşi ve Nahda’nın çileli günlerinde kendileriyle dayanışma ve duygudaşlık içinde olduklarını ama gelinen noktada Nahda’nın siyasi yaklaşımını reddettiklerini ifade etmektedir. İlerici Sosyalist Parti’nin dinin siyasi konulara alet edilmesine sıcak bakmadığını da hatırlatmaktadır. Sanki CHP’nin Tunus versiyonu.
*
Lakin meselenin bam teli ve püf noktası daha başka. Ordunun yeni dönemdeki işlevi ve benimsediği rolle alakalı. Necip Şabi hiç gereği yokken Savunma Bakanı ile görüşmesini aktarırken adeta İslamcıları tehdit etmektedir. Yeni dönemde sivil cumhuriyeti koruma kollama noktasında ordunun müteyakkız olacağına dair bakandan söz ve taahhüt aldıklarını ifade etmiştir.
Yani Tunus ordusu bundan böyle devrimcileri değil sivil (laik) cumhuriyetin yani ideolojinin bekçiliğini yapacaktır. Nahda hareketine yakın kaynaklar ise Necip Şabi’nin ordu ile alakalı olarak bu sözlerinin esasında Türk ordusu modeline ve rolüne bir atıf olduğunu ifade ediyorlar ( http://www.alhiwar.net/Show News.php?Tnd=21926 ).
Arap Baharı’nda Türkiye birbirine zıt modelleriyle öne çıkıyor. Türkiye’nin zıt modelleri Arap Baharında birbiriyle çatışıyor. Gannuşi AKP’iy kendilerine model alırken Necip Şabi ise savunma bakanı ile birlikte Türk ordusunu model olmaktadır. Bu, bize tarihin derindiklerinde benzeri bir durumu hatırlatıyor. Nitekim, Moğollar Mısır kapılarına dayandıklarında ve karşılarına da Muzaffer Kutz ve Baybars gibi Türki unsurlar çıktığında bir Mısırlı şair şunları söylemekten kendini alamayacaktır:” Türkler öyle bir kavim ki, hem zehirleri hem de panzehirleri kendilerindendir …”