'Bir kitap okudum hayatım değişti' denir ya o hesap: Ben de bir makale okudum fikirlerim altüst oldu. Hemen söyliyeyim, makale, El Ahram gazetesi yazarlarından Dr. Hişam Hadidi'ye ait. İran ile ABD arasındaki inişli çıkışlı ilişkilerin bir özetini sunuyor. 'ABD ve İran: Gizli işbirliğinden açık cepheleşmeye' başlıklı yazısında (El-Ahram: 14 Mart 2007) bize iki ülke arasındaki inişli çıkışlı ilişkilerin mahiyetine ışık tutuyor. Prağmatik yaklaşımlar sonucu, iki devletin birçok ülkede taktik işbirliklerine gittiklerini hatırlatıyor. Bunların bir kısmından haberdarız zaten. Ama unuttuklarımız da var. Bunlardan birisi Bosna'da Sırplara karşı yapılan savaş sırasında yaşanmıştır. ABD ve İran işbirliği içinde Boşnak Müslümanlara yardımda bulunmuşlardır. Sonra bu yardım siyasi baskılar nedeniyle sekteye ve akamete uğramıştır. Buna siyasi ve ideolojik çerçeveli baskı da denebilir. Yani ideoloji prağmatizmin sınırlarını daraltmıştır. Kimi Amerikalı kesimler, İran ile ABD arasında bu türden bir ilişkinin kabul edilemez olduğunu savunmuşlar ve bu ilişki türü basın tarafından da afişe edilip sorgulananca sonu görünmüştür. Clinton belki de Oliver North gibilerin durumuna düşmek istememiştir. Bunun sonucunda Clinton yönetimi, Bosna'da işbirliği halinde açılan Devrim Muhafızları veya Kudüs Tugaylarının bürolarına kilit vurmak mecburiyetinde kalmıştır. ABD ve İran arasındaki bu taktik işbirliği ortamı ideolojinin duvarlarına çarparak geri tepmiştir. Ama burada işi bozanın daha ziyade Amerikan ideolojisi olduğunu görüyoruz. Prağmatizme dayalı ve tadında başlayan bu ilişkiler ideoloji acılığında sona ermiştir. Yazarımız Hişam Hadidi, Bosna'da Pasdaran borolarının kapatılması ile Erbil'deki Devrim Muhafızlarının veya Kudüs Tugaylarının irtibat bürosuna yapılan baskın ve buradan götürülen 5 istihbarat görevlisinin durumunun aynı olduğunu söylüyor. İki durumun birbirine benzediğini yazıyor. Yani Erbil'deki Büronun basılması ile Bağdat'taki bir konsolosluk yetkilisinin gün ortasında kaçırılması Irak'ta da aynı şeyin yaşanmakta olduğunu gösteriyor. Kısaca, iki ülke prağmatik nedenlerden dolayı birbirleriyle işbirliği yapıyorlar veya birbirlerini kullanıyorlar ama maksat hasıl olduktan sonra iki ülkenin de yolları ayrılıyor. 'Sepet koluna herkes kendi yoluna' çatallaşması yaşanıyor. Zira, iki ülkenin ideolojileri farklı. Arada veya uçurum derinilğinde muvasala temin edilemiyor. ABD prağmatizmi nedeniyle herkesle ilişki içine girebilir ama çekirdek ilişkileri yani stratejik ilişkileri ideolojik partnerleriyle kaimdir ve onlarla devam eder. 'Uluslararası ilişkilerde dostluk yoktur; sadece çıkarlar vardır' sözü prağmatizm felsefesini ve ona dayalı gelişen taktik ilişkilere işaret eder. Bu yüzden prağmatik nedenlerden dolayı İran veya ABD birbirlerinin ortağı olabilir ama bu ilişkiler stratejiik bir mahiyet ve dolayısıyla süreklilik kazanamaz. Vakıa da bunu ispat ediyor. Bu süreklilik ancak ideolojik birliktelikten husule gelebilir. Bu açıdan, ABD ile İsrail zaman zaman taktik ayrılıklara düşseler de ideolojik beraberlik ve bunun getirdiği stratajiik ortaklık taktik açıkları kapatmaktadır. Ama İran ile ABD ilişkilerinde durum hiçbir zaman böyle gelişmemiştir. ABD ve İran Bosna'daki bu birlikteliklerini veya Bosna halkına olan yardımlarını benzeri şekillerde yorulmamışlardır. ABD 11 Eylül'den sonra İslam dünyasına yönelik düşmanca eğilimler içinde olmadığını ispat için sürekli Bosna referansına atıfta bulunacaktır. İran da Irak'ta yayılan mezhep giriliminden ve Irak'lı Şiilerle ittifakının Sünnilere karşı olmadığını ispat için yine Bosna yardımını delil olarak göstermeye çalışmıştır. Kardavi ile Rafsancani'nin Cezire Kanal'ında konuşmaları da bunu göstermektedir.Tekrar Irak'a dönecek olursak: Gerçektende hem ABD hem de İran Saddam rejiminin devrilmesinde bir kez daha prağmatik yaklaşımlar sonucu taktik ortaklık içine girmişlerdir. 2003 yılında İran bunu stratejik hale getirmek için ABD ile bütün alanlarda masaya oturmak ve ilişkilerin geleceğini tayin etmek istemiştir. Bunun için pazarlık teklif etmiştir. Ancak Amerikan yönetimi ideolojik ayrılıklardan ve henüz gücünün zirvesinde olduğundan dolayı bu teklifi geri çevirmiştir. 10 Mart 2007 tarihinde Bağdat'ta yapılan bir günlük toplantıda ise İran delegesi çekilme karşılığında Irak'ta şiddetin dinmesi ve sukunetin sağlanması için yardım teklifinde bulunmuştur. Dolayısıyla 2003 ile 2007 arasında pazarlığın çıtası aşağıya inmiştir. İran'ın ABD ile taktik veya prağmatizme dayalı ortaklığına dair en çarpıcı veriler konunun uzmanlarından Prof. Kafih Efrazyabi'nin: İran nükleer programı: Gerçekler ve vehimler adlı kitapta verilerdir. Buna göre, ABD Kabil'i istila etmek ve işgal etmek için Afgan kabilelerin içine sızabilmek için İranlılardan yardım almıştır. Taraflar arasındaki koordinasyon Bağram Hava Üssü üzerinden sağlanmıştır (El Ahram: 14 Mart 2007). Prof. Kafih Efrazyabi'nin kitabındaki bu veriler daha önce Ebtahi ve Rafsancani gibilerin sözleriyle de teyid edilmişti. Rafsancani bazı Körfez ülkelerini turlaması sırasında , "İran olmasaydı ABD Irak ve Afganistan'ı zor ele geçirirdi' demiştir. Dolayısıyla tam da bu bağlamda Irak taktik ilişkiler içinde anlaşma ve ayrışma alanını oluşturuyor. Stalin ve Hitler arasında Polonya'nın anlaşma ve ayrışma alanını teşkil etmesi gibi. Prağmatizm iki ülkeyi taktik ilişkiler içine soksa da sonunda ideoloji aralarını açmaktadır. Prağmatizm ve taktik ilişkiler, ideolojik mesafenin aşılması için yeterli olmamaktadır. Prağmatizme dayalı taktik ilişkiler 'kazan kazan' formülüne dayalı olarak gelişirken; ideoloji üzerinden gittiklerinde, 'kaybet kaybet' formülüne dönüşebilmektedir. Dolayısıyla ABD ile İran arasındaki gelgit veya eski tabirle medcezir arasındaki ilişkilerin sonucunu bakış açısı belirliyor. Bu bakış açısının dayandığı bazı değerler var. İki ülke liderlerinin de sahip olduğu prağmatik anlayışlar veya esneklik, taktik ilişkileri beraberinde getiriyor. Buna mukabil, sahip oldukları farklı ideolojiler de düşmanlığı beraberinde getirmektedir. Bundan dolayı aralarında, taktik işbirliğinden stratejik kapışmaya, prağmatik beraberlikten de ideolojik düşmanlığa uzanan bir köprü var.İran'da genel olarak üç akım var. Bunlardan birisi ideolojik akımdır. Son olarak bu akımı veya çizgiyi eski başbakanlardan Mir Hüseyin Musevi gibilerden sonra halihazırda Cumhurbaşkanı Ahmedinejad temsil ediyor ve onunda arkasında Kum'da Ayetullah Misbah Yezdi gibi şahsiyetler var. Yezdi gibiler Nejad'ın keskin ve uzlaşmaz hattını destekliyorlar. Bununla birlikte, ABD baskıları arttıkça içeride şahinler ile uzlaşmacılar arasındaki kutuplaşma da artıyor. Bu, İranlıların kutsal addettikleri Kum kentine de yansıyor. Özellikle de son sıralarda Bush ile Nejad arasındaki kutuplaşmanın tırmanmasıyla birlikte yürütülen kampanyanın ve buna eşlik eden uslubun İran'ın devrimle birlikte elde ettiği kazanımları berhava edecek düzeye gelmesi korkusu Hatemi ve Rafsancani'nin önce üstü örtülü sonra da açıktan eleştirilerine neden olmuştur. Pazarlık noktasının kaçırılmasıyla bir vuruşma noktasına gelinmesi ılımlıları veya prağmatikleri ürkütmektedir. Bundan dolayı Rafsancani Nejad'ın konuşmalarını sokak uslubuna benzetmiştir. Özellikle de nükleer programı 'frensiz tren'e benzetmesi Rafsancani'nin uslubunu sertleştirmesine neden olmuştur. Rafsancani Nejad yönetiminin hesap hatası içinde olduğunu ve Bush'un yaralı bir kaplan olarak 'kaybet kaybet' seçeneğini benimseyebileecğini ve bunun da İran'a pahalıya malolcağını öngörmektedir. Yani Bush ile Nejad'ın dili sertleşleştikçe ılımlıların veya prağmatiklerin eleştirileri de artmaktadır. Gerilimin pazarlık noktasını aşacak bir Rus ruleti benzeri bir ölüm kumarına dönüşmesi korkusu prağmatiklerin Nejad'a yönelik kampanyalarını daha da keskinleştirmiştir. Gerilim, tehlike sınırına varmadan prağmatikler Nejad'a doğrudan eleştiri yapmak istemiyorlardı. Bu bir devlet politikasıydı ama maksadını aşınca müdahale etmek zorunda kalmışlardır. Daha doğrusu eski başkan Clinton nasıl Bush idaresi karşısında sabırlı olduysa ve keskin açıklamalardan kaçındıysa İran'da da Hatemi aynı şeyi yapmış ve Nejad'ı incitecek sözlerden ve tavırlardan kaçınmıştır. Ancak mesele ölüm-kalım veya milli kazanımlar noktasına gelince Hatemi de Rafsancani de Nejad'ı itidale davet etmişlerdir. Kaldı ki Hatemi gibiler, 10 Mart tarihinde Bağdat'ta dolaylı görüşmenin ardından ABD ile görüşmeme tabusunun yıkıldığını savunmaya başlamışlardır. Ve Nejad'ın ideolojik çizgisindeki prağmatik veya taktik kırılmalar veya unsurlar hem Yenilikçi kanadın hem de basının gözünden kaçmamaktadır. Tutarlılığının sorgulanmasına neden olmaktadır. Sözgelimi Nejad bir taraftan Güvenlik Konseyi'nin aldığı kararların hiçbir değeri olmadığını söylerken arkasından 5+1 toplantılarına katılmak ve İran'ın tutumunu izah etmek istemesi inandırıcılık ve tutarlılığını yok etmiştir. Son olarak da, BM Güvenlik Konseyi'nin meşruiyeti olmadığını söylemiştir. İdeolojik zeminden hareket eden Nejad zaman zaman prağmatik çıkışlar yapabilmekte ve bu da muhaliflerinin gözünden kaçmamaktadır. Kum'daki prağmatizm ile ideolojik duruş arasındaki fayın ikinci tarafında yani prağmatizm ve ılımlılık tarafında kalan çizgiyi ise Rafsancani ve Hatemi gibilerin yanında Ayetullah Sanii gibiler temsil ediyor. Kendisi 'Kadınların Müftüsü' olarnak da anılıyor. Devrimden sonra İran'da üç çizgi olagelmiştir. Bu çizgilerden birisi ideolojik çizgidir. En son olarak bu çizgiyi prağmatik kırılmalarla birlikte Nejad temsil etmektedir. İkinci çizgi ise prağmatizmdir ve bu çizgiyi baştan beri en iyi şekilde Rafsancani temsil etmektedir. Hatemi için söylenebilecek olan ise prağmatizmden ziyade ılımlılıktır. Bundan dolayı da en tutarlı liderdir. Bir de bunların ötesinde gelenekçi çizgi vardır ki Ali Şeriati bunlara karaşia (Black Shia) demektedir. Ali Şeriati'nin tahlil ve tasvirine göre ise Nejad'ın temsil ettiği ideolojik Şiilik ise kızıl şiiliktir (Red Shia). İran bu kanatlar arasında savrulurken savaş tamtamlarının sesleri de giderek yükseliyor. Lübnan'da veya başka bölgelerdeki geçici sukunetin nedeni, ABD ile İran arasındaki sürtüşmenin kazanacağı nihai istikametin beklenmesidir. Yani bütün hesaplar ABD'nin İran'ı vurup vurmayacağına bağlı olarak masada bulunuyor. Ömer Kerami gibi bazı eski Lübnan başbakanlarına göre ABD, İran'ı vuracaksa Nisan'a kadar vurmalı. Nedenine gelince, muhtemelen Nisan ayında Blair çekilecek. İkincisi, o tarihten itibaren ABD İran'a vurma şansını takvim daralmasından sonra kaybedecektir. Bir daha ebedi olarak bu şans bir daha yakalanmayabilir. Bundan dolayı Nisan tarihi muhtemel olarak Likudnik veya Reaganest olarak da bilinen unsurların son bir hamle yapmaları için son tarihtir. Brzezinski bu kesimlerin sözkonusu hesapları için ' son durak İran' ifadesini kullanmaktadır. Bu tarihten itibaren Bush çoktan topol ördek olacaktır ve geri kalan dönemi İran'a yönelik bir darbeyi kaldıramayacaktır. Bundan dolayı hep muhtemel bir hazırlık hem de muhtemel bir darbe için zaman giderek daralıyor. Masadaki seçeneklerden biri için nihai tercih vakti geldi geçiyor. Bu süreç netleşmeyi de beraberinde getirecektir. Çin ve Rusya, ABD'nin Irak'tan sonra bir de İran'ı vurmasına razı değiller. Ama bunu Nejad'ın uslubuyla önlemeleri imkan dışı. Bundan dolayı tansiyonun düşürülmesi gerektiğine inanıyorlar. Herhalde bu nedenden olsa gerek, Nejad'ın frensiz trenine bir fren Putin tarafından vurulmuştur. İran'ın Buşehir reaktörüyle ilgili gerekli parayı temin etmesine rağmen Rusya sudan bahanelerle Buşehir reaktörünü tamamlamasını geciktirmektedir. Son aşamasını ikmal etmemek için suni ihtilaflar çıkarıyor. Kimilerine göre bu Rusya ile ABD'nin bir anlaşması sonucu olabilir. Belki böyle bir durum İran'daki kimi çevrelerin de yumuşamaya hismet edeceği işine gelebilir.Amerikan içkomuoyunda ABD'nin Irak'tan çekilmesine yönelik baskılar arttıkça İran'a yönelik darbe ihtimali de kuvvetleniyor. Bu anlamda, Kongre İran noktasında Bush'un elini kolunu serbest bırakan bir karar aldı. İran'a yönelik yeni ambargo ihtimali ufukta belirirken Kongre askeri darbe seçeneğini de gözardı etmeden Bush'a tam yetki vermiştir (El Ahram : 14 Mart 2007). Bush buna göre dilerse Kongre'den icazet ve onay almadan gerek görürse İran'ı vurabilecek. Ve Erbil'de başlayan süreç aynı hızla devam ediyor ve Soğuk Savaş dönemindekine benzer şekilde Askeri'nin kaçırılmasının ardından yine Irak'ta Kudüs Tugaylarının en üst düzey generallerinden birisi olan Emir Muhammed Muhsin Şirazi de Askeri'den sonra sırra kadem basmıştır. Med cezirlerle birlikte bıçak sırtındaki ilişkiler bu minval devam etmektedir...