Her susan Meryem değil, asa Musa'da değil
Bir Kızıldeniz dünya boğuldum kurtar beni!
Öndersiz, öncüsüz bir Müslüman dünyadan daha kötüsü; adaletsiz ve sevgisiz dünyadır. Yaşadığımız dönem ise iki yönüyle bu nakısaların gittikçe derinleştiği zamandır.
Müminler kitaba sarılıp farkları zenginlik bahsine kayıtlayacak yerde, nasılsa, Kur’an’a anlam dayatır halde, her biri kendi görüşünü tek doğru olarak karşısındakine dayatmayı dini bir fariza olarak görüyor.
“Şüphesiz insan zayıf yaratılmıştır” (Nisa - 28) acz içindedir; hakikati hakkıyla anlama iddiasında bulunması, dahası bu iddiasını kardeşine dayatıp, şiddet yüklü hesap sormaya yönetmesi, üzüntü verici olduğu gibi, bu durumun kimi yok ettiği, kimlere zevk ve güç taşıdığı açık, anlaşılır bir durumdur.
Bir kitabın kardeş kıldığı insanların birbirine düşman kesilmesi ve cihad sevabı umarak, birbirini boğazlaması, gayretine meşruiyeti, iki tarafın da aynı kitaptan alması izah edilebilir değildir.
Ayetler zengin yorumlarıyla, kitabın çatısı altına çağırırken, her ayet bütünden koparılıp atılacak ok haline geldi.
Bilinç kaymaları, savrulmalar, inatlaşmalar, mantık ve usûl üzerinden yürümüyor; duygular sürekli öne geçiyor; öfkenin tarif edilemez sinsi hazzı damarlarda deveran ediyor.
Mezhep savaşlarına mesnet bulunamaz!
Hatalar, yanlışlar, nefsin çok sesli teşvikleri mezhep ve meşrep savaşları için sebep olamaz; çünkü bu hallere karşı, sabır, bağışlama, iyilikle mukabele Müslümanların şiarları olarak varlar.
Kitabın açıkça ikaz ettiği, “Allah’ın ipine sarılma” (Al-i İmran - 103) vurgusu, gücün kaybolup zelil halde olunacağını hatırlatır. Bu durum, aynı zamanda, eyleme işlemeyen, sözden öteye geçemeyen, bu yüzden de dünya arzulu sınırlara hapsolmuş olarak kötürüm kalırız.
Beş yıl önce, on yıl önce dost olan, starateji yüzünden nasıl düşman olabiliyor. Geçmişte bölgeye yabancı unsurların girmemesi için direnişe durulurken, şimdi onların gelmesi için çağrı yapmak, Hakikat açısından izah edilen bir durum mudur?
Körfez alev alev yanıyor, dost-düşman trafiği konjoktürel olarak değişip duruyor; reel-politik menfaat putunun capcanlı sureti olarak yetkililerin güvencesi oluyor.
Herkesin bir mazereti var ama!
Meseleyi kendine uygun yerden yakalayıp başarılı sunumlar yapmak insanların kafasını bulandırabilir, ancak dupduru bir kitaba hiçbir şey anlatamaz.
Ve biliyoruz ki, olayların ortaya koyduğu gerçek anlatıyor ki, çözüm için sarfedilen çaba; savaşı beslemek yerine seçilseydi, herşey çok başka olurdu.
Denklemler sürekli değişiyor; büyük resmin talebi fazlasıyla karşılanıyor ve üstelik o aklanıyor da!
İşte tam da bu nedenle Adeviyye meydanının duruşu başkadır. Ak bir alınla; elini tetiğe götürmeyeceğini söyleyerek kirliyi açığa çıkaran, vicdanları sarsan bir duruş sergilendi.
Sanki kaos bölgesine arınmış sayfalar sunmayı da görevleri arasına almışlardı. Mevla’nın övdüğü bir davranışı kuşanıp canlarıyla bedel öderken, sabrın dağla yarışan yeni işlevini ortaya koydular.
Sabır, bahar için biriken suyun barajda bekleyip toprağın ısınmasıyla verime, berekete dönüşmesini sembolize eder.
Adeviyye bugünden fazla geleceğe hükmedecek. Çünkü şehitlerin soluğu dünyanın asıl çehresini ortaya çıkardı.
BM toplandı ve Mısır konusunda konuşmaya değer, karar almaya yönelik bir sorun bulamadı!
Bu resim dostun ve düşmanın hali pür melalini ortaya koymuş olmaz mı? İslam coğrafyasında karışık duyguların netleşip tarafını seçmesinde bıçak kadar keskin işlev üstlendi.
Adeviyye ölüme hilafsız bir şehadet bağışladı.
Hiçbir zalim böylesine zelil duruma düşürülmedi. Adeviyye kaos içinde netameli tercihlerin ve ölümlerin yerine, sırat-ı müstakimin aydınlığını koydu.
Adeviyye tetiğe dokunsaydı seküler dünya sevinecekti; yüzünü, maskelerini saklama becerisini sürdürebilecekti. Tetiğe sarsılsaydı emanete sahip çıktığını göstermemiş olacaktı ve bu yüzden demokrasi saçağı altında saklananlar ellerini ovuşturacaktı.
Ve şehit sayısı bugünden fazla olacaktı.