Merhum Mısırlı Muhammed Gazali’nin de bazı konularda tartışmalı noktaları vardı. Bununla birlikte donanımlı bir alimdi ve salabet-i diniye konusunda hassasiyeti vardı. Ferec Fude konusunda en sağlam duruşu sergileyenlerden birisiydi. Toplumdaki ve ilmi çevrelerdeki sekülerleşme eğilimlerini iyi tespit eden ve buna dikkat çeken ve karşı duran bir yönü vardı. Son dönemlerde Mısır ve Arap ülkelerinde ‘reyü’d din’ yani din görüşü adıyla ilmi alanda bir sekülerleşme furyasının alıp gittiğini ifade etmiştir. Veya bunu en azından seküler bir kavram olarak görmüştür. Dinin görüşü değil, hükmü olduğunu ifade etmiştir. Dinde mücerret ve indi görüşle hareket etmenin mahzurları ortadadır. Bununla birlikte, Ebu Hanife ve arkadaşlarına ehl-i hadis tarafından ehl-i rey denilmiştir. Hadis ekolünün dışında kalanlara genelde ehl-i rey denilmektedir. Bu, onların tekelci anlayışlarından kaynaklanmıştır. Ehl-i hadisin bir yakıştırması ve indirgemesidir. Bu hadisi kendilerine hasretmelerinden ileri gelir. Ebu Hanife’nin Cafer-i Sadık’la tartışmasında kıyas ve meshle alakalı olarak söyledikleri meramını ve maksadını anlatır. Yine de görüş dine değil alimlere veya ekollere nispet edilebilir. Bu durumda Reyü’d din yerine reyü’l ulema denilebilir.

Son dönemlerde Ali Bulaç gibi kimi zevat Allah’a düşünce veya düşünme (melekesi) nispet etmektedirler. Halbuki, düşünmek bir noksanlık sıfatıdır ve Allah bundan beridir.  Düşünmede isabet ile isabetsizlik arasında bir zorlanma payı vardır. KAF 50/38.’inci ayette belirtildiği gibi Allah zorlanmaz ve ona yorgunluk da arız olmaz. “And olsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve Biz bir yorgunluk da duymadık.” Dünyanın altı günde yaratılması ise hikmete mebnidir.  Sebebi Allah’a değil kullara racidir.  

*

Star gazetesinde Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ile yapılmış bir mülakat yayınlandı. İnşaallah bu mülakat Tayyar Altıkulaç’ın yaptığı gibi bilahare bir kitap çalışmasının ilk numunesi olur veya kitap çalışmasına kapı aralar ve dönüşür.  Biz de o alemin sırlarını yakından tanıma fırsatı buluruz. Hayat tecrübesini sadık bir biçimde aktarmış ve öğretici şeyler söylüyor. Elbette Bardakoğlu, saygıdeğer bir insan.  Çevresine karşı da saygılı ve nezaketli. Bununla birlikte, asıl sorunlu olan tarafı anlayışı ve zihniyeti. Onun döneminde Diyanet’e seküler bir dil hakim oldu. Elbette Diyanet İşleri Başkanlığı bir hizmet kapısı ve kurumudur ve bazıları Diyanet’in dayandığı anlayışa veya ideolojiye mesafeli olsa da, hizmet hatırına bu görevi deruhte etmiştir. Bunlara bir şey demiyoruz hatta nadanlar gelmesin diye nöbet tuttukları için de tebcil ve hürmetle yad ediyoruz. Bununla birlikte, Bardakoğlu’nun sorunlu bir akademik bakış açısı vardı ve Diyanet’e bunu yansıtmıştır. Reformist kişiliği Diyanet’in dayandığı ideolojiyle yer yer buluşma ve kucaklaşma  içine girmiştir. Sorunlu taraflarından birisi de, döneminde Diyanet’te Kur’an ve Sünnete dayalı  kutsi bir dil yerine seküler bir dilin benimsenmesidir. Sözgelimi döneminde yapılan toplantılardan birinin başlığı şu idi: Dinî bilginin kaynakları, üretimi ve yenileme yöntemleri. Din alanında bilgi üretimi ifadesi alanı sekülerleştirmektir. İslami alanda bilgi edinmenin kendisine has bir yöntemi olmalıdır.

*

Bardakoğlu’nun belki de bir diğer temel özelliği inanarak ve benimseyerek Kemalizm vurgusunda bulunmasıdır. Bunu görevinin son döneminde sıklıkla yapar olmuştur.  Üçüncü yönü ise birinci ve ikinci yönüyle uyumlu olan modernist yönüdür. Ekol olarak yenilikçi ekolden geldiğini ifade etmiştir. Bu modernist yönünün en fazla öne çıktığı hususlardan birisi kadın meselesidir. Kadının örtünmesinin İslam’ın şartı olmadığını söylemiştir. Onun ötesinde kadınların diyanet İşleri başkanı olabileceğini de ifade etmektedir. Burada Diyanet dini hizmetleri koordine eden bir kurum ve idaredir.  Dolayısıyla ‘kadınlar bilgi ile mücehhez ve donanımlı olması halinde müftü de olabilir’ demekle ‘Diyanet İşleri Başkanı da olabilirler’ demek aynı şey değildir. Bu makam erkeklerle ihtilatı gerektiren bir makamdır. Kadınların devlet başkanı olmasına benzer.  Bu ancak düzensiz ve kazara olabilecek bir gelişmedir. Bunun normalliğini savunmak anormalliktir. Kadının müftü ve yargıç olabilmesine bazı mezhepler veya ulema tarafından şartlı olarak cevaz verilmiştir. Özellikle kadı olması cinsiyetinin getirdiği ehliyet alanıyla sınırlıdır. İslam’da toplum düzeni içinde erkek ve kadının ehliyet alanı ayrılmıştır. Bilgi vermek için de, hüküm vermek için de ehliyet lazımdır. Lakin hüküm vermek yani yargıçlık daha büyük sorumluluk ve irade gerektirmektedir. Bundan dolayı cins-i latif olan kadınlar erkekleşmesinler diye bu alandan muaf tutulmuşlar veya sınırlı olarak müsaade edilmişlerdir. Toplum düzenine göre cinslerin rolü ortaya çıkar. Taayyün eder. Cinsiyetler arasında bir rol dağılımı vardır. Bunu fıtrat belirlemiştir. Doğurganlık gibi. Kadınları cuma ve bayram namazına daveti de bu anlayışın bir devamıdır. Bu anlayış zamanla Emine Vedut gibi feministleri türetecektir. Zaten İslamcı feministlerin bir kısmı dinin yorumlanmasının erkek egemenliğinden kurtarılmasını istemektedirler. Bu kadınlarda sekülerleşme eğilimine yol açar. Toplumu parçalar.   Vaktiyle Seyyid Alizade Şiratü’l İslam kitabında kadınların gözü açılmaması ve kabından çıkmaması için eğitimden mahrum edilmelerini savunmuştur. Bu aşırı bir görüştür. Lakin gerekçesinde bir dereceye kadar doğruluk payı vardır. Kadının eğitimi ve niteliği toplumun bütününün ihtiyaçlarının dışında keyfi olarak tayin edilemez. Evet! Kadının gözünü açmak ve onu tatminsizliğe itmek aile için olduğu kadar toplum için de bir felakettir. Toplumların çöküşünde en temel mesele kadının sokağa çıkması ve çalışmasıdır. Bu iffeti azalttığı ve aşındırdığı oranda boşanmaları tetikleyecek ve doğurganlığı da azaltacaktır. Ve toplumların çöküşünü hızlandıracaktır.  Erkeğin tutkularının da zincirlerinden boşaltılması insanı kabından çıkarmaktır. Bu Yecüc ve Mecüc kavminin Zülkarneyn Seddinin dışına taşmaları gibi bir şeydir.

Bardakoğlu’nun geldiği nokta, Muhammed Afgani, Abduh ve Reşit Rıza  çizgisinin varacağı tabii sonuç ve son noktadır. Elbette şahsına bir sözümüz ve kendisiyle bir alıp veremediğimiz yok.