Yaşamak ip üstünde yürümeye benziyor. Tarih ilerledikçe ip inceliyor. İpin incelişi kıyametin çağrılışı olarak anlaşılabilir. "İlerde iyi olacak" diyen bilimciler tümden yandılar; geçmiş günlerin çetin ancak, gümrah tebessümünü özlüyor insanlık.

Eskiden ağır ağır yürürdü haber. Bir anda hüznü boşaltmazdı beynimize, kalbimize. İyi habere de rastlanırdı ara sıra.

Namludan tek tek çıkardı kurşunlar ve hedef seçerdi çoğu kez... Şimdi "an'lık asır"lara ulaştık. Bir anda tonlarca hüzün, gök mavisi genişliğince acı boca ediliyor üstümüze .

İnsanlığımızın dizleri bükülüyor. Ve hepsinden beteri sıkılası boğazlar, ele geçirilecek, teraziye teslim edilecek zalimler de ele geçmiyor, çünkü postmodern dönem. Bulmacalardan, aradaki bin yüz on dört farktan yola çıkarak, düşman aradığımızda karşımıza tutkularımız çıkıyor. Tutkularımız da postmodern lezzetlerde hemhal olalı, dokunulmazlık zırhına, reellik mazeretinin sihirli çağrışımıyla duhul etti.

Tutkularımız kimliğimizden kopan kıymıklardı. Gözlerimizi kamaştıran yalancı ışığı güneşin yerine koyunca, kıtalar birbirine karıştı. Bir anda yanı başımızda İsrail, ABD, bir anda dostlar düşman oldu. Düşmanlar stratejik ortak olmayı, kardeş öldürme potansiyeline endeksli olarak tedavüle "bahşetmiş" oldular.

Sözün bittiği yer, hallerin düğümlediği, dostun düşmanla karıştığı yerdir. Bu yer öncelikle içimizde yaşayan, ya da kaybolan ülkenin durumuyla ilgili, ilintilidir.

İster dünyaya bakalım ülke ülke, şehir şehir,veya içimize yönelelim hücre hücre...

Ne kadar benziyor birbirine, ağlayan bir gökyüzü ile ıssız bir kalbin umutsuzluğu.

Ve nasıl da çınlıyor dört bir yanda öznenin ölümünün kutlanış eğlenceleri.

Kırık kuş kanadı kadar çırpınışla iyiliğe bir hamle... Ve eski nesillere ait hastalıkların hepsine sahip çıkmak, tereddütsüz. İçimizden birini, eşitlerden bir ademoğlunu oturtmak koltuğa, sonra ona hüccet yükleme ameliyesi kadim devirlere kadar uzar. Ademoğlu sihir peşindedir gece gündüz, adına başka yaftalar ekleyerek kurtulduğunu sanır. Hüccet vererek aslında sorumluluğu huysuz bir at gibi sırtından attığını düşünür. Kutsallaştırdığı kahramana noksanlık sıfatlarını yaklaştırmaz ki, sorumluluk geri dönmemeli zinhar...

Hayat daralıyor dört yanından, yaşamak  kanıksamayı koyuyor önümüze. Kanıksamak; yaşarken "insan" olmanın anlamından çıkmaya denk düşer. Tek seçenekten ibaret "seçim"e önce şüphe anaforuyla hazırlıyorlar.

Yanılgı istiyorlar göklerden.

Güneş özür dilesin deniyor, lafın jelatini sökülünce... "Önce insan olmak" denildiğinde başlıyor şüphenin takvimi.Önce cari insan algısını kazanıp sonra farklı değerlere,geçme izni öngörülüyor. Bağışlanan öngörü algının denetiminden azade değil.

Önce insan demekle, kilometre karelere suçsuz her nevi Iraklı, Filistinli'yi yere sermenin sıkı bir bağlantısı var.. "Önce insan" diyen mümin, bilimin maharetli topraklaştırma ameliyesine bir ayağından yakalanmıştır. Ne hikmetse her üniversite açılışında "dogmalardan uzak durun" ikazı yapılıyor.

Bilim dogmalardan daha çok izaha muhtaç oysa. Varlığını dogmaya borçlu.

Göbek adına isyan eden bilimin sembolü cübbenin çağrısı bu; aklın mührü vurulmalı her şeyin üstüne. Oysa bana, bilimden daha çok lazım dogma. Dakikada ölen insan sayısı azalsın diye, insan namluya girmesin diye ve bilimin elindeki dünyanın arkası için, sözün dile geldiği emin bir iklim adına bana dogma gerek.

Hayat bir ip ve gittikçe inceliyor, kıtalar kıtalara karışıyor bilimle.

"Önce insan olmak" demeyeceğim zinhar. "İnsan"dan maksadı bilmemek tevbe gerektirir.