Avrupa krizde değil, ölüm döşeğinde. Toprak olarak değil elbette. Fakat fikir olarak. Avrupa rüyası ve Avrupa projesi olarak. Filozof Edmund Husserl (1859-1938) tarafından, Nazi felaketinin hemen öncesinde, Viyana'da verilen iki büyük konferansta, ruhu dolayısıyla övülmüştü bu Avrupa.

Bu Avrupa irade ve temsilin, düşleme ve yapmanın Avrupası. Babalarımızı birleştiren; Avrupa kıtasında yeni bir Avrupa fikri olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası halklarına barış ve refah getiren; yeni bir demokrasi anlayışının yaygınlaşmasını sağlayan bu Avrupa. Ne var ki gözlerimizin önünde dağılıp gidiyor.

Beşiklerinden birinde kardeş olduğu ulusların kayıtsızlığı ve kinizmi altında Atinalıları parçaladı. 19.yüzyılın başında Yunan bağımsızlığı hareketi zamanında, Chateaubriand'dan Byron de Missolonghi'ye, Berlioz'dan Delacroix'ya veya Puşkin'den genç Victor Hugo'ya kadar, Avrupa'nın tüm sayılı sanatçıları, şairleri, büyük ruhları kardeşlerini kanatlandırmış, özgürlükleri için mücadele etmişti. Bundan çok uzağız ve herkes hala bu büyük Avrupalıların mirasçılarıymış gibi geçiniyor. Bu yüzden Yunanlılar başka tür bir çürümeye karşı başka bir savaş daha veriyorlar. Azarlayanlardan, yaftalayanlardan, kendilerini yerin dibine sokan ve kemer sıkma programı olarak imzaladıkları zorunlu planı, vaktiyle yine kedilerinin icat ettiği aynı egemenlik ilkesini kemirerek, dayatanlardan hangisinin daha iyi olduğuna karar veremiyorlar.

Başka bir beşiğinde, başka bir kaidesinde, maneviyatının ve ilimlerinin ikinci kaynağında (üçüncüsü Kudüs ruhuydu), yasa ve hukuk arasındaki veya yalnızca Avrupa'ya değil aynı zamanda tüm dünyaya yayılan demokratik modelin orijinindeki insanla yurttaş arasındaki ayırımın icadının başka bir mekanında, Roma'da, paramparça oluyor: Sonu gelmeyen Berlusconizm zehri tarafından kirletilen bu Roma kaynağı. Avrupa'daki dünyanın güzelleşmesini icat eden bu manevi ve kültürel başkent. Kimi zaman insafsızca ve belleksizce finans kurumları kınanan İspanya, Portekiz, Yunanistan ve İrlanda'nın (PIIGS) yanında adı geçen ve kıtanın, doğru veya yanlış, hasta adamı gibi görünen bu ülke... Ne sefalet! Ne rezalet!

Şimdi, batıdan doğuya, güneyden kuzeye, Avrupa'nın marjinalleştirmek, yatıştırmakla kesin bir şekilde yükümlü olduğu, tırmanan popülizm, şovenizm, ideolojik dışlama ve nefret: Fransa meydanlarında hafızası zihninden de dar olan bir parti başkanının hakaretine uğrayan öğrenciyle "Hepimiz Alman Yahudileriyiz!" diyerek dayanıştığımız zamanlardan uzağız. Londra, Berlin, Roma ve Paris'te, Milan Kundera'nın tutsak Avrupa olarak isimlendirdiği ve öteki Avrupa'nın kalbi olarak gördüğü işte bu diğer Avrupa'nın muhalifleri ile dayanışma halindeki hareketlerden uzak olduğumuz gibi!

Bombaların, acımasız bir "etnik temizlik"in darbesi altında can çekişen Saraybosna'da somutlaşmış olan Avrupa'nın bu ruhları için yirmi yıldır mücadele eden küçük uluslararası özgür ruhlara gelince, nereye gittiler ve neden onları duymuyoruz artık?

Ve işte Avrupa, her birinin iyice hissettiği ve hiçbir surette karara bağlanamayan bu sonu gelmez kriz yüzünden nihayet parçalanıyor: Bu durumda soyut ve dalgalı para birliği, ekonomilere, kaynaklara, mali bileşenlere istinat etmediği için bir hayal değil mi? Tedavüle giren şu ortak paralar (Zollverein'den –Gümrük Birliği'nden– sonra mark, İtalyan birliği lireti, İsviçre frangı, dolar), ortak bir siyasi projeyi desteklemiyorlar mıydı?

Tek para olması için burada minimum bir bütçe, ölçülebilir standartlar, yatırım prensipleri, kısaca siyasi paylaşımlar talep eden bir demir yasa yok mudur? Teorem amansız. Federasyon olmadan, sahip olunan para da olmaz. Siyasi birlik olmazsa, para birkaç on yıl dayanır; sonra, bir savaşın, bir krizin katkısıyla paramparça olur.

Başka bir deyişle, Avrupa anlaşmalarında kayıt altına alınmış ancak sorumlu hiç kimsenin ciddiye alıyor görünmediği bu zorunlu siyasi entegrasyona yönelme olmadığı, Ulus-Devletler ve üstelik halkları gerileme ve çöküşe iten bu ayrılıkçılar tarafından yürütülen rekabet terk edilmediği takdirde Euro, tıpkı doların parçalanacağı gibi darmadağın olacak eğer güneyliler Birlikten Çekilme mücadelesini kazanamazlarsa.

Vaktiyle ya sosyalizm ya barbarlık deniyordu. Bugün, ya siyasi birlik ya barbarlık denmeli. Daha da ötesi federalizm ya da parçalanma ve parçalanmanın peşinden sosyal regresyon, güvenilmezlik, işsizlik patlaması, sefalet. Bundan ötesi, ya Avrupa siyasi entegrasyona doğru kararlı bir adım atacak ya da kendi tarihinin sonuna gelecek ve kaosa gömülecek. Başka seçeneğimiz yok. Ya siyasi birlik ya ölüm. Bu ölüm çeşitli biçimlerde ve pek çok dolambaçlı yolla olacak belki. İki, üç, beş, on yıl sürecek belki...

Ama bu olacak. Avrupa tarihten çıkacak. Öyle ya da böyle, er ya da geç, tarihten çıkacak. Bu, isyankar Avrupalıların karşı kaşıya olduğu bir hipotez, bir muğlak korku, yürek hoplatan bir kızıl kaftan (chiffon rouge agité) değil artık. Bu bir olgu. Atlatılamaz ve ölümcül bir şafak. Gerisi, berikinin hokus pokusu, öbürünün küçük düzenlemeleri, dayanışma fonu şeysi, istikrarlı bankacılık bilmemnesi... Gerisi yalnızca şifa bulma illüzyonuyla avunmaktan, ölüm döşeğindekinin vadesini geciktirmeye gayretten ibaret.

Kaynak: Le Monde
Dünya Bülteni için tercüme eden: Muhsin Korkut

Arte televizyonun Paris'te düzenlediği "Avrupa veya Kaos" başlıklı tartışmadan...
Katılımcılar: Hans Christoph Buch, Juan Luis Cebrián, György Konrad, Julia Kristeva, Bernard-Henri Lévy, Peter Schneider, Vassilis Alexakis, Antonio Lobo Antunes, Claudio Magris...