Asabiyet kavramını insanlığa hediye eden İbni Haldun olmuştur. Kavramı o üretmesine rağmen elbette asabiyet kavramı fıtri olarak toplumların bir gerçeği ve kanunu idi. İbni Haldun sadece adını koymuştur. İlkel toplulukların bir gerçeği olan asabiyet kavramı zamanla Batı'da kabuk değiştirmiş ve kamuoyu haline gelmiştir. Elbette yine de asabiyet kamuoyundan farklıdır. Asabiyet, Arapça kökenli bir kelime olup "A-sebe" kökünden türemiştir. "Asebe", bir kimsenin baba tarafından akrabalarının oluşturduğu topluluğa verilen isimdir. Asabiyet ise, sözlükte, baba tarafından olan akrabalara aşırı düşkünlük, onların kayırılması doğrultusunda aşırı çaba göstermektir. Terim olarak, bir kimsenin baba tarafından olan akrabasını, yahut yaygın şekliyle kendi kabilesine mensup birini, haklı-haksız bütün meselelerde başkalarına karşı korumayı, ona destek olmayı sağlayan kabilevi his ve gayretlerini ifade eder. Peygamberimiz asabiyeti kaldırmamış lakin tadil ve tashih etmiştir. Sadece kabile ve soy sop dayanışmasını adalet çerçevesinde işletmiş ve işletilmesini tavsiye etmiştir. (Unsur ahake zalimen ev mazlumen hadisi) Günümüzde asabiyet hala şark toplumlarıyla birlikte anılırken kamuoyu ise Batı ile birlikte anılmaktadır. Kamuoyu baskısı diye bir şey vardır. Günümüzde kamuoyu/efkarıamme kitlesel araçlardan birisidir. Kitle desteğini almak isteyenler ve güçlü olmak isteyenler kamuoyu oluşturmaya özen gösterirler. Kamuoyu oluşturmak bu açıdan çök önemlidir. Kamuoyu genel kültür ve basın yayın araçlarıyla oluşturulur.

*

Said Havva da Cündüllah adlı kitabında İslami açıdan komuoyu oluşturmanın gereklerinden ve yararlarından söz eder. 1979 İran devriminden sonra ülkemizde kimi zaman kendiliğinden ve kimi zamanda örgütlü ve sistematik olarak İran lehinde bir sevgi halesi veya kamuoyu oluşur ve oluşturulur. Zamanla bu küçük kamuoyu veya sevgi halesi kemikleşir şöyle veya böyle teşeyyü dalgasına yani gruplaşmaya dönüşür. Bir meselenin gruplaşmaya dönüşmesi, hak ve hakikat noktasında elastikiyetin aşılması ve aynen asabiyette olduğu gibi kabilenin veya desteklenen mekanizmanın haklı haksız bir biçimde desteklenmesiyle oluşur. Bu da genellikle karşıt kemikleşmeyi oluşturur. Bu noktada hakikat parçalanır ve gruplar arasında bölüşülür. İslamiyet'in özellikle de yasakladığı kavmiyetçilik veya dini anlamda bölünmeyi ifade eden taifiyye anlamında asabiyeti kırmak insaf ölçülerini benimsemek ve iz'anla mümkün olur. Hazreti Ömer gibiler en öfkeli oldukları zamanda bile hakka boyun eğerlerdi. Ve bir defasında sohbet meclisinde veya hutbesinde 'sapıtacak ve şaşıracak olsam ne yaparsınız?' sözüne arkadaşları 'seni kılıçlarımızla düzeltiriz' demişlerdir. Dolayısıyla bir mekanizmaya destek meşrutidir ve hadiste buna işaretle 'Allah'a isyan olan yerde kula itaat yoktur' denmiştir.

*

İran devriminden sonra Türkiye'de İran'la alakalı bir kamuoyunun veya asabiyetin veya cereyanın önce nüvelendiğini ve sonrasında da kemikleştiğini görebiliyoruz. Bu kesimler haklı haksız kendilerini İran'ı savunmaya adamışlardır. Nitekim son yazılarımdan birinden sonra da böyle oldu. İskenderun'dan arayan birisi yazdığım yazının kaynağını sordu ve ben de kendisine epey zahmetle birlikte aktardım. Tatmin oldu olmadı bilmiyorum ama meseleyi tartışmaya çevirdi ve çatallaşma halinde İran'ın Türkiye yerine Suriye cephesinde yer alacağına dair İran Devrim Muhafızları yayın organı (Subh-u Sadık)nın bir yazısının kaynaklığına itibar etmedi. Kendisinin Farsça bildiğini ve İran yayın organlarını yazının aslını ve faslını bulmak için taratacağını söyledi. Bu onun meselesi olduğu için oralı olmadım. Benim meselem tatmin etmek değil, mümkünse yardımcı olmaktı ve bunu yapmıştım. Lakin arkadaş yazıda 'çatallaşma' sözüne takılmıştı ve neden böyle yazdığımı sordu. Ne yaparsa yapsın İran'a karşı mesafe veya tutum takınmaya gönlü razı olmuyordu. Ben de izah ettim. Belli ki çatallaşma halinde İran'ın Suriye'yi tutacağını söylemesine-sabit olması halinde- bir itirazı yoktu ama bizim bunu dillendirmemizi istemiyordu. Yani hakikati İran lehine örtmemizi istiyordu. Bu anlayışı anlamak mümkün değil. Bereket imdadıma İran Dışişleri Bakan Sözcüsü Ramin Mehmannirset yetişti ve o da Subhu Sadık dergisinin yazısını teyit eden bir konuşma yaptı. Lübnan'da yayınlanan As Safir gazetesinin de yer verdiği gibi; İran Dışişleri Bakan Sözcüsü Ramin Mehmannirset: "şüphesiz Türkiye ve Suriye arasında kalırsak Suriye'yi tercih ederiz" demektedir.

Türkiye'de kamuoyu oluşturma çabasında olanlar için bu durumda geriye kamuoyu oluşumuna zarar vermeyecek bir şekilde meseleyi tevil etmek veya pazarlamak kalıyor. Bazen de bunu yaparken insanı ahmak yerine koyduklarını da akıl edemiyorlar. Kerpetenle diş çeker gibi tevil yapıyorlar. Kar etmeyeceğini bile bile yine de ben yapıcı bir tavsiyede bulunayım: Lütfen asabiyetinizi gemleyin ya da hakikate göre ayarlayın aksi takdirde karşı asabiyeti biliyorsunuz. Bilmeden kndinize zarar veriyorsunuz. Hakikat akışkan ve seyyaldir katı değildir. Cıva gibidir ve kimsenin tekeline de girmez.