En hızlı haberdir ölüm aracısız gelen
Yeni yazılmış zarf gibidir beyaz lekesiz kefen
O'dur ateşi damardan çekip kazanın altına
Cansızlığı teneşire yerleştiren
Sadece insanları değil, bütün canlıları istisna bırakmadan tek paydada toplayan ölüm, mahiyet açısından farklı telakkileri, değişik çağrışımları bünyesinde barındırıyor olsa da, canın bedenle olan ilişkisinde, fıtratın gereği, bütünleyici özelliğiyle daima diridir. Aslında hayata müdahil olan, yaşam felsefesinde dayanak oluşturan ölüm, eskimez, değişmez işleviyle insanın gündeminden çıkmaz / çıkarılmaz olgu olarak gizeminden zerre taviz vermeden alın teriyle çalışıyor.
Faniliğin acı tadı bir nebze dizginleyen
Doymayan duraksız iştahımızı
Söğüt gölgesinde yudumlanan çay / vakti ikindi
Karşımızda dağı yalayan güneşin şavkı
Ölüm bir aza değilse bile
Şairin kirpiklerinden biridir belki
Müslüman insan için ebedi aleme göçme anıdır; ancak hayatın tamamına etki yapan uyarıcı özelliğiyle açıldığı ebedi alemde cenneti hatırlatmasıyla dosttur.
Dosttur dost olmasına da, ürperten yanını korumada, vakti bildirmemedeki ketumluğundan taviz vermez. Sürekli yanımızdan birilerini alıp giderken, haber verir. En "güzellerimizi" alırken kendinin de bize sevdirmeye çalışır.
Bir gün beyazlara bürünür gelir
Korku uyanmasın çığlık görmesin diye
Kar gibi gülüşle sarar toprağın kara bedenine
Usta bir sanatçıdır ölüm önem verir eserine
Bir hafta içinde iki güzel adamı, iki dostumu alıp gitti. Birbirine öyle benzeyen, hastalıkları aynı, dağ gibi iki dost: Erol Battal ve Abdülkadir Kibar.
Erol eğitimi gökler ötesine bağlayan, yazan, yaşayan, en önemlisi derinden hisseden, özüyle, sözü bir dosttu. Müslüman kimliğiyle mücadele günlerinde meydanın orta yerindeydi. Nesilleri azalan durulukta insanlardandı. Cami avlusunu doldurup taşan cemaat onu uğurlarken, sözbirliği etmişcesine buna şahitlik etti. Erol ölümü güzelleştirme, ahretin çekiciliğini anlatmadan bütün dostlarını uyararak son hizmetini yerine getirdi.
Dağı ölüm döşeğinde gördünüz mü ?
Deniz inerken dinlediniz mi ?
Dosttan geriye kalan kesik tebessümün sizi alıp götürdüğünü
İçinizde ağlarken o çocuk
Pişmanlıkların diz çöktüğünü
Nasıl anlatabiliriz olmazsa ölüm
Henüz birkaç gün geçmişti ki, Abdülkadir'i Dost'a uğurladık. Tebessümün kendinden razı olarak açıldığı çehreye sahipti. Onu görünce, içinizde güven duygusu ayaklanırdı. Cağoloğlu'na işi düşen ona vakit ayırmak için özen gösterirdi. Sakin, mütebbessim, duruşuyla; susuşu başka güzel, konuşması başka güzeldi. İlkeli hayatı, açık gönül kapısı ile pek çok insanı etkiledi. Ticarette temiz , dostlukta kavi herkesin Reis'iydi.
Reis statü sahibi, mevkisi, makamıyla öne çıkan biri değildi. Bütün bunlar, musallada kirli çamaşır gibi çıkarılan dünyaya ait kabuklar. Reis ahret metaı biriktirirmiş meğer. Yoksa nasıl izah edeceğiz, gecenin saat birinde yüz kadar adamın Balipaşa camisinin bahçesinde sükutun kanatlarında fiili durum oluşturmasını. Her biri bir başka semtten, bir başka şehirden gelip hiçbir şey hesap etmeden düşünmeden, derin boşluğa bakıp dünya ile ahret arasında gidip gelmeleri, izahtan vareste durumdu. Gönül bağıydı izahın yanına yaklaşamadığı, alfabenin yetmediği vasat.
İki dosttun ağızbirliği etmişçesine hâl lisanıyla ortaya koydukları; musallada bırakılmayan "sermaye"nin önemiydi. Allah (c.c) katında makbul mümin topluluğunun "İyi bilirdik" onayı anlık bir durum değil. An an gergefe çekilmiş ömrün, oya gibi hayırla işlenmesini gerekli kılıyor.
Sevdiklerimiz, güzel insanlar gittikçe, ölümün gözlerine cesaretle bakma irademiz gelişiyor.
Üç yıl önce tevafuken tanıştırmışım, Erol ile Abdülkadir'i... Özleri sözleriyle bütün, yirmi beş yıllık sağlam omurgalı iki dostu Mevla'ya uğurladık,ölüm şimdi daha yakın.
Yunus'a bırakalım son sözü ve iki güzel müminin ailelerine, yakınlarına ve dostlarına sabr-ı cemil dileyelim.
Hiç bilmeyiz sıra kimin
Aramızda gezer ölüm
Halkı bostan edinmiştir
Dilediğin üzer ölüm.