Bir önceki yazıda sosyalizm, kapitalizm ve liberalizmin bazı özellikleriyle İslamı andırması ne anlama gelir sorusu sormuştuk. Kısmı benzerlikler üzerinden genelleme zorlamaları yapılmaya da çalışılsa İslam üç dünyevi sosyal düzene benzemez.

Öncelikle İslam dünyevi sınırlı değildir ve insanı ölümle terk etmez. İnsanın varlığına anlam getirir ölüm, ahret ve ebediyeti ihata edişiyle fiziki mekânları aşan sonsuz mahiyete sahiptir. İslam dindir. Kalp ve aklın inşasını sağlar. İslam'ın ihata etmediği an ve alan yoktur. Ekonomik ve sosyal mahiyetlerle dünyevi düzenlerin sınırlı etki alanlarıyla benzeşmesinin nedeni o düzenlerin yaklaşımıyla alakalı, mesele reaksiyonel olanla ilgili.

İslam'da  zenginlik  kişiye ayrıcalık vermez, aksine sorumluluk yükler. Varlıklı mümin kendini yoksuldan üstün kabul ettiğinde, zenginliğinin sebebini beceri ve zekâsına yüklediğinde tövbe edip dönülecek bir yola girmiş demektir. Kur'an bahçe sahibi iki kişi üzerinden bu iki farklı yaklaşımın neticesini ortaya koyar. (Kalem 17-31)

İnsan tabiatına tesir eden ve onu bozan tehlikeli nimetler altında simgeleşen altın önemli bir yer tutar. "Altını olan kuralı koyar" ifadesi ekonominin siyaseti belirleyen açılımı olarak, günümüzde önemli sorunsal olarak dünyanın gündeminde yer almaktadır. İlk sapma Kabil'le başladı. Karun'da simgeleşen zenginlik, etkileyen güç olarak günümüzde uluslar arası şirketlere dönüştü ve sınırları aşarak küresel hareket alanı için savaşları tetikler hale geldi.

Altın başlı başına kötülük unsuru değil. Hz. Ebubekir'in elinde merhamete, Karun'un elinde hançere dönüşen altın, onu tutan ele ritim veren kalbin yaslandığı, değerle anlam kazanıyor.

Asrı saadetle tevbe ırmağında yıkanan müminler, koca çocuklar gibi vahyin öğretisine boyun eğip mizaçları oranında mizaçlarına uygun şekillendiler ve güçleri oranında misyon yüklendiler.

İmanla birlikte ameller ortaya çıktığında, farklı yaklaşımlar fıtrata göre şekil ve muhteva kazanır oldu. Hz.Ebubekir Kureyş işkencesinden satın aldığı köleleri azad ederek altını iyiliğe çevirirken, aslında İslam iktisadının ana eksenini oluşturduğunun farkında değildi. Mekke pazarının mantığına göre, köprü üzerinden suya para atma anlamına geliyordu bu yaklaşım. Nitekim daha sonra fazla ödeme yaptığı halde kendisine köle satılmadı.

Bir başka örneklik olarak Salebe'yi ele alabiliriz. Mescide herkesten önce gelen vakit namazlarını cemaatle kılan bu sahabe Efendimizden çok malı olması için dua ister. Niyeti sahihtir. Koyunları olduğunda zekâtını verecek, iyilikten geri duymayacaktır. Efendimiz her defasında, "Şükrünü eda edeceğin mal daha hayırlıdır" diye tavsiye ettiyse de sahabe ısrarını sürdürür. Neticede dua eder Peygamberimiz. Salabe'nin sürüsü çoğaldıkça mescide gelişi azalır. Sonunda cumalara bile gelemez ve zekât için bahaneler bulur. Salabe örneği kaybetme öyküsüdür.

Peygamber yanı başlarındayken dahi sahabelerden imtihanı kaybedenler olmuştur. Kazananların durumları da farklıdır. Tebük Seferi'ne hazırlık yapılırken her sahabe farklı yaklaşım göstermiştir.  Kimi malının yarasını, kimi bir miktarını getirmiştir. Zorlama olmaksızın, tamamen gönüllü olarak toplanan destek sonunda seferden çatışma olmaksızın dönülür. Bu bir sınanmadır.

Halifeler döneminde, her türlü zorlukla sınanmış sahabelerin bir kısmı zenginliğe kavuşur. Kiminin ölçüyü gevşettiği görülür. Hz. Ebuzer söylemleriyle lükse, israfa karşı muhalefetini yükseltir. Tarihin akışı günümüze iki eğilimin tezahürüyle iki koldan yürüyüşünü sürdürüyor.

Günümüzde ekonominin etkileyici güç olarak, dünya ölçeğinde kabul görmesi, dindar camiaları da etkilemektedir. Pazarın hâkim yapısı kabullerini dayattığı oranda muhaliflerinin dönüşümünü hızlandırıyor. Kimi dindar tüccarlar piyasaların dayatmacı karakterini göstererek, mazeretlerine gerekçe ararken, çözüm arayışına girenlerle bir yelpaze oluşturuyorlar. Tıpkı sahabe çeşitliliğinde olduğu gibi.

Gücünü gösteriye dönüştürüp gökdelen dikmeyi  marifet sananlar, işçisinin üretim malzemesi gibi görüp ekonomik gücünü siyasetle belirleyici kılanların seküler anlayıştan ne kadar farkları kaldığı Salabe örnekliğiyle benzerlik arz eder.

İslam sınıfa ve statüye önem vermez. Önemi takvada/erdemde arar. Erdemleri eylemlerle ortaya çıkan çevresine hayır yayan insanların ameli olarak tarif edebiliriz. Bu açıdan baktığımızda insan fakirden kazanıp zenginken kaybedebildiği gibi tam tersi de olabilmektedir. Altının insan psikolojisine yansımasıdır üzerine durulması gereken. Fabrikası yanan zengin "Mal Allah'ındır, rızkı O verir" diyerek üzüntüsünü abartmıyorsa kazanır. Öte yandan iştahı, tutkusu yüksek fakir de isyan ve taşkınlıkta kaybeder.

Kabil'in kaybetmesine, Habil'in kazanmasına vesile olan nimete bakıştır, arkada yer alan lütfü görme ve görmeme;  gereğini yerine getirme, getirmeme durumudur.

Altın merhamet ve hançer olmaya devam ediyor. Üçüncü yazıda daha somut örneklerle piyasayı irdeleyip hep olumsuz bakmanın yerine, bir başka tutumun imkânını aramaya çalışacağız.