Fadlallah ismi ölünceye kadar Batılılar nezdinde gerçeğiyle değil algısıyla birlikte yaşamıştır. Belki de Fadlallah’ı tam olarak ölürken çözmüşler veya anlamışlardı. Aslında itiraf etmek gerekirse, bizler de Fadlallah gerçeğiyle değil algısıyla tanıdık. Bunun nedeni aramızda çok yönlü çeperlerin olmasıdır. Muhakkak ki gerçeğini bilenler olmakla birlikte bunun pek yaygın olduğunu söyleyemeyiz. Time dergisi gibi Batı basını ölürken itiraf etti ve ‘ Biz yıllar yılı Fadlallah’ı Hizbullah’ın sözcüsü veya dini rehberi olarak bilirdik” ifadesini kullandı. Meğer değilmiş!
Gerçekten de çoklarımız için Fadlallah bu anlama geliyordu. Galiba bunun nedeni de Reagan olmalı. Zira, oğul Bush’un 2001 yılında 11 Eylül’den sonra Bin Ladin’i listeye alarak meşhur etmesi gibi Reagan da iktidarı döneminde Fadlallah’ı terör listesine alarak uluslararası imajının oluşmasında etkili olmuştur. Yani burada kamuoyu Reagan’ın oluşturduğu imajın mağduru olmuştur. Gerçekten de Fadlallah imajıyla yaşayan ama gerçeğiyle ölen adam olarak tarihe geçmiştir. Ekim 1983’te Amerikan Deniz Piyadelerine yönelik saldırı ve 241 deniz piyadesinin ölümünden de Fadlallah sorumlu tutulmuştur. Ve akabinde 2 yıl sonra 8 Mart 1985’te Fadlallah’a yönelik suikast girişiminden de bu defa misilleme ile CIA sorumlu tutulmuştur. Suikast girişimi CIA’nın üzerine yıkılmıştır. Lakin Fadlallah bundan pek emin olmadığını söylemiştir. Belki de bu olaydan dolayı yerel hasımlarını suçluyordu. Özellikle özel sohbetlerinde Batılı rehinelerin kaçırılmasından dolayı şikayet ediyor ve bunu İslami bulmuyor ve İslami kurallarla bağdaşmadığını savunuyor. Bu gibi olaylardan dolayı da en azından dar dairede ve özel sohbetlerinde İran’ın Lübnan’daki yandaşlarını veya ‘uzun kollarını’ sorumlu tutuyor. En azından vefatından sonra Batı basınının yazdıklarından bunu çıkarıyoruz. Burada, ‘insan, bilmediğinin düşmanıdır’ hakikatini daha iyi kavrıyor.
*
Hizbullah’la münasebetleri de böyle sisli. Esasında yanlış algılardan birisi Hizbullah’ın kurucularından sayılması ve sanılmasıdır. Halbuki, bugünün Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin mensubu olduğu Dava Partisinin üç kurucusundan birisidir. Diğerleri Muhammed Bakır es Sadr ve Mukteda Sadr’ın babası Muhammet Sadık es Sadr’dır. 1982 yılında Hizbullah kurulduğunda yakın mesafe içinde oluyor. Lakin 1985 yılı gelip çattığında Şii nüfuzunu ele geçirme açısından Hizbullah ile Emel arasındaki yarışma, kutuplaşma ve ardından çatışmalar yaşanınca en azından tarafsız kalıyor ve Emel’in üzerine gitme ve silah çekme açısından kendisinden istenen fetvayı vermeyi reddediyor. Özellikle de 1989 yılında Hizbullah ile yollarını ayırmış ve onu Lübnan merkezli ve ölçekli bir direniş hareketi olmaktan çök İran’ın ajandasına bağlı bir hareket veya İran’ın Lübnan’daki kolu olarak değerlendirmiştir.
Cezire.net’in de yayınladığı ölmeden önceki son röportajında, satır aralarında bunları okumak mümkün. Bu röportajında detaya ve tafsilata girmese de Hizbullah ve İran ile arasında bazı hususlarda farklılıklar ve ihtilaflar olduğunu söylemiş ve bunları ‘cüz’i’ olarak nitelendirmiştir. Bu ihtilafların başında da velayet-i fakih ve velayet-i fakih kavramı üzerinden dünya Şiilerinin İran’a bağlanmasına itirazı var. Son söyleşisinde çarpıcı bir biçimde şunları söylüyor: ”Hayatımın hiçbir döneminde Hizbullah’ın bir parçası olmadım. Batılıların takdim ettikleri gibi hayatımın hiçbir döneminde Hizbullah’ın manevi rehberi de olmadım. Hizbullah’ın kendi görüşleri var benim kendi görüşlerim var. Bu görüşler tabiatıyla bazen uyuşur bazen de uyuşmaz …”
UNİFEL çerçevesinde Güney Lübnan’a Türk askerleri sevk edilmesine itiraz etmemesi ve sıcak bakması da bu bağımsız çizgisine ve kişiliğine hamledilmelidir.
*
Şimdi Batı alemi veya basını da Fadlallah’ı anladı. Lakin yine de imajıyla yaşasa ve gerçeğiyle ölse de hala yanlış algıların tortusu öldükten sonra da peşini bırakmıyor. Sözgelimi, CNN’in Ortadoğu muhabiri de, kıdemli Beyaz Saray muhabiri Helen Thomas’ın Mavi Marmara meselesinden dolayı başına gelen hadise gibi bir hadise yaşamıştır. O da CNN’den kovuluyor. CNN'in Orta Doğu haberlerinden sorumlu Octavia Nasır'ın sosyal paylaşım sitesi Twitter'a bıraktığı bir notta Fadlallah'tan övgüyle söz etmesi üzerine CNN'deki görevine son verilmiştir.
Özellikle sözde değil özde Şii-Sünni yakınlaşmasına hizmet etti ve bundan dolayı saygı da kazandı. Bu anlamda, tabilerine hem sahabelere ve hem de Hazreti Peygamberin eşlerine yönelik seb ve sövmeyi yasakladı ve bunun doğru olmadığını ortaya koydu. Bundan dolayı kendisine kızanlardan bazıları ona ‘Dahiye’nin (Güney Beyrut) Ebebekir’i’ sıfatını takmakta bir beis görmediler. Fatıma Mushafı diye bir şeyin olmadığını söyledi. Keza imamların (12 imam) masum olduğu ve gaybı bildikleri ve kozmik güçlere haiz oldukları iddialarını reddetti. Bu yaklaşımıyla Humeyni’nin anlayışından ve çizgisinden de ayrıldı. Tek masum kaynak olarak Kur’an-ı Kerim’i gördü ve Seyyid Kutup gibi Kur’an-ı Kerim’e irşad ve mev’ize ve rehber bir kitap olmaktan öte anlamlar yüklenmesine karşı çıktı.
Hazreti Ali’nin hem Hazreti Ebubekir ve Hazret-i Ömer’e biat ettiğini doğruladı hem de onların dini müşaviri ve danışmanı olduğunu kabul etti. Keza ezanda Şiilerin ilave ettikleri ‘ Eşhedü enne aliyyen veliyyullah’ ifadesinin ezandan olmadığını, sonradan tarihi bir ilave olduğunu ikrar etmiştir. Yani Fadlallah’ı tanıdıkça, tanımadık bir sima ve bir başka Fadlallah ile karşılaşıyoruz. Tanımadık bir Fadlallah karşımıza çıkıyor. Bu da basının ve algının cilvesi ve marifeti olsa gerek.