ABD’nin Ortadoğu özel elçisi Senatör George Mitchell son bölge turunu, Filistin Yönetimi’yle İsrail hükümeti arasında müzakerelerin yeniden başlaması olasılığına dair somut ilerleme kaydetmeksizin bitirdi.
Bu turun başarısız olmasının ve Mitchell’ın Washington’a eli boş dönmesinin üç temel sebebi var: İlki, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Batı Şeria’daki temel Yahudi yerleşim birimlerinin hepsini muhafaza etmeyi ve çözüm anlaşmasının şartı olarak İsrail’in Ürdün Nehri, yani müstakbel Filistin devletinin doğu sınırları üzerindeki hâkimiyetinin kalmasını istemesi.
İkincisi, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın İsrail işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’teki yerleşimleri tamamen dondurmadan ve müzakereler için bir çıkış noktasıyla uluslararası garantilerle desteklenmiş bir bitiş tarihi belirlenmeden müzakere masasına dönmeyeceğini açıklaması.
Obama da itiraf etti
Üçüncüsü, ABD Başkanı Barack Obama’nın barış yoluna konulan engelleri ve Amerikan rolünün sınırlarını yanlış değerlendirdiğini itiraf etmesi.
Bu itiraf, Obama’nın hem önceki vaatlerinden ve yükümlülüklerinden açıkça geri adım attığını, hem de barış girişiminin yeniden başlaması için yerleşimlerin dondurulması şartını bırakması yönündeki İsrail baskılarına boyun eğdiğini gösteriyor.
Mitchell’ın misyonunun başarısız olması siyasi boşluk halinin yaşanması ve Arapların barış seçeneğine artık bel bağlayamayacağı anlamına geliyor.
Yani Arap barış girişimi yetkisini kaybedecek. Ramallah’taki Filistin Yönetimi, Batı Şeria’da ‘barışçıl intifa-da’nın patlak verme olasılığından, yani gösteriler düzenlenmesinden, sivil isyandan ve belki Abbas’ı 17 yıl önce Ramallah’a getiren birinci intifada deneyimindeki gibi taşın silaha dönüş-mesinden ‘şiddetle utanarak’ bahsediyor.
‘Utanarak’ diyoruz, çünkü birinci intifada 20 yıl önce patlak verdiğinde ortada Batılı ülkelerin bağışlarına dayanan, polisin, güvenlik güçlerinin ve ileri gelen şahsiyetlerinin VIP kartları Amerikalı General Keith Dayton tarafından denetlendiği bir yönetim yoktu. Bu yönetim görülmemiş bir trajedi yaşıyor. Zira intifadayı desteklemesi kendini feshetmesi ve Batı Şeria’nın eskisi gibi İsrail tarafından tamamen işgal edilmesi (yani ‘ikna edici işgal’in aleni işgale dönüşmesi) anlamına gelecektir.
Abbas Yaser Arafat’ın, ABD başkanı Bill Clinton’ın sunduğu çözümü kabul etmesi yönündeki baskıları reddetmesi sebebiyle Camp David müzakereleri çöktükten sonra karşılaştığı şartların aynılarıyla mücadele ediyor. Tabii temel bir fark var: Arafat dönüşü sonrası derhal Aksa Şehitleri Tugayı’nı kurarak, Hamas ve İslami Cihat’la bağları güçlendirerek ve silah aramak için Lübnan, İran ve Avrupa’ya temsilciler göndererek direniş seçeneğine başvurmuştu. Arafat bu tercihin karşılığında yüksek bir bedel ödedi. Ramallah’taki karargâhında abluka altına alındı; bu abluka zehirlenerek şehit olmasıyla son buldu. Arafat bu onurlu sonu bekliyordu ve istediği de oldu.
Fakat Abbas’ın yerleşim birimlerinin dondurulması şartı yerine getirilmezse müzakerelere dönmeme temelindeki tutumunda ne kadar direneceğini bilemiyoruz. Zira bu konuda Amerika ve Avrupa’dan çok Araplardan baskı görüyor. Fakat bizim gibi Abbas da şunu biliyor: ABD yönetimi ve Avrupalı müttefikleri kendisinin azledilmesi ihtimalini de gözden geçiriyor. Alternatifler aramaya başlamış olmaları da olası.
İsrail’in yalnızlığı artıyor
İsrail de büyük bir trajedi yaşıyor. Gazze’de savaş suçları işlemesinin ardından uluslararası platformda kendisinden nefret edilir oldu. Saldırıdan sonra ambargoyu sürdürmesi de bu nefreti artırdı. Türkiye’yle ilişkileri kötüleşti, Suriye’yle dolaylı müzakerelerin son bulması hem bölgesel hem de uluslararası yalnızlığını artırdı.
Geçmiş deneyimlerde gördük ki, İsrail krizlerden çıkmak ve dengeleri değiştirmek için savaşlara girme seçeneğine başvurabiliyor. Dönemin İsrail başbakanı Menachem Begin Lübnan’daki direnişin yükseldiği 1982 yazında ülkeyi işgal etmişti.
Eski başbakan Ehud Olmert Güney Lübnan’daki alçaltıcı yenilgisini telafi etmek için Gazze’ye saldırarak aynısını yapmıştı. Netanyahu da gelecek haftalar veya aylarda Güney Lübnan’a, Gazze’ye veya her ikisine birden saldırabilir. Kendisi şu an gerekçeler arıyor.
Gazze’ye yeni saldırı ihtimali
Açık Arap desteğinin varlığı da Netanyahu’yu Gazze veya Güney Lübnan’a saldırmaya teşvik edebilir. Suriye dışında tek bir Arap ülkesinin Gazze ablukasının kaldırılmasını istediğini duymadık. 1,5 milyon Filistinli’yi boğmak için Gazze sınırına çelik duvar inşa edilmesiyse, Mısır hükümetinin Hamas yönetiminin nihai olarak bitirilmesi yönünde yaktığı yeşil ışık olabilir. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, polis bayramında yaptığı konuşmada Hamas’a ilk kez bu kadar sert çıkıştı. Hatta bazı Mısırlı yetkililer üç hafta önce sınırda bir Mısır askerinin öldürülmesinin cezası olarak Gazze’ye saldırma tehdidinde bulundular.
Bizi Gazze’deki Hamas yönetimini askeri yöntemlerle bitirme yönünde bir Arap-İsrail-Amerikan planının olduğunu düşünmeye sevk eden şey, ambargonun Gazzelileri Hamas otoritesine karşı ayaklandırıp bu yönetimi devirmekte başarısız olması ve bölgede yeniden inşa çalışmalarının hâlâ başlamaması.
Yeniden imarın geciktirilmesi, yeni bir İsrail saldırısının beklenmesinden kaynaklanmış olabilir.
Abluka hiçbir işe yaramadı
Yeni bir Gazze saldırısı kolay olmayacaktır, hatta belki de İsrail’in trajedisini artıracaktır. Zira ilk saldırı Hamas yönetiminin ortadan kaldırıl-masını ve ‘direniş kültürü’nün kökünün kurutulmasını sağlamadı. Sonuçlar hep aksi yönde oldu. Gazze halkı yeni bir saldırıya karşı da direnecek ve İsrail güçleri Gazze’de uzun süre kalmayı kararlaştırırsa bile direnişi sürdürecektir. İlk saldırı deneyiminden alınacak dersler vardı; eğer Netanyahu aklına eseni yapıp tehditlerini hayata geçirirse bu derslerden yararlanıldığını görebiliriz.
Hamas-Fetih uzlaşısı da geçmiştekinden daha yakın. Özellikle de Fetih Batı Şeria’da barışçıl intifadanın fitilini ateşler ve Abbas elini boş müzakerelerden tamamen çekip kendisini lider hareket kılan ilk kareye dönerse... Böyle bir uzlaşının geri sayımının başlaması gerekiyor. İster barışçıl olsun, ister direniş zeminine dayansın, böyle bir uzlaşı en uygun ve etkin çıkış yolu olacaktır. (Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 26 Ocak 2010)
Kaynak: Radikal