Bir medeniyet gücünü yitirdikten sonra rüştünü kaybetme eğilimine girer ve türlü olumsuz hallere düçar olur. Hükümran olunduğunda adlandırma yapma ayrıcalığı doğal olarak, merkezi güce ait telakki edilir. Kendinden şüphe duymadığı oranda bir medeniyet yöneltilen eleştirilerden telaşa düşmez, aksine yapılan tespitlerin yerli yerine oturup oturmadığını anlar, karşı taraftan nasıl idrak edildiğini öğrenmiş olur.

Osmanlı, kendini bir aileye mensup insanların yönetimi olmasına rağmen, bir cihan devleti olmayı başarıp merkezi güç olarak taşıdığı değerleri ortaya koyarken, Avrupa'yı küçümsediğini, içten içe yaşanan devinimi gözden kaçırdığını söyleyebiliriz.

Özellikle İslam'ın dünyaya sirayet etme özelliği ve Müslümanların dinlerinden mutlu, coşkulu halleri kilise otoritesine karşı muhalefetin itici gücünü oluşturdu.

On sekizinci yüzyılda yaşanan sosyal değişimlerin teknolojiye bütünleşmesi karşısında Osmanlı'nın yaşadığı şok, silahların gelişmesi, ortaya çıkan yeni hali anlama ve kendi kültür kodlarında izaha kavuşturma önemli mesele hale geldi. Yapılan tanımlar tatminden uzak ve teknolojinin önemini aşırı oranda yücelten, kültürden ayrı telakki eder tarzda gelişti. M.Akif'in Berlin'de gezdiği fabrika sonrası makine için "Uyumaz hizmetkâr" tanımlaması, yaşanan hayranlığın boyutlarını gösterme açısından manidardır.

Avrupa ahiret merkezli Katolik inançtan dünyevi hayatı öne koyan Protestan anlayışa dönüşürken değişimin yansımaları önce Osmanlı ulemasında görüldü.

İslam'ın, o güne kadar şahlandırıcı gücünden şüphe duymayan zihin dalgası, Batı'yı önemseyen halet-i ruhiye içine girdi.  Bir başka ifade ile, kendinden kaçma, başarıya ram olma arzusu, "İslam terakkiye manidir" başlığı altıda şekillenmeye durdu. Bu cenah dini ahiret işleriyle sınırlı sahaya çekmeyi, İslam'ın dünya algısında Protestan tasavvuru ile hareket etmesini zaruri gören bir tutum içinde gelişti. Ortaya çıkan seküler anlayış, zihnin ikili çalışmasına imkan verir mahiyette gelişmeye durunca, teslimiyetçi anlayış siyasete müdahil olma ve Batı'dan "sufle" alma konusunda hayli mesafe alır hale geldi. Bu durum karşısında İslam'ın terakkiye mani olmadığını, kusurun tembellik edeni, yanlış kader anlayışı ile cüzi iradeyi kullanmayan Müslümanlarda olduğunu söyleyen İslamcılar, karşı tutumda farklı bir yerdeydi. Aralarındaki ortaklık teknolojinin gerekliliği üzerindeydi.

Modernleşme, o dönemde yaygın kullanımıyla asrileşme, konusunda derin farklılıklar ortaya çıkıyordu. Batılı değerleri içselleştiren, aile hayatına taşıyanlara karşın teknolojiyi alıp kültürüne mesafe koymayı öneren dindarlar, bir bakıma teknik imkânları devleti koruma adına savunur durumdaydılar.

İslam'ın her alanda geçerli değer olduğundan şüphe duymayanlar, İslamcı olarak adlandırıldı.  İslamcılar halifeliğin korunmasını önemserken, Cumhuriyetin kuruluşuyla, kurucu kadronun ortaya koyduğu dayatmacı Batılılaşma, İslam'ın kitleler nezdinde ne oranda kabul gördüğünü belirsiz hale getirdi.

İslam'ın, hayata karışmayan, cenaze kaldırma işlevine haiz yorumu gibi, akla raci kılınan sayısız tonuna rastlanır hale gelmesi, İslamcı vurgusunun yürürlükte kalmasını zaruri hale getirdi.

Doğru Müslümanlık, olması gereken durum olarak, satır aralarında saklı ön kabulle İslamcı adlandırması, özellikle son otuz yıl içinde halktan kopuk gelişti.

İslamcılık iktidardan, merkezi güç olmaktan düşme bilinciyle ile, yeniden hakimiyete dönme hedefini içerir. Bu haliyle, geçici bir dönem kullanılmaya matuf, ihdas edilmiş kavramdır. Kur'an'ın belirttiği "Ben Müslümanlardanım" ifadesi, Müslüman ve cemaat boyutunu, kulluğun sade ifadesini anlatması açısından çok daha kapsayıcı olduğu açık. Ancak toplumun "psikolojik Müslüman" tiplemesiyle sayısız tipolojiye kavuşması, İslam'ı, ahiret – dünya ayırt etmeksizin, topyekün kabullenen Müslümanlar için İslamcı adlandırmasına sahip çıkmak zorunlu hale geldi. Bir başka açıdan, sorumluluktan kaçmama adına, bu geçici adlandırma sahiplenildi. Ancak, geçici kavramsallaştırmaların kalıcı olma temayülleri bu konu için de geçerlidir. Diğer taraftan bugünün İslamcılarının sorunları ve tersine dünyevileşme konusu, şekil – muhteva kopukluğu bir başka başlıkta ele alınabilir.