Toplanmaz değerlerin toplamasının yapıldığı, kimin ne zaman, hangi olay karşısında ne yapacağının belli olmadığının bir çağda yaşamak büyük risk altında bulunma anlamına geliyor. Talep konumunda veya muhalefet cenahında bulunulurken alınan tavır, üretilen fikirle, iktidar imkanına kavuşunca yapılacak icraat ve söylem arasında bütünlük, tutarlılık olması, özellikle insanlığa sözü olanlar için elzem bir durumdur.
İslam insanı duygu, düşünce ile kuşatan ve akla karakter veren, kalbin ritmini, heyecanını ayarlayan, dünya hayatını taşan, yegane söylemdir. Doğal olarak kendini teklif olarak sunar, muhatabının kendini hiç bir etki altına kalmadan bilinçle seçmesini bekler. Gerçekleşen icab ve kabul sonrası temel koordinatlarla Müslümanın ayırt edici vasfı oluşur ve imanın son nefese kadar korunma hassasiyeti ortaya çıkar.
İnsanın hayatında nelerle karşılaşacağı, imtihanın ne kadar zorlu geçeceği bilinen bir durum değildir. Buna mukabil Kitap önceki ümmetlerin zengin tecrübesini mümine aktararak makbul tavır ve davranışları bildirir.
Bu sayede mümin bir başka söylemin elinde bulunmayan, büyük bir imkana kavuşmuş olur. Temel ilkeler amelde insanın, gücü, kapasitesi, imkanıyla izafiyet kazansa da aynı doğrultuyla ve "rıza"nın aranmasıyla, Hz. Adem'den tevarüs ede gelen çizginin muhafazasıyla aynı ümmetin varlığının hayatiyetini göstermiş olur.
İlk insan/Peygamber'den süre gelen çizginin ilişkilerdeki meşruiyet mastarı adalettir.
Zıddı zulüm olan eylemin, aynı zamanda, kitaba sığmaz, sığdırılmaz oluşu bir yerindelik denetimi olarak, statü tanımaksızın toplumun katmanlarda herkesin anlayacağı ve icrasında duyarlılık göstereceği bir tutuma denk gelir.
Temeli yazılı ilkeye denk düşen yerindelik arayışı, en küçük hareketten evrensel tutuma kadar aynı tutarlılık ve duyarlılıkla hayatın kılcal damarlarında gezmeden önce müminin aklında ve kalbinde varlık bulur. Bilince dönen ve anlık eylemlerde bile kendini açığa çıkaran bu tutum hukukilikle kendini yazılı olarak denetime açar.
Eleştiriye açık olmak, yanlışı düzeltme, varlığı tahkim etme ve yürüyüşü sağlıklı kılma açısından önemli bir kazanımdır.
İslam açık bir söylemdir ve tek bir insanı dışarıda bırakmayan, hayatın anlamını belirleyen ve aşan mahiyete haizdir. Müminin aklı, farklı çalışmak durumundadır. Daha kurgu aşamasında meşruiyet denetimi ile çalışan aklın zulme sebebiyet vermeme gibi bir zorunlukla inşaya duruşu onu farklı kılar.
İslam aklımızın toprağıdır ve nebatatın ihtiyacını topraktan alıp kimyasını onunla özdeş kılması misali, meşruiyet ilişkisinin besleyici yapısını kontrol imkanı da sağlar. Çağımızın en büyük algı hastalığı olan indirgemeci ve eklektik algı çıkmazlarının kontrolü bu sayede ayırt edici imkana kavuşabilir.
Her yeni olay, geçmiş olaylara benzese de mutlaka farklı amillerin etkinliği ile vücut bulduğu indirgemeciliğin kesin çözüm olamayacağı bir bilinç durumu ile Müslüman zihinde diri bir hazırlığı gerektirir. Yaşanan gerçekliklerin düşünce kimyası üzerinde yozlaştırıcı etkiye haiz olduğu, yine bu parantez içinde ele alınma durumundadır.
İnsanların duygusal bir durumda topluca ve yaşanan etkiyle karar verdikleri ve bu aşmada doğru işaretlemenin aynı zamanda bu topluluğa karşı çıkmak anlamına geldiği bilinen bir gerçektir.
Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu sarsıntılı süreci değerlendirmek adına söylediklerimiz üzerinden düşünmeye durduğumuzda, pek çok çarpıklığı, yanlışı işaretlemek mümkün. Fikirlerin acıyla imtihanı da ayrı ve önemli bir dağılma, savrulma etkisi barındır.
Müslümanlar, karşılıklı silahların alev aldığı, sözün kulağa değmediği bir ortamda nasıl konum alıyor ve her şeyden önce kendilerine ne söylüyorlar? Söyledikleri söz meşruiyet çizgisinden üretilen adalet kokusunu taşıyor mu? Ve ortaya çıkan durum, geleceği hangi gerçeklik açısından kurmaya yöneliktir?
Görünen o ki, henüz adalete sırtını dayamamış, temel argümanları cahiliyeye ait bir devleti içselleştirme ve "milli bayram"ları derin bir metafizik aşkla kutlamaya yönelme tavrı içinde büyük bir kitleden bahsetmek mümkün.
Diğer yandan, geçmiş yanlışlardan referansla ve karşı çelişkileri büyüterek, geç kalmış ulusçuluğun dış kaynaklı macerasına endeksli örgütün tarafında yer alan Kürt kökenli Müslümanlar.
İki tavrın da isabetli olmadığını açıkça söylemeliyiz.
Pek çok bahane üretebilir, iki taraftan da acı merkezli olayları konu edinebiliriz. Ortaya çıkan sahiplenme ve dışlama reflekslerinin arkasında mümin kardeşliğini besleyici bir tavır mı; yoksa ayrıştırıcı, geleceği her iki cenah açısından kayıp hanesine kayıtlayacak yaklaşım mı belirginleşiyor?
Her iki yaklaşım da olayların acısıyla hareket etmeye yatkın ve iki taraf da eklektik ve indirgemeci tavrın etkisi altında tavır üretiyor.
Böylesi durumlarda üçüncü bir bakışın, elzem bir yaklaşımın ortaya çıkması gerekir. Günün duygusal durumu ile iki taraftan da kabul görmeme ihtimaline karşı, geleceğin duasını, önemseyen, meşruiyet denetimini kullanarak, kendini olayların günlük dilinden kurtarmış bir yaklaşıma ihtiyaç var.
İlerde bir düzlemde ayağa kalkmayı murat etmek, gerçekçi bir tutumun endişeli ve şimdiden ıslahatçı tutumuna ve gayretine başlamayı gerekli kılar.
Sabrı, ihya ve inşayı öne koyan bir söylemi, önce kendimizin duymaya ihtiyacı var.
Biz bize ne söylüyoruz; duymaya aç kulağımız.
Sözümüz yoksa, biz de yok'uz!