İnsan fıtraten onur sahibi varlık olduğunun farkındadır. Kültür durumu, statüsü ne olursa olsun, kendine yöneltilen hakarete karşı duyarlıdır insan. Doğuştan sahip olduğu bu refleks, taşıdığı ilahi özün/ruhun savunulması gereğinden olsa gerek.

İnsan bu temel refleks yanında, iltifattan hoşlanmaya da yatkındır. Ne var ki, bu iltifatların aşırıya varması ve gerçekle ilintisinin kurulamaması, ortaya yine farklı bir aşağılama girişimini hissettirir.

Devletler de kendilerini benzer bir mekanizma ile tahkim ederler. Küçük veya büyük, her ülke kendi varlığını ki, bu varlık, tarihteki konumdan ifa edilen işleve, üzerinde bulunulan coğrafyadan, halkın becerisine varıncaya kadar bir bileşkenin üzerinden hissedilen bir benliğe denk düşer.

Uluslararası ilişkilerdeki bürokrasi ve karşılıklı nezaket dili, bu duyarlılığın bir göstergesi olarak ortaya çıkar. Her devlet kendi halinden, konumundan memnun olduğunu hissettirmek zorundadır. Zorundalık doğal bir durumla izah edilebilir. Kendi içinde çeşitli sorunları olsa da onları küçültmeye ve ileriye bakışını güçlü biçimde sunmaya özen göstermek, uluslararası siyasetin alışıla gelmiş vasatıdır.

Tarih içinde, büyük coğrafyalara hükmetmiş ve parıltılı geçmişe sahip ülkelerin sessiz kasıntılığı ayağa düşürülmeden hissettirilir. Bir medeniyet temsili söz konusuysa, buluşma daha ince bakışlarla incelemeye değer bir karşılaşma olarak değer görür.

Bu temel yaklaşım sonrası, ABD’yi ziyaret eden Cumhurbaşkanının gezisi hakkındaki yorumlara bir bakmak gerekli olacaktır.

Gezi olayları ile ortaya çıkan ve izahına muhalefet tanımının kifayet etmeyeceği bir yapının beklentisinden söz etmek gerek. Bu yapı, Kürt milliyetçileriyle ulusçu Türk solunun ve her düşmanlığa canla başla hazır kıta destek veren Pensilvanya bileşkesinin oluşturduğu gayri memnun bir çekirdekten ve oluşumun çevresinde, bir ayağı içerde, diğeri dışarda CHP’ den oluşuyor.

Bu bileşkenin, söylemine, beklentilerine, fiillerine bakıldığında şimdiye kadar görülmemiş bir yapı göze çarpar. Gözükara bir öfke ile ülke düşmanlığına savrulan tutumdan bahsetmek durumundayız.

Bilinir ki, her on yılda yapılan darbelerin hedefi milletin sinesindeki değerin azaltılması olmuştur ve bütün darbeler, yerel işçilik ve dış desteğin onayıyla gerçekleşmiştir. Ve yine bilinir ki, dünyada pek çok yaşanmış örneğe bakarak söyleyebiliriz ki, Batının bu ihtilal destekleme arzusunun demokrasi mavalı ile hiçbir ilişkisi yoktur. ( Bir kaç misal, Cezayir, 1992 Demokrasiyi deviren ihtilalin desteklenmesi ve yakın tarih; Mısır, Sisi ihtilali, Irak işgali vs.) Bütün bunlara rağmen dış çemberle Ankara merkezi arasında zaman zaman gerilen ve gevşeyen bir bağ kuruluş aşamasından günümüze kadar gelmektedir.

Kimi zaman milletle baş edemeyen çevrelerin yardım dilenmeleri, bazen de, uluslararası konumun arzusuyla inşa edilen darbe ortamlarının maliyetini sürekli bu ülkenin evlatları ödemiştir. Yetmişli yıllarda, temel sloganı “ Kahrolsun Amerika” olan solun geldiği aşama hayli ilginç ve bir o kadar ibret vericidir.

Gözükara gayri memnunlar Obama’nın Türkiye Cumhurbaşkanına sert ikazlar yapması için, nasıl utanç yüklü bir beklenti içinde olduklarını yazılarından okuduk. Ne yazık ki, ülke ile bağlarının tamamen kinden ibaret olduğunu görmek ve dış güçlerin himmetine bel bağlar konumda, yardım dilenmelerine şahit olmak, hiç kimsenin sevineceği bir durum değil.

Düşmanın bile merdi makbuldür.

Diğer taraftan, Cumhurbaşkanının taltif edilmesini ve ilk gurubun aksine, büyük bir memnuniyetle karşılanmasını arzulayan çevreler de farklı arızanın temsilini üstlenmiş oluyorlar. Baştaki, konumlanmaya döndüğümüzde bir devletin ki, konumu ne olursa olsun, memnuniyetinde veya memnuniyetsizliğinde nezaket sınırlarını zorlarsa misafirin ülkesindeki insanlar topluca rahatsız olmalı.

Oluşan iki uçlu beklentinin güven açsından sorunlu olduğunu belirtmemiz gerekir. Aynı zamanda bu iki hal, belirleme yetkisini kendi dışında görme, beklenti içinde olma acziyetinin göstergesidir.

Bu bir aidiyet sorunudur.

Anlaşılıyor ki, yakın tarih savrulmaları, ayaklarıyla bu ülkenin toprağını çiğnerken mensubiyetleriyle başka diyarların şarkılarını söyleyenler, önemli bir orana tekabül ediyor. Dışardan kendi ülkesinin dizayn edilmesini isteyecek kadar çaresiz, kişiliksiz bir yaklaşımı savunabiliyorlar.

Ne diyelim, parçalı veya yaralı bilinç de izah etmez bu durumu, kendinden utanma, efendisine yaranma da, böyle giderse, karşılamayacak zihinsel ekalliyet oranını.