Dünyayı yaşanmaz yapmada yarışma yapılıyor sanki. Hukuksuz tahakkümlerin ağında saldırılara maruz kalınan süreçte, şiddet ve tehdit bir hayat tarzına dönüştü. Kim daha büyük kötülük üretecek diye beklenmiyor bile.

Devletlerin teröristçe uygulamaları, hukukun hiçe sayılıp adaletin devreden çıkarılması, grup terörünün ortaya çıkmasına aracılık ediyor. Şimdi aynı ülkeler, ektiklerini biçerken bir yandan da yakınıyorlar.

Arap Baharı rüzgarıyla kendi diktatörlerini, devirlerini tamamladıklarından, tahttan indiren irade ikinci versiyonda İslam’dan tecrit süreciyle yeni diktatörlere işbaşı yaptırdı. Uygulamaya konan pratiğin, süreci yönetenlerin resmi beyanlarıyla oluşturduğu tenakuz, artık kitlelerin dikkatinden kaçmıyor.

Diğer taraftan, Müslüman öldürme makinası olarak ortaya çıkan IŞID çok daha karmaşık bir üretimin sonucu. Bu oluşumun temelinde tarihi katkımızın olduğunu, bir özeleştiri olarak ele almamız ve üzerinde düşünmemiz gerekir.

Harici mantıkla tarihte malul olan ve İslam’ı şablon düzeyinde, tekli yorumla ele alan anlayışın öteden beri silahı şiddet, hedefi Müslümanlar olmuştur. Arazide saklı duran bu algı, yaşadığı ABD şiddetinin anormal tezahürüyle, kendini aynı şablon üzerinde inşa etmede zorlanmadı.

Ebesi ve destekçilerinin kim ve kimler olabileceği saldırdığı ve önüne koyduğu düşman algısıyla ve saldırmadıkları ile kıyas edildiğinde açığa çıkıyor.

Öte yandan, Müslümanların hayat yerine vahşeti temsil ettiklerine dair görüntülü örnek bulmanın sevinci, batılı medyada zevkle ele alınacak konu olarak tebarüz ediyor.

Dünya kıyamete hazırlanıyor sanki!

İlerlemeci tarih anlayışının aksine, her yeni gün yeni bir tehlikeyle kapımızı çalıyor. Globalleşen dünyada artık bölgesel tehlikeden bahsetmek de yeterince açıklayıcı olamıyor, istendiğinde haberin hızına denk hareketlilikle şiddetin devreye girmesinin örneklerine şahit oluyoruz.

Diğer taraftan kozmik alan da boş durmuyor. Deprem, sel, fırtına sayısında artışla kainatın uyarılarındaki merama kulak vermek gerek.

"İşittik itaat ettik" diyenler için, ölümün gelmesi kesin olmakla birlikte, hangi hal üzre olunduğu büyük önem arz eder. Kainatı celallendiren ilahi uyarıya neden olanlarla hemhal haldeysek, sözle eylem parçalanmış, ziyan içinde kalmışız demektir.

İslam, dünya ile ve en çok da kendi içinde, mezhep, meşrep ve etnik kökenleri üzerinden çatışmacı bir sürece girdi. Özellikle iki yılı aşkın bir süreçte şiddetlenerek tırmanma eylemi gösteren dramatik durumun, gelecek algısını nasıl etkileyecek? diye önemli soruyu önümüze koyar.

Ümmet algısının mezhep savaşlarıyla yeni tür milliyetçiliğe evrilmesi, yeni kuşakların algısını mefluç hale getirirken, ümmetçi bir sada vurgusu da ufuktu belirmiyor. Her şey yerli yerindeymiş gibi, dünya sulh ve selamet ikliminde yaşıyormuş gibi, ülkesinin dışına çıkmayan bir İslami anlayışın oluştuğunu görmekteyiz.

Ahiret adına tedirginlik duymayan, neşesinden bir şey kaybetmeyen ve tarafını ümmet bütünlüğünden yana koymayan tehlikeli bir sessizlik iklimindeyiz. Bu sessizliğin uğultusu kulaklarımızı sağır edecek ve belli bir süre sonra yalıtılmış sağırlıkla tanışacağız. O zaman işitemez ve itaat edemez halde ölümü bekler olacağız.

Bu acı ikliminden nasıl geçeceğiz?

Peygamberin yapmadığı, geri durduğu, Kuran'ın ikaz ettiği konularda kendilerini yetkili gören bu kafanın üretim zamanına müdahale edilemediği için bugün çaresiz kalınıyor.

Afgan gruplarının iktidarı bölemediği, aralarında çatışmaya girdikleri günlerde Suud ve ABD gözetiminde oluşan Taliban'la başladı süreç ve karşı şiddetle birlikte alevlenerek büyüdü.

İslam’ı utanılacak bir din konumuna getirip duygudan ibaret, dünyaya değmeyen bir din haline getirme çabasına karşı kavi, donanımlı bir duruşa geçmek elzem.

Ülkemizdeki seviyeyi de çok sağlıklı telaki edemeyiz. Yaşadıklarımız ve gördüklerimizden edindiğimiz tecrübe, şiddetin kapıyı çalmasıyla hiç de iç açıcı sonuçlar doğurmayacağını ilham ediyor.

İnsanı yüceltecek İslam’ın gür sadasına nasıl kavuşacağız?

Şüphesiz yapılan yanlışlar, "böyle yapmayın" diyen, büyük bedel barındıran, dersler olarak önümüzde duruyor.

İslam’ın tek yorumunun dışındakileri namlunun önüne dizmeyi akıldan geçirmemek..

Kuran'ı hikmetle, bütünlükle ve önyargısız açmak.

Tuttuğumuz silahların sahibini, yöneldiğimiz hedefin önünü ve arkasını düşünme durumundayız.

Anlamalıyız ki bu bir haram çatışmadır. Sadece kendinin Müslüman olduğunu iddia eden, büyük bir iddia taşıyor demektir ve bu tutumuyla, sadece Yaratan'a ait olan, niyet okumaya yelteniyor. Kendi dışındaki tüm Müslümanları imandan ihraç eden kafanın kendisi bizatihi tehlikenin özünü oluşturuyor.

Sözlü ve kavli dua ile önyargıların tümünden arınıp rahleyi her gün açmakla başlayalım…