Kavramların ve bu kavramların arkasına gizlenmiş mefhumların (anlayışların) sınırlarının belirlenmesi, düşünce eyleminin düzene sokulması için zaruri bir meseledir. İlimde "kavram", herhangi bir alandaki uzmanlardan oluşan bir topluluğun, bir kelimenin, rakamın, sembolün veya mefhumun, işaret ettiği anlam üzerinde ittifak etmeleridir. Yani kavram kalıbında ve dolayısıyla işaret ettiği anlamda, zâti bir unsur vardır. (Bazıları kavram ilmini, bir şey üzerinde anlaşmak/ittifak etmek ilmi olarak isimlendiriyor).

 

Bundan dolayı kavramların kullanılmasında çok dikkatli olmak gerekiyor. Örneğin "Yahudi düşüncesi" kavramını ele alalım. Acaba Yahudi düşüncesi, Yahudi bir içeriğe sahip olan düşünce midir? Yoksa Yahudi bir düşünürün kaleme aldığı düşünce midir? Peki, Yahudi bir içeriğe sahip düşünce ile etnik anlamda Yahudilere ve Yahudiliğe yani Sâmiliğe düşman olan Yahudi bir düşünürün kaleme aldığı düşünce hakkında söylenecek söz nedir?

 

Bu noktada meşhur Yahudi-Alman şair Heinrich Heine'yi (1856-1797) örnek olarak ele alabiliriz. Heine, Yahudilik de içinde olmak üzere, bütün dinler hakkındaki düşmanlığını dile getiriyordu. Ancak sadece Yahudiliği aşağılayıp tahkir ediyordu.

 

Bir keresinde şöyle yazıyordu: "Üç kötü hastalık vardır: Fakirlik, ağrı ve Yahudilik." Hatta Yahudiliği, insanlığa düşman bir güç olarak değerlendiriyordu. Onun ifadesiyle Yahudilik "bir din değil, felakettir."

 

Siyonist Rus yazar ve düşünür Michael Pirdoşivsko da (1865 – 1921) Yahudilere düşman olan aynı etnik görüşü dile getiriyordu.

 

Pirdoşivsko, romantizm akımına mensup bir siyonistti ve "hulul" (yani yaratıcının, yarattıklarıyla iç içe girdiği ve onlarla bütünleştiği) görüşünü benimseyen bir kimseydi. Oysa Pirdoşivsko son derece dindar bir aileden geliyordu. On yedi yaşına geldiğinde, eksiksiz bir Telmut eğitimi almış ve Kabbala'nın bütün öğretilerine vakıf olmuştu. Ancak daha sonra hem"Yahudi mirası" (yani Doğu Avrupa Yahudi mirası) olarak isimlendirilen Yahudilik inancını, hem de "Yahudi şahsiyeti" olarak isimlendirilen olguyu reddetmiştir.

 

Pirdoşivsko, yeni bir Yahudilik değerlendirmesi yapıyor. Bu değerlendirmede, eski Yahudiliğin, (hahamların Yahudiliğinde olduğu gibi) negatif barışçı bir eğilime sahip olmadığını, aksine, tabiata, kâinata ve putlara ibadet etme esasına dayanan ve hiçbir ahlâkî değere bağlı olmayan, putperest-İsrailî bir ibadet şekli olduğunu ileri sürüyor. Buna göre eski Yahudilik, İsrail halkını, istediğini yapma imkânına sahip mukaddes bir halk olarak görüyor.

 

Pirdoşivsko, tevhîdi (Tevratî) durumun (et-tabakatu't-tevhidiyye'nin), bu inanca sonradan sokulduğu görüşünde. Bir kitabında, mukaddes neslin, Sina nesli olmadığını, yine İsrail inancının kurucusunun da, Allah'tan on emri alan Musa olmadığını, aksine -Ahdi Kadim'de zikredildiği gibi- Kenan'a karşı savaşmış ve Kenan halkını, benzeri görülmemiş gayri ahlâki bir şiddet ve katılıkla köleleştirmiş olan, Yuşa bin Nun olduğunu söylüyor.

 

Sanki Pirdoşivsko, haham Yahudiliğinden kurtulmak için, eski hululcü ve putperest inanca geri dönülmesini istiyor. Çünkü ulusal diriliş, hululcü, putperest ve tabiatçı bir diriliştir. Yahudilerin, kendilerini, -tabii güçleri yok edilmiş ve hayattan soyutlanmış- bir erkekler topluluğuna çeviren apaçık kulluklarını/köleliklerini reddetmeleri gerekiyor.

 

Yapmaları gereken şey, yeni Yahudiliğe dönmektir... Yahudileri, Yahudilikten öncesine ve İsrail'i de Tevrat'tan öncesine götüren bir Yahudiliğe.. Tabiatla, yani Davud'un terennüm ettiği ve sınırları olmayan yüce tabiatla uyum içinde yaşayan bir Yahudiliğe... Her şeyin, her canlının ve ruhunun kaynağı olan tabiatla uyum içindeki Yahudiliğe...

 

Bu yeni putperestlik, hayatın özünün kılıç olduğunu düşünüyor. Hatta kılıç, en geniş ve en önemli alanlarında, hayatın bizzat somutlaşmış hali oluyor. Çünkü kılıç, Tevrat'ın yerini almıştır. Bu şekilde tabiata dönmek, Pirdoşivsko'nun, Yahudileri ve Yahudiliği ıslah etme programını oluşturuyor. Onun kendi ifadesiyle: Beşerî bir cemaate dönüşen ve ölülere benzeyen Yahudi halkı, canlı (diri) bir halk olacaktır.

 

Rus bir Yahudi yazar olan Joseph Chaim Brenner de (1881 – 1921), Siyonist düşünür Ahad Haam'a saldırıyordu. Ahad Haam, Yahudi cemaatlerine "Ruh'un ümmeti" (ümmetü'r-Ruh) olarak işaret ediyor ve "kültürel Siyonizm veya ruhî Siyonizm" olarak isimlendirdiği düşünceyi seslendiriyordu. Bu düşünce, Siyonizm'in görevinin, Yahudi kimliğini korumak ve geliştirmek olduğunu, -eylemci Siyonizm'in seslendirdiği- Yahudiler için ulusal bir vatan kurmanın ise ikinci kademede gelen bir iş olduğunu kabul ediyor.

 

Bu yüzden Ahad Haam, etnik Yahudi kimliklerini korudukları sürece, Yahudilerin Filistin'in dışında dağınık bir şekilde kalmalarında her hangi bir sakınca görmüyordu. İşte Joseph Chaim Brenner ile Ahad Haam arasındaki mücadelenin odak noktasını bu husus teşkil ediyordu.

 

Brenner, bütün açıklığı ve aşırılığıyla, Yahudilere özgü bir vatan kurulması için çalışan "eylemci Siyonizm" görüşünü seslendiriyor ve dünya Yahudilerinin bir bütün olduğunu, mutlaka süzülüp seçilmeleri ve Siyonist bir devletin kurulması gerektiğini söylüyordu.

 

Brenner, bu hedefin gerçekleştirilmesi için, Yahudilerin, tarihin başlangıcından günümüze gelinceye kadar, zelilliklerini ve şahsiyetlerindeki eksikliklerini itiraf etmeleri gerektiğini düşünüyor. Brenner'in görüşüne göre Yahudiler, her şekilde -bir karınca veya bir köpek gibi bile- yaşayabilen kimselerdir. Her Yahudi, kendisini sever ve içinde bulunduğu çevreye uyum sağlar. Varlığını devam ettirmek için, kendisini zelil kılıp alçaltır. Yahudi tarihi, uzun bir zillet ve aşağılanma tarihinden başka bir şey değildir.

 

Brenner daha sonra, Yahudi ulusalcılığı (sürgündeki Yahudi ulusu) adına konuşan Ahad Haam'ın seslendirdiği şeyleri çirkin bulduğunu ifade ediyor. Ahad Haam, şehitlerle ve aşağılanmalarla dolu tarihi övgüyle tartıyor. Zulümler ve sürgünlerle geçen bu tarihte Yahudi kimliği oluşmuş ve sonuçta ortaya "bütün toplumların dışında kalmış ve toplumsuz yaşayan bir halk" çıkmıştır. "Hayatta bir hedefi ve bağımsızlığı olmayan, şaşkın, toplumdan ayrı ve azap gören bir halk."

 

Şüphesiz Brenner, gıdasını Yahudilere saldıran söylemlerden alıyor ve bir çok konuda cemaat üyelerinden ayrılıyor. Acaba onun fikrî yazıları, hangi anlamdaki Yahudi düşüncesi olarak kabul edilecektir?

 

Zelman Shneour da (1887-1959), yazdıklarında Yahudiliğe ve sürgündeki Yahudilere (yani dünyanın her yerindeki bütün Yahudilere) derin nefretini dile getiren Siyonist yazarlardan biridir. Söz konusu yazarlar, Yahudilik yerine, "gücün ve şiddetin değerleri" üzerine, yani toplumsal Darvinizm'in değerleri üzerine bina edilmiş laiklik görüşünü ortaya atarlar.

 

Zelman Shneour, "Noah" (Nuh) isimli romanında, Nuh'un kişiliğini, dini bir öğreti ile karşılaşmayan yeni Yahudiliğin modeli olarak takdim ediyor. Çünkü o, rüzgârın sürüklediği bir yapraktan korkan sinirler demeti değildir. O, inanç olarak değil, ırk olarak Yahudi'dir; korkak değil, güçlü biridir ve Yahudileri, tabiatları gereği, katıksız bir ruhî hayat yaşayan korkak kimseler olduğunu sanan diğer kimselerin de saygısını kazanmıştır.

 

Yine bu kapsamda Rus-Yahudi şair Osip Mendelştam'ı (1891-1938) zikretmek mümkündür. Mendelştam, Rusya'da dindar bir ailede dünyaya geldi. Ancak laik bir eğitim aldı ve sonra da Fransa'ya, İngiltere'ye, Almanya'ya ve İtalya'ya gitti.

 

Mendelştam, Yahudilerden nefret eden bir Yahudi örneğidir. Bu nefret, "Zamanın Feryadı" ismiyle bir araya topladığı makalelerinde açık bir şekilde görülüyor. Makalelerinde, Rus dilini, aşırı bir dikkatle ve zorlanarak kullanan kimseler, olarak tarif ettiği Yahudiler ile alay ediyor. Aynı şekilde, Doğu Avrupa Yahudilerinin konuştuğu Yidiş'çeye, ebcetleri olan İbraniyce'ye, dua şallarındaki siyah ve sarı çizgilere, hatta kerih kokularına olan nefretini dile getiriyor. Mendelştam, şiirlerinin gerçek çerçevesini ise Hıristiyanlığın oluşturduğunu düşünüyor.

 

Yahudilere ve Yahudiliğe saldıran önemli Yahudi yazarlardan biri de, Avusturyalı düşünür ve psikolog Otto Finger'dir (1880-1933). Finger, Viyana Üniversitesi'nde aldığı felsefe eğitiminin yanında, psikoloji, tabiat ilimleri ve matematik de okumuştur.

 

Hayatının ilk dönemlerinde pratik felsefeyi ve akılcılığı benimseyen Finger, daha sonra Kant'ın ve Eflatun'un idealizminden, Saint Augustin'in de sofistliğinden etkilenerek bu iki yaklaşımdan uzaklaşmıştır. Bu durum onun Protestanlığa bağlanmasına yardım etti. Hatta bu bağlılık, onun 1902 yılında doktora derecesini aldığı gün gerçekleşti.

 

Finger 1903 yılında en önemli çalışması olan "Cins ve Kişilik"i kaleme aldı. Bu çalışması hem Yahudilere hem de kadınlara karşı olan felsefî görüşünü içeriyor. Finger çalışmasında özetle, cins ile kişilik arasında temel bir ilişki olduğu görüşünü dile getiriyor. Erkeklerin, yaratıcılığa ve yeni şeyler ortaya koymaya güç yetirecek, pozitif, ahlâkî, ruhî ve fikrî unsurlar içerdiği; kadınların ise (ahlâki olmayan, maddi ve algısal) idrak unsurları içerdiği, yaratıcılık ve yeni şeyler ortaya koyma gücüne sahip olmadığı görüşünü benimsiyor.

 

Finger, insanlığın trajedisinin, iyi ve güzel olan erkeklik unsurları ile şerli ve kötü olan kadınlık unsurlarının bir arada toplanmasında gizli olduğunu söylüyor. Aynı şekilde erkeğin kadın ile ilişkisinin, erkeğin alçalmasına yol açtığını düşünüyor. Kadının gerçek anlamda özgürleşmesinin ise, siyasî özgürleşme ile mümkün olmadığını, aksine, tabiatındaki, arzularına egemen olan söz konusu yönden kurtulması ile gerçekleşeceğini kabul ediyor. Dolayısıyla erkeğin ruhî yönden yükselmesinin ve kadının özgürleşmesinin yegâne yolunun, cinsel ilişkiden uzak durmak olduğunu ileri sürüyor.

 

Finger, Yahudiliği ve Yahudileri ele alırken, Yahudiliğin, ahlâkî ve mukaddes olmayan kadınlığı temsil ettiğini söylüyor. Ki bu aynı zamanda yokluktur. Hıristiyanlığın ise yüce erkekliği temsil ettiğini ileri sürüyor. Bu ise varlıktır.

 

Finger, Yahudilerin kadınlardan daha kötü olduğunu, çünkü hiçbir şeye inanmadığını düşünüyor. Dolayısıyla Yahudiler, komünizm, anarşizm, dinsizlik ve deneycilik gibi fikirlere yöneliyor. Finger, Yahudilerin kurtuluşlarının, ancak Yahudiliklerinden kurtularak gerçekleşebileceğini düşünüyor. Yine Siyonizm'in veya Yahudi ırkçılığının ise Yahudilik inancıyla çeliştiğini söylüyor. Siyonizm asla başarıya ulaşamayacaktır; çünkü Yahudiler, ümmet mefhumunu idrak etmiyorlar.

 

Finger, dünyayı Yahudilerden ve kadınlıktan kurtaracak gerçek bir kurtarıcının olduğunu da ilan etmişti. (Acaba o Hitler miydi?).

 

Avusturyalı Yahudi yazar Arthur Tropich (1880-1927), Otto Finger'in öğrencisi kabul edilir. Arthur, Hıristiyanlığı kabul ederek, Yahudilerin en şiddetli düşmanlarından biri haline gelmiştir. (Hıristiyanlığı kabul edişi veya Yahudilere ve Yahudiliğe düşman oluşu, acaba onu Yahudi düşünürler grubundan çıkarır mı?).

 

Arthur 1919 yılında "Ruh ve Yahudilik" ismiyle yazdığı kitapta, Almanya'nın yenilgisinden dolayı ve Almanya'daki ve Avusturya'daki yönetici ailenin (hanedanın) düşmesinden dolayı Yahudileri kınıyor. 1921 yılında yazdığı "Alman ve Yahudi Ruhu" isimli kitabında ise, Yahudilerin dünyayı bozmak ve dünyaya egemen olmak için entrikalar çevirdiğini ispat etmek amacıyla Siyonistlerin protokollerine yer veriyor.

 

Arthur, Yahudilere düşman olan, Batılı-ırkçı bir teori geliştiriyor ve hizmetlerini Avusturya'daki Nazilere arz ediyor. Arthur'un yazılarında yer alan Yahudi nefreti, bazı yönlerden, Sâmi düşmanlığı söylemlerinin üzerine çıkıyor.

 

Daha sonra gelen Theodor Losench (1872-1933), düşünce tarihi ile ilgili birçok çalışma yaptı. Bu kapsamda Schopenhauer, Fechner ve Neichtze üzerine de çalıştı.

 

Theodor, "Ulusal Şahsiyetin İlkeleri" olarak isimlendirdiği çalışmaya önem veriyordu. Bu çalışma o dönemde (Almanya'da, genel olarak da Avrupa'da), ırkçı-maddî değerlerle beslenmiş bir çalışmaydı. Şahsiyet değerlendirmelerini maddi faktörler ile (kafatasının hacmi, toprak, kan... gibi) tarif etmeye çalışıyordu.

 

Bu gibi çalışmalar, insanlığı, keskin bir şekilde, birbirinden ayırıyor. Buna göre insanlardan bazıları düşük, bazıları ise yüksek bir konuma sahiptir.

 

Theodor, Freud'a Yahudi olduğu için saldırdığı gibi, psikoanaliz'e de bir Yahudi ilmi olduğu için saldırır. Aynı şekilde bir dizi makalesinde "getto" hayatına da saldırır.

 

Theodor, kitabında, Yahudilerin bizzat kendilerine olan nefretlerine de yer veriyor. Theodor'un tasavvuruna göre Yahudiler, Avrupalı değil, kökleri Asya'da (Filistin'de) olan, Asyalı bir halktır.

 

Yahudilerin gücü, tabiata olan yakınlıklarından kaynaklanıyor. (Yani maddî kâinatın birliği düşüncesine dayanan hulul görüşünü benimsiyor).

 

Yahudilerin trajedisi, köklerinden koparılmalarında ve toprakla bağlantılı tabii arzularından uzaklaştırılmalarında gizlidir. Bu durum onları, tabiatta yaşayan çoban ve çiftçi bir halk olmaktan çıkarıp, gereksiz bir romantizme sahip olan (Neichtze'nin ifadesiyle, güçlülerin ahlâkına inanmak yerine, zayıfların ahlâkına inanan) ve (kendi tabii durumlarından ve özelliklerinden) soyutlanmış bir halk haline getirmiştir.

 

Theodor, Yahudi bir azınlığın (Siyonist yerleşimcilerin) Filistin topraklarına dönmeye başladığını gördü. İşte ancak bu kimseler Yahudilerin şan ve şereflerini yeniden diriltebilirler ve manevî Asya ile teknolojik Avrupa arasındaki aracılık rolünü de ancak bunlar yerine getirebilirler.

 

Theodor, özü itibariyle Siyonist-Nazi düşüncesine sahiptir ve Yahudi olan her şeyi, tam ve kökten reddettiğini de net bir şekilde ifade ediyor. Ancak buna rağmen, Yahudiliğe düşman olanlar ona da saldırmışlardır ki, bu da onların ahmaklıklarına gösteriyor. Sonuçta Theodor, Naziler tarafından öldürülmüştür.

 

Theodor, Yahudilere düşman olan ırkçı bir düşünceye sahiptir. Ancak o, aynı zamanda bir Siyonist'tir. Çünkü Siyonizm'in bizzat kendisi, Sâmiliğe düşmandır. Yahudi cemaatlerinin üyelerine karşı kışkırtıcılık yapan ve onların, haklarından mahrum bırakılmalarını, hatta Filistin'e sürülmelerini isteyenler, Yahudilere ve Yahudiliğe düşmanlık edenlerin bizzat kendileridir.

 

Yani onlar, Yahudi cemaatlerinin üyelerini, aslî vatanlarında vatandaş olmaktan, bizim beldelerimizde yerleşimci olmaya dönüştürülmesini istiyorlar. Vatan edinmeyi hedefleyen Siyonizm'in istediği de bu değil midir? Onun için ben, Siyonizm'in, Avrupa'yı Yahudilerden kurtarma hareketi olduğu görüşünü benimsiyorum. Bu hareket, sürgündeki Yahudilere (yani dünya Yahudilerinin ezici çoğunluğuna) karşı duyulan derin nefretten doğmuştur.

 

Bu yüzden –Siyonizme düşman olan Yahudi düşünürlerden birinin dediği gibi- Siyonizm, Yahudi cemaatlerinin üyelerini kuşatan felaketlerle yaşamına devam ediyor. Yine bu sebepten dolayı Siyonizm, tarih boyunca, Sâmiliğe düşmanlık edenlerle yardımlaşma içinde olmuştur. Allah en iyisini bilendir.

 

 

 

Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.