Herhangi bir ülkenin milli marşı, varlık görüşünden kaynaklanan tam bir ideolojiyi ifade eder. Ve genellikle bu, yönetici seçkinlerin görüşü olur. Marşın görevi ise, halk yığınlarını söz konusu ideolojinin hizmetine girmeye yönlendirmektir. Dolayısıyla milli marşların durumu da tıpkı ideolojilerin durumu gibidir; halka hizmetin aracı olabilecekleri gibi (tabi eğer yönetici seçkinler halkın iyiliği için çalışıyorlarsa), halkı saptırmanın aracı da olabilirler.
Kimigayo (Hükmet Kralımız) ismini taşıyan ve katıksız bir Japon zevkini yansıtan Japon milli marşıyla başlayalım. Marşın metni aşağıdaki gibidir:
Binlerce yıl senin olsun mutlu hükümranlık
Hükmet kralım, tâ ki çakıllar
Zamanla kaynaşıp, güngörmüş yanları yosun tutmuş
Dev kayalara dönüşünceye kadar
(İngilizce'den çeviren Tsan Chan.)
Bu marş ancak Japon kültüründeki yeri içersinde ele alınarak anlaşılabilir. Marşta birçok ayrıntı vardır; bu ayrıntıların en önemlilerinden birinin açıklamasıyla başlayalım: Dev kayalara dönüşen küçük çakıl taşlarına işaret ediliyor. Eski Japonlar, dev kayaların aslının küçük taşlar olduğunu tasavvur ederlerdi; bu taşlar, zamanın geçmesiyle aşamalı bir şekilde birleşmiş ve nihayet üzerleri yosun kaplı dev kayalara dönüşmüştür.
Gerçekte bu hususa işaret edilmekle, zamana -veya belki de zamanın geçersiz kılınışına- dikkat çekilmek istenmiştir. Marştaki ana düşünce budur.
Dikkat çekici bir diğer husus da, marşın vatanı zikretmeden, kral/imparator üzerinde yoğunlaşmasıdır. Ancak buradaki imparator bir şahıs veya bir fert değildir. O, tarih boyunca yaşayan bir varlıktır; hatta bizzat zamanın kendisi ve tarih belirsizleşip ortadan kaybolur.
Japonların hulul (tanrının ruhunun herhangi bir bedene girdiği) inancı çerçevesinde, bu durum anlaşılan bir şeydir. Buna göre tanrı, imparatorla, toprakla ve halkla birleşir. Böylece imparator, bu birleşme sonucu kutsal hale gelen toprak üzerinde, tanrının bedenleşmiş haline dönüşür. Dolayısıyla imparatora tapmak, vatana tapmak anlamına gelir. Ve bu da sonuçta halkın kendi kendisine tapmasından başka bir anlam ifade etmez.
Böyle bir görüş, (açılımlara) tamamen kapalı bir görüştür. Çünkü bu görüşe göre âlem ikiye ayrılır: Kutsal ve alçak (pis, kötü, denî); ben ve öteki. Belki de Japonların kendi içine kapalı oluşlarının ve Japon modernliğinin, Japonlara ait özellikleri (veya kutsallığı) korumaya çalışmasının sırrı budur.
Ancak bu konuda tamamen başarısız oldukları görülüyor. Amerika, Japonların toplumsal özelliklerini paramparça etmiştir. Yeni nesiller, geleneklerini ve kültürlerini önemsemiyorlar veya onları, gerçek içeriklerinden soyutlayıp, sadece bir süs aracı ve dekor olarak kullanıyorlar. Bu durum, tam kapalılık (kendi etrafına ördüğü kozanın içinde yok olmak) ile tam açılma (kendi benliğinden tamamen kopmak) özellikleri gösteren hulul inancından uzaklaşma noktalarından birini teşkil ediyor.
Şimdi İsrail"in milli marşı Hatikvahtan bahsedebiliriz. Hatikvah, Ümit anlamına gelen İbranice bir kelimedir ve İsrail devletinin ilan edilmesinden önce, aslında Siyonist hareketin marşı olarak söyleniyordu. Hatikvah"ın sözleri aşağıdaki gibidir:
Yahudi ruhu kalplerin derinliklerinde
Yanıp tutuşmaya devam ettikçe
Ve gözler, Siyon"u görmek için
Doğu"ya doğru baktıkça
Ümidimiz henüz kaybolmamıştır
İki bin yıllık ümit
Vatanımızda özgür bir halk olmak için
Siyon ve Kudüs topraklarında
Marş, bazı yönlerden Siyonist söyleme benziyor; Siyon"a bakmaktan, ümidin henüz kaybolmadığından, tek bir halktan ve Siyon vatanından bahsediyor. Aynı şekilde marş, Siyonizm"in sabitlerine ve temel hareket noktalarına vurgu yapıyor; sınıfsal ve kültürel mensubiyetleri ne olursa olsun dünya Yahudilerinin tek bir halk olduğunu söylemesi gibi. Yani marş dolaylı olarak Yahudilerin birliği ve ayrıcalıklı oluşunu vurguluyor.
Diğer taraftan, vaat edilmiş topraklara dönmeyi reddeden ve bunun için hiçbir arzu ve heyecan taşımayan, dağınık vaziyetteki Yahudi çoğunluk konusunda ise ısrarla sessiz kalıyor. Aynı şekilde bu topraklara dönmenin aracının ne olduğu konusunda da sessiz kalıyor. Bu araç, Balfour Deklarasyonu"nu ilan eden ve kendisine ayaklarını sağlamca basacağı bir yer temin etmek için delegasyon hükümeti kuran uluslararası sömürgeciliktir.
Uluslararası sömürgecilik, İsrail"in kurulmasından sonra onu, ekonomik yönden, askerî yönden ve insan kaynağı yönünden destekledi. Bu operasyon zirve noktasına, Amerika Birleşik Devletleri ile İsrail arasında imzalanan stratejik ittifak anlaşmasıyla ulaşmıştır. Yine bu marş, söz konusu toprakların, asıl sahiplerinden hangi yolla boşaltılacağı konusunda da sessiz kalıyor. Bu yolun, sürekli devam edecek şiddet ve terör olduğunu söylemeye bile gerek yok. Zaten şiddet ve terör, el-Aksâ İntifadası"ndan sonra, günlük olaylar haline gelmiştir.
Marş, dinî veya ahlâkî, hiçbir mutlak değerden bahsetmiyor. Halk, kendi kendisinin referansıdır. Cazibe noktası ve dayanışma kaynağı Siyon toprağıdır.
Hatikvah bu noktada, çeşitli laik-milli marşlardan farklı değildir. Bu marşlar genellikle vatan toprağını kutsal hale getiriyor ve ulusu da kula ve mabuda dönüştürüyor. Vatan ise bunların hepsinin üzerinde yer alıyor. Toprak, kan ve ırk gibi değerler de mutlak referanslar olarak ortaya çıkıyor.
Hatikvah marşının, laik-ulusal iddialarına rağmen, tek bir halktan ve Yahudi ırkından bahsetmesine rağmen, yine de marşın bizzat kendisi Siyonizm efsanesine meydan okuyor. Marşın yazarı, bestecisi, kelimeleri ve nağmeleri, Yahudi cemaatlerdeki uyumsuzluğu ve herhangi bir kültürel ve ulusal birliğin olmayışını açıklıyor.
Marşın yazarı bir süre Hıristiyan oldu ve Avrupa"nın doğusundan batısına göç etti. (Marş Romanyalı şair Naftali Herz İmber tarafından 1878de yazıldı.) Filistin"de yaşamaya çok kısa bir süre katlanabildi ve sonra Amerika"ya gidip (milyonlarca Yahudi göçmenin yaptığı gibi) oraya yerleşti. Marşın sözleri, daha sonra Polonya milli marşı haline gelen ve şu sözleri içeren Polonya halk şiirinden etkilenmiştir: Biz hayatta oldukça, Polonya henüz kaybolmamıştır. Marşın müziği, Araba ve Öküz isimli Romanya halk müziğinden iktibas edilmiştir.
Siyonistler birçok kez, (Yahudi olmayan) Batılı köklerden arınmış bir milli marş hazırlama gayreti içine girdiler. Bunun için pek çok yarışma yaptılar. Ancak bu gayretlerin hepsi de hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Son olarak İsrail"de, milli marşın içeriği ile ilgili bir tartışma başlatıldı. Tartışmanın konusu şu: Hatikvah marşı, Yahudi rüyasından bahsettiğine göre, acaba Siyonist devletin Arap vatandaşları onu nasıl milli marşları olarak kabul edebilirler ki?
Milli marşlar, ulus ve öteki için ideolojik bir görüş olarak kabul edildiğinden, mecâzî anlatıma nadiren başvurulur. Çünkü düşünceler basit bir şekilde ve doğrudan ifade edilir. Ancak Çeçen milli marşı, benim bildiğim milli marşların çoğundan tamamen farklıdır. Çünkü o, doğrudan ifadelerin yanında, etkileyici şiirsel tasvirlere de yer veriyor:
Gece kurt yavrularken çıktık dünyaya
Sabah kükrerken aslan, ismimiz konuldu
Lâ ilâhe illallah
Kartal yuvalarında analarımız emzirdi
At üstünde kavgayı babalarımız öğretti
Lâ ilâhe illallah
Bu ümmet için, vatan için yetiştirdi bizi analarımız
Onlara bir zarar geldiğinde yiğit kesildik
Lâ ilâhe illallah
Dağların şahinleri zaferle yetişti,
Zorluğun bozgunundan gururla çıktık
Lâ ilâhe illallah
Tunçtan dağlar kurşun gibi erise de
Yaşamdan ve savaştan onursuz çıkmayız
Lâ ilâhe illallah
Ey kara toprak her zerren baruttan ağlasa da
Hüzünlü bir şekilde sana dönmeyeceğiz
Lâ ilâhe illallah
Hiçbir zaman hiçbir kimseye pes etmedik biz
Ecel veya zaferden biridir seçeneğimiz
Lâ ilâhe illallah
Yaralarımızı ağıtlarla sararken bazılarımız
Değerli gözlerimiz maharetle canlanır
Lâ ilâhe illallah
Açlık kıvrandırırsa ot yeriz
Susuzluk bezdirirse sıkar suyunu içeriz
Lâ ilâhe illallah
Gece kurt kuzularken çıktık dünyaya
Hakka, vatana ve Allah'a sadığız biz
Lâ ilâhe illallah
(Türkçesi: Medet Ünlü)
Marş, tabiattan alınmış bazı tasvirlerle başlıyor; ancak bunların Çeçen halk kültüründe ne anlama geldiklerini tam olarak bilmiyorum. Gerçi marşın bütünlüğü bunları anlamamıza yardım ediyor.
Geceleyin kurtların doğum vaktinde dünyaya çıkanların (doğanların) cesur savaşçılar oldukları anlamına geldiği açıktır. Aynı durum sabahleyin aslanların kükreme vakti için de geçerlidir. Sonra birbiri ardına diğer tasvirler geliyor; anneleri onları kartal yuvalarında emzirmiştir, babaları onlara at üstünde savaşmayı öğretmiştir ve dağlarda kuşların hızıyla hareket ederler.
Bütün bu tasvirler tabiattan alınmıştır; ancak marşın yazarı sıradan olmayan unsurları seçmiştir. Kurtların doğum vakti veya kuşların hızı gibi. Bu tabiat unsurları aslında insanı kuşatmıyor; burada kahraman ve savaşçı Çeçen insanının boyutlarını açıklamak için kullanılmıştır. Çeçen insanı da birbirinden ayrılmayan insanlık cemaatinin bir parçasıdır.
Analardan ve babalardan bahsedilmesi, devamlılığı ve ayrılmazlığı ifade ediyor. Bu yüzden marşın yazarı, nakaratlarda doğrudan anlatıma başvurduğunda, bu bizim için sürpriz olmuyor:
Lâ ilâhe illallah
Bu ümmet için vatan için yetiştirdi bizi analarımız
Onlara bir zarar geldiğinde yiğit kesildik
Lâ ilâhe illallah
Marşın yazarı bu nakaratlarda bütün tasvirlerin anlamını belirliyor. Birinci yarıya, genel çerçeveyi teşkil eden ve varlık hakkındaki görüşünü ortaya koyan İslâmî şehâdetle başlıyor. Doğduklarından itibaren yiğit savaşçılar olan bu kimseler, İslâm ümmetine ve vatanlarına mensuplar. Yani (İslâm) ailesine mensubiyeti vurgulayan doğum anı, şimdi vatana, dine ve bütün insanlığa mensubiyete dönüşecek kadar genişliyor.
Sonra asıllardan ve köklerden bahsetmekten, meyvelerden bahsetmeye geçiyor; yani vatanını, şerefini ve onurunu koruyan mücahitlere.
Burada mecazî anlatımın neredeyse kaybolduğunu ve yazarın doğrudan anlatıma başvurduğunu gözlemliyoruz. Doğrudan anlatıma devam ettikten sonra, aşamalı olarak mecâzî anlatıma geçiyor ve son maktada yeniden tabiata dönüyor. Düşman onu aç bıraktığında, mücahidin yemeği ağaç kökleridir; susuz bıraktığında ise içeceği bitkilerin özsuyudur. Çünkü mücahitler dünyaya, kurtların doğum gecesi çıkmışlardır.
Buradaki kurt, Darvin"in tarif ettiği güçsüzleri avlayan kurt değildir; aksine şerefin, onurun ve insandaki bütün asil özelliklerin sembolüdür. Bu yüzden gurura, hileye ve zulme yer yoktur. Hakka, vatana ve Allah'a sadığız biz, Lâ ilâhe illallah. Dolayısıyla burada tevhid (Allah"ı birlemek lâ ilâhe illallah demek) zalime veya kendisi gibi beşer olan birine boyun eğmemek anlamına geliyor. Çünkü ortada herkesi aşan değerler vardır ve herkese bu değerlerle hükmedilir.
Milli marşlar ideolojik görüşlerin bir ifadesi olarak kabul edildiklerinden, toplumların yönelişlerindeki değişikliklere yol açan tarihsel gelişmeleri de yansıtırlar. Dolayısıyla ideolojilerindeki değişiklikleri de.
Bu durum Mısır milli marşının geçirdiği evrimde açık bir şekilde ortaya çıkıyor. 1952"den önce Mısır milli marşı, kralı yücelten ve aslında sadece God save the king / Tanrı kralı korusun şeklindeki İngiliz marşının bir yansımasıydı. Ancak İngiltere ve Mısır arasında bir fark vardı: İngiltere de kral, krallığa sahipti ancak yönetmiyordu. Mısır"da ise kral, krallığa sahip olduğu gibi yönetiyordu da. Bakanlıkları oluşturuyor, onları düşürüyor ve entrikalar çeviriyordu. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah.
1952 devriminden sonra ise, yeni bir Mısır milli marşı için birçok girişim gerçekleştirildi. Sonunda şu şekilde başlayan marşa ulaşıldı:
En güçlü ilâha dayanarak
Düzenle, çalışmakla ve birlikle
Bu marş doğrudan anlatım özelliğine değil, aksine son derece genellemeci bir özelliğe sahipti. Belki de bunun sebebi, 1952 devriminin henüz, ıslahatçı-devrimci görüşünü belirlememiş olmasıydı. Aynı şekilde İsrail ile ve Batı sömürgeciliği ile karşılaşmanın tabiatı ve keskinliği de henüz belirlenmemişti.
1956"da Mısır"a karşı girişilen üçlü (İsrail, İngiltere ve Fransa) savaştan sonra milli marş haline gelen Vallahi, ey silahım! Düşmanla savaşımda zaman senin için zorluğa düştü mısralarıyla başlayan marşın ise halkı savaşa hazırlama misyonu üstlendiği açıktır.
Ancak bu marşın esas problemi, belirli bir zaman dilimiyle, yani üçlü düşmanın 1956 yılında Mısır"a saldırısıyla bağlantılı olması ve onu aşamamasıdır. Oysa bir milli marşın, geçmişe, içinde bulunulan zamana ve geleceğe yönelmiş olması gerekir. Bu marş ise Araplık ve İslâm ile ilgili hiçbir şeyden bahsetmediği gibi, ayrıca yerel halk lehçesiyle yazılmıştır. Bütün bunlar bu marşı, belli bir zaman (üçlü savaş zamanı) ve belli bir mekan (Mısır) ile sınırlı hale getiriyor.
Arap rüyası isimli marş, özellikle de gençler arasında, büyük oranda yayılmış olmasına rağmen, aslında bir bütün olarak Arap dünyasında bir millî marşın olmadığı gözlemleniyor. Söz konusu marşın yaygınlaşması ise, Arap rüyasının henüz ölmediğini gösteren delillerden biridir. Büyük ekonomik ve siyasi bloklaşmaların gerçekleştiği bir dönemde, en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey de, Arap devletlerini belli bir birlik içinde birbirine bağlayan bir Arap bloğunun ortaya çıkmasıdır. Böylece tarihin kenarında değil, merkezinde yer almamız mümkün olur ve cimrilerin ziyafet sofrasındaki yetimler konumuna düşmekten de kurtuluruz.
Bahreyn"in, hatta Tunus veya Mısır"ın, tek başlarına, Avrupa Birliği ya da Çin ile ilişkilerinin nasıl olabileceğini bir düşünün! Bir de aksini, yani bütün Arap ülkelerinin toplu olarak bu büyük bloklarla siyasi veya ticari ilişki içine girdiğini düşünün! Durum tamamen farklı olmayacak mıdır? Zayıflığımız sebebiyle, İsrail"i, Amerikan pazarının yolu zannedip, sadece kendi çıkarımızın peşinde koşmak yerine, anlaşma ve ittifak içinde olmamız bizi çok daha güçlü bir konuma getirmeyecek midir?
Her ülkenin kendi milli marşından önce okumak için birkaç beyitten oluşacak, bestelenip iki dakikada söylenecek ve böylece Arap rüyasını vicdanlarımızda canlı tutacak ve gelecek nesiller için koruyacak bir Arap milli marşı, belki de gönüllü olarak tercih etmediğimiz birliğin başlangıcı olacaktır. Zaten uluslararası konjonktürde bunu kaçınılmaz bir gereklilik olarak bize dayatıyor. Allah en iyisini bilendir.
Türkçesi: Halil KENDİR