Amerikan medyası, psikolojik sömürünün, Amerikan insanının iç dünyasını boşaltıp anlamsızlaştırmanın, ona hükmetmenin, cinsî arzunun azdırılmasının ve tüketim iştahının kabartılmasının en önemli ve en başarılı araçlarından biridir.

 

Amerikan medyası aynı zamanda son derece uyanık olup; sadece yalan söylemekle kalmıyor, aksine, söylediği yalanlarla gerçeğin yerini de tutuyor. Hani “gerçek yalanlar” (true lies) diye ifade edilen durum. Yani gerçeğin bir parçasının gizlenmesi yoluyla söylenen yalanlar.

 

Medya, özellikle de görsel medya, son derece etkili ve güçlü olup, doğrudan evlerimize, akıllarımıza ve hayallerimize ulaşıyor. Ayrıca, çok büyük önemine ve yok edici etkisine rağmen, medyanın kimse tarafından seçilmediğine (seçimle bu konuma gelmediğine) ve onu sorgulayacak hiçbir müessesenin olmadığını da hatırlamamız gerekiyor.

 

Ülkelerimizdeki medya, henüz böylesine bir “ilerlemişlik” düzeyine ulaşmadı. Bu durum Arap insanına hâlâ duyduklarını kontrol edecek bir alan bırakıyor.

 

Örneğin o, kendi devlet başkanı tarafından yapılan bir açıklamayı dinlediğinde, bu açıklamanın ne ölçüde doğru olduğunu ve gerçeklerle ne derece örtüştüğünü kontrol etmek için yabancı radyoları dinliyor ve uydu yayını yapan diğer Arap kanallarını izliyor. Dolayısıyla Arap dünyasında, eleştirel bir akıl, halen aktif bir şekilde varlığını koruyor. Oysa Batı dünyasında bu akıl, medyanın bahsettiğimiz etkisi ve gücü ile yok edilmiştir.

 

Ancak yakın gelecekte medyanın bize neler yapacağını bilmiyoruz. Özellikle de video-klip kanallarının yaygınlaşıp, gençlerimizin –ve pek çok ihtiyarımızın- vicdanlarına egemen olmaya başlamasından sonra.

 

Amerika"da televizyonun karşısına oturduğumda, yayınların içeriğinden nefret eder, ancak şekil ve teknik açıdan ulaştığı yüksek seviyeden zevk alırdım. İmaj yapıcılar (image makers), değişik medya araçlarında, imajın dilini çok iyi yakalamışlar ve çok etkili bir kullanıma ulaşmışlar.

 

İmaj yapımında etkili olan en önemli sektörlerden biri, şiddeti ve “anını yaşayan insan” profilini yaygınlaştıran film sektörüdür. Her yıl iki kere, erkeklerin, kadınların ve çocukların zevklerini değiştiren giyim sektörü de bu hususta film sektörüne yardım ediyor. Diğer önemli bir sektör –ve belki de en keskin olanı- Amerikan televizyonlarının yayınlamaktan el çekmediği reklâm sektörüdür.

 

Psikolojik sömürü, bedensel-ekonomik insan imajsının yüceltilip özendirilmesi yoluyla gerçekleştiriliyor. Bu durum televizyon reklâmlarında çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

 

Televizyon reklâmının hedefi, ekonomiktir ve tüketime dönüktür (yani herhangi bir malın satılması hedeflenir). Ancak satılacak bu malın özendirilip revaç bulması için cinsellik kullanılıyor. Yani psikolojik sömürü, insanı sadece iki boyutuyla görüyor: Ekonomik ve cinsel boyutlar.

 

Örneğin, (bu reklâmların empoze ettiği şekliyle) bir bardak çayın zevkine, çay ancak çok güzel bir kadın tarafından demlenip takdim edilirse varılır. Yine baştaki kepekler ve cilt bakımıyla ilgili reklâmlar karşısında, sanki bütün insanların aniden cilt hastalıklarına yakalandığı hissine kapılırız. Ancak kişi bu problemlerden kurtulup iyileşirse, karşı konulması imkânsız bir cinsi çekiciliğe sahip olur.

 

Bütün bunlar tüketim değerlerinin yaygınlaşmasıyla bağlantılıdır. Buna göre, örneğin insan, belirli eşyalar ve kokularla kendini her gün yenilemelidir. Yine eğer belirli vitaminleri kullanırsa, yaşı ne kadar ilerlemiş olursa olsun, canlılığını, hatta gençliğini ve cinsel çekiciliğini koruyabilir.

 

Bunların hepsi, insanları daha fazla tüketmeye yönlendirmeyi hedefleyen reklâmlardır. Sanki insanın bu evrendeki varlığının temel –hatta yegâne- hedefi tüketimdir.

 

Bu reklâmlarda genellikle ekonomi ile cinsellik birbirine karışıyor. Bununla birlikte tüketiciye farklı bir kapıdan ulaşmaya çalışan reklâmlar da var. Örneğin bazı reklâmlar “aile bağları” gibi değerleri kullanmaya çalışıyor; ancak bu değerlerin kullanılmasındaki amaç da yine tüketimi artırmaktır. Bu reklâmlarda insanlar âdeta, anne ve babalarıyla belirli markada bir telefonla konuşmaya; falancı yerden ve çok kârlı taksitlerle hediye almaya çağrılıyorlar.

 

Bu reklâmlarda marka, adres, telefon numarası ve tüketime sunulan malın bütün özelliklerine varıncaya kadar gerekli olan bilgilerin hepsi açıklanıyor. (Sevgililer günü ve anneler günü gibi laik bayramlarda ülkelerimizde neler olduğuna bakmak aslında her şeyi anlatıyor).

 

Buradaki önemli nokta, insanî ve ahlâkî değerlerin de tüketim için kullanılıyor olmasıdır. Her şeye rağmen cinsellik, reklâmlarda kullanımı en yaygın unsur olmaya devam ediyor.

 

Bütün bu reklâm bombardımanının hedefi, tüketim modelini yaymak için insanları şekillendirmek ve bir kalıba sokmaktır. Buna göre sıradan (ve sıradan olmayan) bir insan, mutluluğun ancak tüketim ve daha çok tüketim yoluyla elde edileceği düşüncesini içselleştirmiş oluyor. Sonuçta insan metalaşmış, tamamen malın ve maddenin içine gömülmüş ve insanlığını kaybetmiş tek boyutlu bir hale dönüşüyor.

 

Dr. Celâl Emin"in dediği gibi, gelişmiş kapitalist toplumlarda sömürünün kurbanı işçiler ve çiftçiler değil, bilakis, hangi sınıftan olurlarsa olsunlar tüketicilerdir.

 

Bu durum çocukları hedef alan reklâmlardaki çirkin sömürüde de açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü bu reklâmlar onlara doğrudan yöneliyor ve böylece babalar, anneler, onların ahlâkî değerleri ve hatta ekonomik gelir gibi engelleri kolayca aşıyor.

 

Psikolojik sömürü Amerikan insanını tamamen egemenliği altına almış, onun vicdanında siyasi meseleleri önemsizleştirip geri plana itmiş ve onu tam bir tüketim döngüsünün içine hapsetmiştir. Öyle ki bu insanın sloganı artık şu olmuştur: “Masanın üstünde bir tavuk olduğu müddetçe, dünya umurumda bile değil.”

 

Bu durum, Amerikan insanının, dışarıdaki maddî dünyadan gelen, yani beş duyu organı ile algılanan uyarılara doğrudan cevap verdiği anlamanı geliyor.

 

Maalesef aslında bu durum, yabani hayvanların bir özelliğidir. Çünkü insanın özelliklerinden biri, uyarıcılar ile cevap arasında belli bir mesafenin olmasıdır.

 

Amerika"daki bu durum, Amerikan insanının, eleştirel bütün özelliklerden, yani kompleks insanî içerikten soyutlanıp, ona bedensel-ekonomik manzumenin yüklenmesiyle ortaya çıktı.

 

Yönetici seçkinler ve federal hükümet ile halk arasındaki işbölümü de bu çerçeve de gerçekleşti. Buna göre savunma, güvenlik ve dış siyaset ile ilgili meselelere birinci grup bakacak, itfaiyecilik, posta hizmetleri, öğretim ve içme sularının arıtılması gibi diğer bütün meseleler de halka bırakılacaktır. Bu sahalardaki bütün işler ise, çok sıkı demokratik uygulamalar ile yürütülecektir.

 

Ülkenin geleceğini belirleyen ve bütçenin büyük bir kısmını ilgilendiren (dış siyaset – savunma bütçesi – istihbarat bütçesi gibi) önemli siyasi kararların alınması ise yönetici seçkinlere bırakılmıştır. Bu seçkinlere sanayi ve askerî çıkarlar egemen durumda olup, aldıkları kararları da Amerikan halkının çıkarları doğrultusunda değil, kendi çıkarları ve öncelikleri doğrultusunda diledikleri gibi alırlar.

 

Amerikan gazeteleri de aslında bu işbölümünü yansıtırlar. Örneğin uluslararası haberler ve siyasi analizler, esas itibariyle New York Times ve Washington Post gibi seçkinlerin gazete ve dergilerinde yayınlanır.

 

Halkın okuduğu gazeteler, dergiler ve tabloidler (küçük sayfalı bol resimli mecmualar) ise dünyaya yarım sütunluk bir yer ayırır. Geriye kalan kısmı, magazin, skandallar, yerel topluluklar hakkındaki özel haberler, dedikodular ve çok daha büyük bir kısmı da reklâmlar ve rakipler hakkındaki karalamalar doldurur.

 

Bu yüzden, siyasî kararların alınmasındaki metotları veya dış siyasetle ilgili alınan kararların hedeflerini bilen bir Amerikalıya nadiren rastlanır.

 

Farklı programları olan ve vatandaşları siyasi açıdan bilinçlendirip aydınlatan (çok sayıda) siyasi partiler olmadığından, sıradan Amerikan vatandaşları, kendilerine dayatılan reklâmların ve işbölümünün kolay avları oluyor. Söz konusu reklâmlar ve işbölümü, bu insanları, kendi ülkesinin dış siyasetini ve niçin dünyanın her yerine askerî müdahalelerde bulunduğunu anlayamaz hale getiriyor.

 

Hatta yapılan askerî müdahaleler ve başka ülkelerin işlerine karışmalar, bu reklâmlar ve işbölümü ile aklanıp meşrulaştırılıyor. Bunun için Amerikan milliyetçiliğiyle karıştırılmış, ahlâkî –bazen de dinî- boyutları olan söylemler yüksek sesle ifade ediliyor ve demokrasi, insan hakları ve Amerikan ulusunun güvenliğinin korunması gibi “Amerikan değerleri”nden bahsediliyor.

 

Aynı şekilde bu çevreler sürekli olarak Amerikan halkının herhangi bir düşmanla korkutulması taktiğine başvuruyor. Bir zamanlar bu düşman komünizmdi. Şimdilerde ise bu düşman İslâmî terördür! Amerikalıların vicdanında şu anlayışı yerleştiriyorlar: Bu düşman, demokrasiden nefret ediyor ve Amerikan ulusunu –benimsediği hayat tarzından ve yüksek tüketim gücünden dolayı- çekemiyor.

 

Bu yüzden Amerikan dış siyasetine karşı yapılan protestolar genellikle, yönetici seçkinlerin söyledikleri yalanların farkına varabilen entelektüel üniversite çevrelerinde başlıyor. Buradan da, kısa sayılmayacak bir süre sonra, sokaklardaki sıradan insanlara intikal ediyor.

 

Dış siyasete karşı ilgisizlik ve dış siyasetin içeriğini idrak edememe, modern ve uluslararası bir olgudur. Ancak bu olgu İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde daha az bir oranda mevcut. Sonra bu negatif olgunun kademe kademe eksildiğini ve örneğin Rusya gibi bir ülkede insanların oldukça yüksek bir siyasî bilince sahip olduğunu görüyoruz.

 

Bununla birlikte İngiltere"de yapılan kamuoyu yoklamalarında, deneklerin çoğunluğunun, İsraillileri, bulundukları toprakların gerçek sahibi ve Filistinlileri de bu toprakları İsraillilerden gasp etmeye çalışanlar olarak bildikleri ortaya çıkmıştır.

 

Doğal olarak arada farklılıklar vardır, ancak bunlar öze ilişkin değildir. Çünkü ben, Amerika"ya “maddi tüketimcilik” görüşünün egemen olduğuna inanıyorum. Bu görüş insanı maddî veya bedensel ihtiyaçların bir toplamı olarak değerlendirir.

 

Bu görüş Amerikan insanına birden bire egemen olmadı. Mevcut duruma, birbiri ardınca gerçekleşmiş seküler halkalar silsilesinin bir sonucu olarak ulaşılmıştır.

 

Örneğin eşcinsellik meselesini ele alalım; eşcinsellik –diğer bütün toplumlarda olduğu gibi- ben 1969 yılında Amerika"dan ayrılırken de orada vardı. Ancak eşcinsellikten bahsedilirken, fısıltıyla konuşulurdu.

 

Sonra eşcinsellik yavaş yavaş yaygınlaştı ve marjinal olmaktan çıkıp merkeze yerleşti. Hatta daha sonra, ahlâkî görecelik sınırlarının genişleyip, zevk ve tüketime olan yönelişin artmasıyla, mesele eşcinselliğe hoşgörü beklemek meselesi olmaktan çıktı ve eşcinselliğin doğallaştırılmasının zorunluluğu meselesine dönüştü. Yani normal bir insanla eşcinsel bir insanı tamamen eşit kabul edildi.

 

Gelişmeler bununla da kalmadı ve aynı cinsten iki kişi arasındaki evlilik de meşru bir evlilik olarak kabul edildi. Bu kişiler, evlat edinmek de dâhil olmak üzere, normal evlilerle aynı haklara sahip oldular.

 

Birbiriyle evli iki erkek veya iki kadından oluşan bir ailede yetişen bir çocuk düşünelim. Acaba böyle bir şey o çocuğu, tarih boyunca insanların çoğunluğunun sahip olduğu normal bir hayata sahip olma hakkından mahrum bırakmak değil midir?

 

İş daha da ileri bir boyuta ulaştı ve Anglikan kilisesine, Protestan kiliseye mensup eşcinsel bazı din adamlarıyla, eşcinsel bazı Yahudi hahamlar da, eşcinsel evlilikleriyle birlikte, dini makamlarını ve konumlarını korumakta ısrar ettiler.

 

İşin son derece ilginç ve garip olan tarafı ise, onlara tâbi olanların pek çoğu da, onların bu kararlarını onaylayıp destekledirler. İşte bu, nihâi normalleştirmedir.

 

Burada tekrar vurgulamak istiyorum ki, Amerikan toplumunda meydana gelen bu hadiseler, birdenbire gerçekleşmedi ve Ay"dan da gelmedi; aksine bütün bunlar kuşatıcı laiklik manzumesinin içinde gizliydi. Dolayısıyla, güçlü bir sarsıntı yaşamadıkça, Amerikan halkının siyasî vicdanında gerçek bir değişim beklemememiz gerekiyor.

 

Psikolojik sömürü ve tüketim çılgınlığı, bütün kötülükleriyle bize de hücum etti. Televizyon reklâmları, video klipler, filmler, gazinolar, şans oyunları, yarışmalar... Arap insanını her taraftan kuşatıp, onların hayallerini ve beklentilerini belirleyen faktörler haline geldi.

 

Eğer bu kişiler zenginse, bütün arzularını gerçekleştirecektir; kuzey, güney, doğu ve batı sahillerinde yatları olacak; son model arabalar satın alacak; yeni kentlerden birinde villası olacak; kendisi ve eşi son moda elbiseler giyecektir. (Bir hastane veya üniversite için ise yarım kuruşluk yardım yapmayacaklardır).

 

Eğer bu hayalleri kuranlar sınırlı gelirli kimselerse, bunlardan bazıları hayallerini sürdürmeye devam edecek, hayalleri hüsranla sonuçlanan diğer bazıları da terörist haline geleceklerdir.

 

Mısırlıların eğlence ortamlarına baktığımızda, buraların toplumsal kaynaşma ve dostluk mekânları değil, aksine tüketim çılgınlığının sergilendiği yerler olduğunu görürüz. Beş veya yedi yıldızlı herhangi bir otele gittiğinizde, kendinizi, bu coğrafyayla ve bu coğrafyanın tarihiyle hiçbir ilgisi olmayan apayrı bir dünyanın içinde bulursunuz. Bu dünya size kimliğinizi unutturur ve sizdeki tüketim arzularını azdırır.

 

Tüketim çılgınlığı matemlere bile sızmıştır. Çünkü zengin birinin ölüm ilanları gazetelerde büyük yer tutar ve bunun için on binlerce cüneyh ödenir. Yine bazı cenaze törenlerinde video çekimlerine de başlanmıştır. Lâ havle ve lâ kuvvete illâh billah.

 

Belki de, Mısırlıların ve Arapların, laikliğin mabetlerinden birine giriyormuş gibi haç ettikleri Nasr şehrine artık (Batılı) yıldızlar gelecektir. Bu, psikolojik sömürünün bize karşı elde ettiği zaferin doruk noktası olur. Geçmişte yaptığı gibi artık Batı"nın bizi sömürmek için ordular göndermesine ihtiyaç kalmamıştır.

 

Allah en iyisini bilendir.

 

 

Türkçesi: Halil KENDİR