İnsanın kalitesine olumlu katkı yapan etkenlerden biri de vefa duygusudur. Modern dönemde tedavülden, nerdeyse, tamamen uzaklaşan vefa, geriye doğru çalışan  ancak güne ve geleceğe olumlu yansıyan önemli bir kavram.

Müslümanlar açısından ruhlar alemine uzanan öyküde "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye soran Yaratıcı'nın sorusuna "Evet" cevabını vererek sözleşmeye onay verdik. Bu sözleşmenin tezahürlerini değişik anlarda, kişisel tecrübelerle hissetmek mümkün. Ayrıca vahiyle de tekrar, beden giymiş halimize, hatırlatma yapılıyor.

Çetin veya kolay, arkada bıraktığımız zaman şüphesiz bizim için, birikim açısından büyük önem taşır. Olumsuz ve olumlu yanlarıyla yaşanmışlıklar, bakmasını becerdiğimiz oranda önemli dersler verir, öğretmenlik görevlerini sürdürürler. Zorluklar kıymet bildirir. İmkanlar şükür gerektirir.

Nafile zaman; boş mekan yoktur.

Yürüdüğümüz yola, su içtiğimiz çeşmeye, okul arkadaşlarımıza, komşularımıza karşı hiç birşey hissetmiyorsak nankörlüğün kapısını çalıyoruz demektir.

Kıymet bilenin kıymeti bilinebilir. Hayatın her alanında ve ömrümüzün her anında o kadar çok şey yaşıyoruz ki...

Etken veya edilgin yaşadığımız herşeyi anlamlı kılan ezelde yaptığımız ahd / sözleşmedir. İnsanı nankör yapmaktan alıkoyan sevgi ve merhamet duygularını dikkatli bir inceliğe taşıyan vefa duygusudur.

Yaşadığımız dünyada vefaya yer ayrılmamış. Nesnellik üzerine kurulan mekanizmada kişiye gösterilen hedef "başarı". Başarılı olduğunda bütün imkanlara kavuşacağı ve kimseye muhtaç olmayacağı bilgisiyle yetişen insan için vefa duygu su, gereksiz, anlamsız, gelecektir.

Vefa duygusunu dışlayan etkenlerin başında geçmiş tarihe olumsuz bakma; farkında olmadan günün idraki doğrultusunda yapılan çarpık değerlendirme neden oluyor.

Bir başka etken de insanın insandan çözülmesiyle yaşanan yabancılaşma.

Güvenlik duygusunun insandan sıyrılıp bürokratik hüviyet kazanmasıyla yeni bir güvenlik algısı ortaya çıktı.

Artık kimse hasta olduğunda akrabasından, komşusundan yardım istemiyor. Kredi kartı, sigorta kartı v.b. güvenceler sanayi devrimi ile başlayan değişimi bu noktaya taşıdı. İnsan ilişkilerinde bencilliğin bu denli belirgin olması geleneksel bütün bağları zayıflatma, koparma noktasına getirmiş oldu.

Özellikle bedel ödememiş yeni kuşak, özgürlüğü sorumsuzlukla özdeştirerek, yaşadığı yalıtılmış mekanlarda sanal gerçeklik kuran, yeni bir algı türünü temsil ediyor.

Tefekkürden yoksun, derin düşünme becerisinden yoksun yeni Müslüman gençlik bu tutumun çok uzağında değil. Cemaatsiz olmayı, tek başına takılmayı, matah bir tutum sanıyor. İşine, aklına geleni yapınca özgür olduğunu düşünen bu kesim, mekanını da "cafe" olarak belirlemiş durumda; sadece tabela değişik.

İnsana has, gelenek ve yenilik ekseninde iyiyi kötüyü ayırt etme durumu, her zamankinden daha ihtiyaçlı hale gelmiş durumda. Kadının kadın olmaktan utanmadığı; erkek rolüne yeltenmediği. Erkeğin kadının bu tutumunu, uyanıklıkla değerlendirip sorumluluklarından sıyrılmaya çalışmadığı dengeye ihtiyaç var.

Herşeyden öne "kadim" ahdimiz gereği iyiyi, hayırlı olanı hangi zamanda olursa olsun, bilme yad etme ortaya koyma durumundayız.

Yüzeysel görme, görüntüye esir olma hali, insanı tek boyuta, kolaya çağırır. İnsan ürünü olan herşey, var olandan türetilmiş bileşim olduğu gibi, onu yapan ve sonradan yaptığına esir olan da "yaratılmış"tır.

Görünen, hissedilen ve düşünülen herşeyin arkasında Allah'ı (c.c) görmek ve şükre durmak mümince bir bakıştır.

Boş bakış tutuklanmaya meyyaldir.

Tutkular her tuzağı görmeme eğilimi ile hareket ederler.

Her şeyde Rabbi görme, ahdimize bağlılığımızın farkında olduğumuzu da gösterir.

Rahim olan Allah (c.c) her şeyi yarattı; ancak, insana ruhundan üfledi. İnsanın üzerine eşya koymak, onu ikinci plana itmek, bu nedenle meşru değil.

Maddeyi merkeze alan medeniyet bu yüzden insanı kaybetti.

İnsanı kaybedenin ömrü uzun olmaz.