Türkiye’de Tayyip Erdoğan hükümetinin kurulmasının üzerinden yedi yıl geçti. Fakat AKP bu süre boyunca İslamcı programına temkinli yaklaşan ve devletin laik kökleriyle sağlam bağları bulunan kesimlerin de desteğini almayı başaramadı. Daha da önemlisi, bu yıllarda Türkiye’de geniş nüfuzu bulunan ve geçmişi İslamcı akımlarla çatışmalarla dolu orduyla uzlaşı sağlanamadı. Ordunun bu akımlarla çatışmaların ardından yeni siyasi partiler kuruldu, ancak sonunda hepsi de yenildi.

Erdoğan hükümetiyle Türk ordusu arasındaki mevcut savaş da bu çerçevenin dışına çıkmıyor. Komutanlar seçilmiş hükümete karşı komplo niyeti taşıdıklarını yalanlıyor. İlgili iddianamede hiçbir şey kanıtlanmasa da savaş bundan daha ötesine işaret ediyor. Taraflar birbirine güvenmiyor. Hükümet askeri, seçmenin iradesine darbe yapma hazırlığıyla suçluyor. Komutanlarsa hükümeti Türkiye’ye iç ve dış meselelerde, özellikle de İran’la ilişkiler konusunda ülkenin anayasası ve çıkarlarıyla çelişen yaklaşımlar ortaya koymakla suçluyor.

Türkiye iki taraf arasında dikey bir biçimde bölünüyor. Hükümetin yanında olanlar orduyu ülkenin demokrasi yolunda sağlam adımlarla yürümesinin ve AB üyeliği ihtimalinin önündeki en büyük engel olarak görüyor. Ordunun yanında olanlarsa, Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iktidara gelmesini rejime yönelik en büyük darbe olarak görüyor.

Kurumların normal bir biçimde idare edildiği bir ülkede, askerle siyasiler arasında böylesine kural dışı bir durumun yaşanmasını düşünmek zor. Modern dünyada insanların varlığını kabul ettiği iki deneyimden biri yaşanır: Ya ülkeyi seçime dayanarak yöneten ve ordu da dahil diğer kurumların boyun eğdiği bir hükümet vardır, ya da sivil kurumların arkasında duran ama son kararları kendisi veren askeri bir yönetim vardır. Türkiye, hükümetle asker arasındaki bu daimi çekişme açısından benzersiz bir ülke.

Hükümetin ordunun direncini ve kendini savunma gücünü hafife alması dar görüşlülük olacaktır. Erdoğan’ın dile getirdiği ‘kimse hukukun üstünde değildir’ söylemi kulağa hoş geliyor. Fakat orduyla hükümet arasındaki ilişkiye şüphe hâkimse, halk desteği ne kadar çok olsa da hükümetin işi zorlaşıyor. Sivil yönetimin Türkiye’deki devlet kurumlarına ancak ordu kışlasına gönüllü olarak girdiğinde döneceğini hatırlatmak önemli. (Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 27 Şubat 2010)

Kaynak: Radikal