İsrailliler Türkiye'yle ilişkilerinde meydana gelen kötüleşmeden Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan ve etkin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu sorumlu tutuyorlar.

Zira İsraillilere göre iki ülkenin ilişkileri Gazze'deki İsrail savaşına kıyasla çok daha zorlu süreçleri aştı. Örneğin iki Filistin intifadası, İsrail ordusuyla yaşanan ihtilaflar, Filistin lideri Yaser Arafat'ın Ramallah'taki karargâhının ablukaya alınması ve Filistinli çevrelerin suçlamalarına göre kendisine orada 'suikast düzenlemesi' gibi olaylar ilişkilerde bu tür bir kötüleşmeye yol açmamıştı.

Geçmişteki Türkiye hükümetlerinin de İsrail'in Filistinlilerle karşı kullandığı yönteme karşı çıkan tutumlarına rağmen, Ankara İsraillilere karşı sesini hiçbir zaman bu kadar yükseltmemiş, ortak askeri tatbikatları iptal etmek ve İsrailli askerleri 'çocuk katilleri' olarak gösteren bir televizyon dizisi yayımlamak gibi adımlar atmamıştı.

İsrail son 10 yılı iyi okuyamamış
İsrailliler, Gazze'de işledikleri suçlara karşı Arap ve Müslüman sokakları gibi Türk sokaklarından da geler tepkileri önemsiz gibi göstermeye çalışıyor ve Türk tepkisine bir istisna olarak bakıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bakanları ve İsrail basınındaki yorumcular şöyle düşünüyor: Eğer Türkiye'de iktidarda AKP bulunmasaydı, İsrail'le Şah yönetimindeki İran'ın ardından 1949'da ilişki kuran

bu Müslüman ülkeyle ilişkiler hiçbir zaman böyle bir noktaya gelmezdi.
İsrail Türkiye'ye yönelik yaklaşımında, bu ülkenin politikalarının son 10 yılda yaşadığı gelişmeye dair son derece önemli gerçekleri görmezden geliyor. İşin aslı şu ki, Türkiye artık onlarla geçmişte ilişki kuran devlet değil. İslamcı partinin iktidara gelmiş olması da bu köklü değişimin bir ifadesiydi. Bu parti hem halkın Türkiye'yi çevreleyen bölgenin sorunlarına yönelik tutumlarıyla daha fazla bağlantılı, hem de İsrail'le ilişkilere karşı modern Türkiye'nin kurulmasından bu yana ikidara gelen sağcı ve solcu hükümetlerden daha fazla hassasiyet gösteriyor.

Erdoğan 'Türk halkının kanaatlerine ve tutumlarına aykırı bir politikayı sürdüremeyeceği'ni söyleyerek bu durumu açıkça ifade etti.

Ekonomik ilişkiler sağlam
İsrail gazetesi Haaretz'de yayımlanan bir yorumda, İsrail'in Türkiye'yi daima iki devlet olarak gördüğü belirtiliyordu. Yazıya göre bunlardan biri İsrail'in 'ikiz kardeşi' olan askeri devlet, diğeri de Suriye ve İran'la sağlam bağlantıları bulunan ve İslamcı bir ülke olan siyasi devlet. Makalede, İsrail'in her zaman küstahça yöntemiyle siyasileri görmezden gelip onları ciddiye almama ve ilişkilerini sadece orduyla bağlantılı kılma kararı aldığı ifade ediliyor. Dolayısıyla, İsrail'de insanlar son yaşananları 'Türkiye'de birşeyler yanlış gittiğini' ve artık ordunun hükümeti değil, hükümetin orduyu yönetmeye başladığına dair yorumlar yapmakta gecikmemişti...

İster Türk siyasetinin Osmanlı köklerine ve 2. Abdülhamid'in Filistin topraklarında bir İbrani devleti kurulmasına yönelik bilinen tutumlarına dönüş yaşandığı söylesin, ister meydana gelen değişimin bölge ülkelerinde yayılan ve İsrail-Filistin çekişmesinde hareket alanı bulan İslami eğilimle ilişkisi olduğu söylensin, gerçek şu: Türkiye bölgedeki ittifaklarını siyasi ve ekonomik çıkarlarını koruyacak şekilde yeniden tanımlıyor. Zira bu devletin İran'la ticaret hacmi 9 milyar dolara, Suriye'yle de 1,5 milyar dolara ulaştı.

Türkiye'nin Irak ve Mısır'la da sağlam ekonomik ilişkileri var. NATO üyesi olarak Afganistan'daki NATO görevleri açısından temel bir role sahip olduğunu düşünüyor. Aynı zamanda Kafkasya'da da, tarihin ağır yüküne rağmen Ermenistan'la ilişkilerini iyileştirerek kanıtladığı gibi hassasiyetler yerine çıkarlar temelinde ilişkilerini yeniden düzenliyor.

Arabuluculuğun zarar görmesi kesin
Türkiye'nin siyaseti ABD ve NATO'yla ilişkilerinin yanı sıra AB üyeliği talebi üzerinde de etkiler yaratacak bir macerayı temsil ediyor. Bu politikalar aynı zamanda, hükümetin Şam'la Tel Aviv arasında yaptığı dolaylı arabuluculuk üzerinde de olumsuz etkisi yarattı; bu arabuluculuğun son İsrail-Türkiye gerginliğinin ardından tamamen sona ermese de dondurulduğunu söylemek mümkün.

Dolayısıyla Türkiye'nin bölge ve dünyadaki rolüne ve konumuna dönüşü olmayan bir zarar vermeksizin nereye kadar bu şekilde davranabileceğini sorgulamak mantıklı. (Londra'da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 19 Ekim 2009)

Kaynak: Radikal