Bir İsrail-Türkiye uzlaşmasının eli kulağında fakat siyasi yakınlaşmanın altın çağı olan 1990'ların aksine, düzeltmeler yapılan bu yeni ilişkinin daha ihtiyatlı olması muhtemeldir ve İsrail'den ziyâde Türkiye'ye daha büyük meydan okumaları olacaktır.
İsrail medyası, Radikal gazetesine atıfta bulunarak, Türkiye-İsrail arasında Mavi Marmara gemisine düzenlenen baskından dolayı İsrail'in özür dilemesiyle sonuçlanabilecek gizli görüşmeler olduğu haberini verdi. Mavi Marmara baskınında bir Amerikan vatandaşı dâhil dokuz Türk eylemci öldürülmüştü. Saldırı, 1984 itibariyle yükselen ve 1996'da tam bir stratejik ortaklığa evrilen Türk-İsrail ittifakında görülmemiş bir krize yol açtı. Ancak bu kriz, Mavi Marmara'daki ölümcül saldırıyla veya İsrail'in Türkiye'yi önceki aşağılamalarıyla başlamış da değildir. Yahut İsrail'in 2008 Aralık ayında yürüttüğü Kurşun Dökme Operasyonuyla da başlamış değildir.
20 Şubat tarihli Radikal gazetesinin haberine göre (Ha'aretz de bundan iki gün sonra habere yer vermiştir) İsrail, ilişkilerin yeniden başlaması için Türkiye'nin iki şartını karşılamaya istekli: Özür ve kurbanların ailelerine tazminat ödenmesi. Radikal'e atıfta bulunan Ha'aretz, Türkiye'nin Gazze ablukasının kaldırılmasını da talep ettiğini "fakat bu talepten vazgeçmeye hazırlandığını" bildirdi. Gizli görüşmelere dair haberler yeni değil. Cenevre ve Kahire'de görüşmeler olduğuna dair de haberler çıkmıştı. Türk-İsrail uzlaşması en azından bugün için Amerika'nın Ortadoğu politika gündeminin önemli bir öğesidir. Her şeyi geri plana atan Amerikan seçimlerine dek durum böyleydi.
Ateşli söylemlere rağmen, buzların çözüleceği sinyalleri gelmektedir. Al Ahram Weekly'de yazan Celal Nasır, "İsrail'in biten fırtına nazarıyla baktığı, dostuyla muhtemelen stratejik bir ortağıyla ilişkilerini nev-i şahsına münhasır şekilde onarmaya çalıştığını yazmıştı. Türkiye nezaketle karşılık vermiş, Nato'nun askeri olmayan faaliyetlerine İsrail'in katılımını engelleyen vetosunu kaldırmıştı. Siyasi çözüm hakkında sızan haberler sadece bu konuya özgü başlıklarda çıkmıyor. Askeri ve ekonomik meseleler de var. FlightGlobal'da 21 Şubat'ta çıkan bir habere göre İsrail hükümeti, elektronik destek cihazlarının " Türk hava kuvvetlerindeki yeni Boing 737 erken uyarı uçaklarına takılmak üzere " teslim edilmesine razı oldu. Bu arada, 14 Şubat'ta Ha'aretz'de çıkan bir TheMarker haberine göre Zorlu Grubu "son aylarda İsrail hükümetini ve Akdeniz doğalgaz sahasındaki ortaklarını Türkiye'ye enerji ihracına onay vermeye ikna etmek için çalışıyor."
Buzdağının sadece görünün kısmıdır bunlar. Bu haberler kısmen de olsa muteberse, Türkiye-İsrail ilişkileri dikkatlice ama kararlı bir şekilde onarılmaktadır. İlan edilen Türk dış politikasıyla, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve diğer önde gelen Türk siyasetçilerinin tutkulu açıklamalarıyla çelişkilidir bu. New York Times, İstanbul mahreçli haberinde, Erdoğan'ın 19 Şubat Cuma günkü namaz çıkışında, İsrail'in bir diğer Gazze saldırısının kışkırttığı bir krizi çözmekle ilgili olarak ülkesi ve İsrail arasında görüşmeler olduğunu reddetti. Daha da ileri giderek "İsrail'le diyalog anlamında hiçbir bağlantımız yok" dedi. Birkaç gün sonra mecliste yaptığı toplantıda İsrail'in Gazze'deki hareketini "etnik temizlik" olarak andı.
Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 20 Şubat'ta Arap Birliği heyetiyle birlikte emsalsiz bir dayanışma gösterisiyle Gazze'ye dayanışma ziyaretinde bulundu. Times haberine göre Davutoğlu, misyonuyla tezat teşkil edecek şekilde "İsrail yetkilileriyle arka-kapı görüşmelerinin olduğunu telkin etti gazetecilere." Ancak çelişkiler, Türkiye'nin geri dönüşü ve İsrail'le tam yakınlaşma gerçekleşirse, AK Parti, en çok da Filistin yanlısı politikalarla elde ettiği Ortadoğu'daki başarılı markasını nasıl ayakta tutacak?
Burada bir şeyi açıkça ortaya koymalıyız. Türkiye'deki güçlü ve artan Filistin yanlısı hissiyat, ne AK Parti'nin ne de bir başkasının kendi çıkarına hizmet eden gündeminin ürünü değildir. Filistin'e destek, Erdoğan'ın partisinin kazandığı 2011 seçimlerinde çok açıktı. Steven A.Cook 28 Ocak'ta Atlantic'te çıkan yazısında "Türkler iki "p"e (Filistin ve cüzdan) oy kullandılar" diye yazmıştı: "Bir gün Türkiye'nin başkanı olmayı hayal eden ve AK Partinin daha en az 10 yıl hâkim parti olacağına inanan Erdoğan'ın Ankara'nın Yeruşalem'le ilişkilerinin kayda değer ölçüde iyileşmesine alıcı olması muhtemel değildir." Türk siyasi algısında Filistin böylesine merkezi bir yerdeyse, o halde emelleri olan hiçbir siyasetçinin - mesela Erdoğan, Davutoğlu veya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül - mevcut politikalardan büyük bir kopuş yaşayarak kumar oynaması muhtemel değildir.
Suriye faktörünü dikkate almadığımızda bu tamamen doğrudur; Suriye faktörü, iki yıl öncesine kadar İran, Suriye, Libya ve diğer Ortadoğulu ortaklara erişmeye dayalı olan Türkiye'nin bölgesel duruşunu Arap Baharıyla birlikte karmaşıklaştırmıştır. Bugünkü kargaşa öncesindeki yıllarda, Türkiye ihtiyatlı ama ikna edici şekilde NATO ve Batıya topyekün bağlılığı dengelemeyi amaçlayan yeni bir dış politika benimsemişti. İran dâhil doğudaki komşularıyla bağlarını onardı fakat Suriye'deki iç savaşın yarattığı kutuplaşma, en azından şimdilik, Türkiye'nin dengeleyici hareket etmesine son verdi.
Türkiye'nin Suriye sınırına Patriot füze bataryaları yerleştirilmesini talep etmesi, Suriye Ulusal Konseyini desteklemekteki rolü, Kuzey Irak ve Suriye'deki çeşitli Kürt grupları tatlılıkla ikna etme teşebbüsü hepsi de eski Türk politikalarıyla tutarlıdır. Doğrusu, Davutoğlu'nun komşularla sıfır sorun politikası tarihi bir dipnottur. Suriye savaşı Türkiye'yi yine Batı kampına yerleştirdi her ne kadar Türk generallerin diğer tüm ittifaklardan NATO lehine sarf-ı nazar ettikleri geçmişteki kararlılık düzeyinde olmasa da. İsrail'le bir açılışı temsil etmektedir bu ve ABD başkanı Barack Obama'nın desteğiyle bir yere kadar normalleşmeye tahvil olması mümkündür. Bu normalleşmenin derecesi, Suriye'deki iç savaşın hangi yönde seyrettiğine ve Türkiye'nin stratejik ortağı olarak İsrail'in bir kez daha geçit yapmasına Türk sokaklarının açıklık derecesine bağlı olacaktır.
Bazı yorumcular, Mısır'ın İsrail politikasının - Mısır hem İsrail'le hem de Filistinlilerle konuşma "manivelasına" sahip tek ülkedir Ortadoğu'da - Türkiye'yi Nato'da güçlü bir pazarlık konumundan mahrum ettiğini söylüyorlar. İsrail'le açık bir teması olmayan Türkiye'nin ABD ve diğer Batılı ortaklar nezdinde gözden düştüğünü savunuyorlar. İlginçtir, İsrail'in planlanan özrü, Radikal gazetesine göre, Obama'nın Mart'ta İsrail'e yapacağı ziyaretle aynı zamana denk getirilecek. Ne Türkiye ve İsrail ne de ABD ve NATO statüskoyu - İsrail ve Türkiye arasındaki çatlağı - daha uzun süre devam ettiremeyecekler. Fakat eski paradigmaya dönülmesi, Türkiye'nin Filistin haklarının, Arap ve Müslüman davalarının artık savunucusu olmaması, daha mâliyetli çıkabilir. Bölge, kısmen
tahmin edilemeyen dinamikler eliyle değişmekte olduğundan dolayı bunun kolay bir cevabı yoktur.
Erdoğan ve partisi er geç bir cevap hazırlayabilirler. İsrail'i ve hem Doğuya hem de Batıya erişmeye imkân tanıyacak yeni bir denge seti de içerebilecektir bu. Fakat o cevap, Erdoğan'ın sürekli savunduğu dimdik, âlicenap siyaset değil kendi çıkarına hizmet eden siyaset olacaktır, başka bir şey değil.
Kaynak: CounterPunch
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı