Asya basınını temsil eden editörler mükemmel bir çizgide duruyorlardı. Çin Komünist Partisinin güçlü üyesi Li Changchun’la görüşme ihtimalini heyecan ve baş dönmesiyle karşılamışlardı. Şahsen, Büyük Halk Salonu ve Çin halkının metaneti beni büyülemişti. Meydan okumalara, yolsuzluk suçlamaları ve güç mücadelelerine rağmen Çin yek vücut duruyor ve bu esnada sarsılmaz hareketler onu ileri doğru itiyor. Ülkenin dış politikasına gelince, ihtiyatlı, yavaşça çalkalanan bir gündem tarafından yönetiliyor; uzun vadeli amaçları belirsizliğe yer vermeyecek şekilde açık.
Yaklaşık iki yıl evvel, o gün biliyorduk ki Li bizim gelişimizi bekliyordu. Li Changchun, Çin İmparatorunu oynayan bir Hollywood klişesi kadar faydasızca ağır konuşuyordu. Bizim varlığımız ve sorgulayıcı pek çok soru karşısında iddialıydı ve istifini bozmuyordu. Li’nin tarih algısı, propaganda şefinden beklenenden çok daha fazla uzak erimliydi. Li, Çin dış politikasını Amerika’nın küresel askeri maceraları, jeopolitik ilerleme ve gerilemeleri ışığında görüyordu. Başka hiçbir ülke mesele değildi sanki. Bir rekabetti bu ve Çin kazanmaya azimliydi.
Birkaç ay sonra Ortadoğu’yu ayaklanmalar vurdu. Dışavurumları – devrimler, iç savaşlar, bölgesel kargaşa ve her tür ihtilaf – Ortadoğu’nun ötesinde yankılandı. Yükselen ve çöken güçler, her ikisi de durumu dikkate aldılar. Fay hatları çabucak belirlendi ve kullanıldı; oyuncular pozisyon değiştirdiler yahut kaynak ve strateji bakımından zengin bölgede yeni bir Büyük Oyun başlamak üzereyken daha avantajlı başka bir konuma geçtiler. Arap Baharı denilen gelişme, her tür dönüşüme direnç göstermekle tanınan bölgede oyun kurucu haline geliyordu. Bu yüzden de ihtiyatla davrandılar: Libya’da olduğu gibi tereddüt ettiler; Suriye’de metin durdular; Bahreyn’e ise büsbütün ilgisiz kaldılar.
Çin’e gelince, müstakbel siyasi hareket için sınırsız bir alan var. ABD’nin aksine, yeni veya durağan bir Ortadoğu, Çin’in iğrenç bir askeri katliam veya ekonomik sömürü tarihiyle ilişkisi olmadığı gerçeğini değiştirmeyecektir. Batılı güçlerin ise inkâr edilemeyecek bir ilişkisi vardır bunlarla. Ortadoğu’daki siyasi geçişin hızı, Li Changchun’u biraz daha hızlı, biraz daha yüksek sesle ve biraz daha açık konuşmaya zorlayabilir ancak Çin’in politikalarında tastamam bir değişim talep edecek de değildir. Bölgedeki hâkim dış güç olarak onarılmaz yara alacak olan ABD’nin çıkarları ve mevkisidir.
Tarih, sırf politik prizmadan bakıldığında dar, seçici ve sorunlu denilecek şekilde kısa olabilir. Fakat yönteme dayalı tarihi soruşturmaya dayalı olduğunda, gerçeklik daha az kafa karıştırıcıdır ve geleceğin tahmin edilemezliği çok daha azdır. Ortadoğu’daki dizginlenmemiş çatışma da istisna değildir.
Fredrik Logevall kısa bir süre önce yayınlanan Embers of War: The Fall of an Empire and Making of America’s Vietnam adlı kitabına (Washington Post, 28 Eylül 2012) eleştiri yazan Gordon Goldstein şöyle demişti: “Büyük güçlerin sratejik aşırı gerilimi, ulusal çıkarlarının kenar çizgisi civarında hareket etmeleri kâdim imparatorlukları ve modern devletleri duraksatmıştır.” Goldstein, Amerika’nın Güneydoğu Asya’daki hareketlerine gönderme yapıyordu. ABD Güneydoğu Asya’da Fransa sömürgeciliğinin Hindiçin’indeki (Vietnam, Kamboçya ve Laos) feci mirasını kabul etmişti. Her iki güç de aşağılayıcı bir mağlubiyet tattılar.
İmparatorluklar bir gecede un ufak olup gitmezler. Bir imparatorluğun çöküşü, yükselişi kadar işkence gibi uzun zaman alabilir. Çöküş işaretleri genelde ufak ufak gelir ve her hangi bir büyük patlama olmaz; fakat kesindir ve belirsizliğe mahal vermeyecek şekilde gelir.
ABD dış politikası II.Dünya Savaşından beri askeri maceralar temeline dayalıdır; düşmanlar acı şekilde cezalandırılır, dostlar kontrol altında tutulur. Savaş, diplomasi kekinin üzerindeki dondurmadır ki bu savaşlar da benzer özellikler sergilemektedir: Zayıflar, ekonomik bakımdan çökmüş ve tecrit halinde ülkeler hedeflenir. Sürüp giderken başarılı bir markaydı. Generallerin askeri üstünlüklerinin yenilmezliği hakkında konuşmalarına; politikacıların küresel sorumluluklardan dem vurmalarına; medyanın dur durak bilmeksizin Amerikan değerlerini teşvik etmesine imkân tanımıştır. Üçüncü Dünyanın demokratikleştirilmesi arayışının en ağır yükünü çeken masum milyonları neredeyse hiç kimse umursamamıştır.
Amerikan dış politika facialarından ancak pek azı Ortadoğu’yla kıyaslanabilir. ABD, Fransızlardan aldığı Güneydoğu Asya mirâsına benzer şekilde, Ortadoğu’yu da çöken İngiliz ve Fransız imparatorluklarından devraldı. Avrupalı emperyal güçlerin aksine Amerika’nın bölgeyle ilk temasları diktatörlüklere verdiği destekle, Filistinliler ve Araplar pahasına İsrail’e mâli destek ve silah desteği vererek en son da ölümcül savaşlara girerek (bazıları buna dolanmak der) şiddet yoluyla bozuldu.
Büyük güçlerin problemi, çaplarının ve eylemlerinin doğasının manevra kabiliyetlerini kısıtlamasıdır. Sadece ileriye doğru hareket edebiliyorlar ve ileriye doğru hareketin mümkün olmadığı yerde ise çöküşü davet ederek ricat ediyorlar. Amerikan dış politikası çok çevik olmanın gerektiği bir zamanda kımıldayamaz hale geldi. Ortadoğu içine girilemez kozasından çıkarken Çin, Rusya ve diğerleri yeni bir siyasi duruşu müzakere ediyorlar ancak ABD donmuş halde duruyor. Libya’nın bombalanmasına katıldı çünkü güce başvurmadan hızla amaçlara ulaşmanın başka bir yolunu bilmiyor. Suriye’de barışçıl bir geçiş için pozitif bir mecra olmayı reddediyor çünkü Irak’taki başarısızlığı onu felç etti ve Suriye siyasi merkeziyetini kaybettiğinde İsrail’in kaderi hakkında korku duyuyor.
ABD bölgede yıkıcı bir çöküşü savmayı tercih etse de İsrail’in istilacı dokungaçlarının İsrail lobisi ve medyadan siyasi partilere ve ideolojik gündemlere kadar yayılan nüfuz edici şebekesinin tutsağı oldu. Amerika, İsrail’in tayin ettiği kurallara ve “kırmızı çizgilere” göre hareket etmeye mahkûm haldedir; İsrail’in ulusal çıkarlarının Amerika’nın yükseliş ve çöküşüne bir ilgisi de yoktur bu arada. İsrail yalnızca “yeni” Ortadoğu’da üstünlüğünü teminat altına almak istiyor. Devrim yaşayan Mısır sayesinde İsrail’in karşısındaki meydan okumalar artıyor. Nükleer bir İran’ın İsrail’i sahip olduğu tek avantajdan, nükleer teknoloji ve nükleer cephanelikten mahrum edeceğinden korkuyor. İran nükleer teknolojiye sahip olduğunda, İsrail komşularıyla iyi niyetle ve eşit ortak olarak müzakere etmek zorunda kalabilecek. İsrail bu durumdan tiksiniyor. İsrail çekici ve imparatorluların âni çöküş örsü arasında kalan Amerika (Ortadoğu’yu yaklaşık altmış yıldır rehin almıştır) o dış politikanın sınırlamalarına rehin olmuştur. Bu ironiden kaçınılamaz.
Li Changchun’un monoton sesini dinlerken Çin’in büyük bir acele içinde olmadığı açıktı. Ne de Ortadoğu’daki ayaklanmaların final sahnesini büyük bir beklentiyle izleyen diğer büyük güçlerin acelesi var.
Barack Obama 25 Eylül’de BM Genel Kurulunda ders verirken demokrasi ve değerlerden bahsetti; kendi ihtiyaçlarını görmezden gelen tahmin edilebilir bir dil kullandı; öyle görünüyor ki seyri değiştirme veya manevra yapma yahut ricat etme veyahut da hepten çıkıp gitme niyeti yok. İmparatorluk, kendi kendini mağlup eden mirâsına dolandı. Çin’e bakılmaksızın, pek çok rakibini tatmin edecektir bu.
Kaynak: CounterPunch
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı