Tam tarihini hatırlamıyorum ama 2007 yılı olmalı. BM Dünya Gıda Programının Roma’daki merkezini sanki beyhude yere arar gibi kaybolmuştum. Bazı STK’lar, içlerinde “Filistin Sorununa” adanmış çeşitli büyükelçilerin bulunduğu Genel Kurula bağlı bir organ, toplantı yapacaktı. Bir STK adına katılmam istendi. Çekinerek kabul ettim.

Böylesi toplantıların nasıl bittiğini önceden bildiğim halde gene de katıldım. Eski demeçler tekrarlanır, eski metinler yeniden ısıtılır, bazı görüşler yeniden teyid edilir ve ileri sürülür. Tartışmanın konusu Filistinli mültecilerdi; Mahmud Abbas’ın Filistin Otoritesi hâriç, çoğu Filistinli için onlarca yıllık özgürlük ve hak mücadelesinde herhangi bir çözümün merkezinde yer alır bu konu. Resmi BM metnini tekrar vurgulamak ve tekrar teyid etmekten ziyâde bir âciliyet hissine kapılmıştım. Birkaç gün önce Londra’dayken aranmış, üzücü bir telefon görüşmesi yapmıştım zira. Arayan kişi Hüssam adında, Ürdün-Irak sınırında müşkül durumda kalmış Filistinli bir adamdı. İki kardeşi geçen aylarda Irak’ta öldürülmüştü. Kardeşlerinden biri Bağdat’ın o zamanlar Filistinli mültecileri ağırlayan Baladiyat semtinde infaz edilmişti. Diğerini ise Amerikan kuvvetleri öldürmüştü.

2003 Irak işgalinden önce Irak’ta 35.000 Filistinli yaşıyordu. Ülkede herhangi bir siyasi dahilleri olmasın diye bundan bilerek korundular ve Lübnan’daki Filistinli mültecilerin aksine iyi muamele görüyorlardı. Fakat Amerikan işgali başladığında çeşitli milisler, Amerikan kuvvetleri ve suç çeteleri için kolay hedef haline geldiler. Birçoğu öldürüldü özellikle de ağır fidyeleri ödeyemeyenler. Mültecilerin bir kısmı da Irak’ta güvenli alan bulma arayışıyla kaçtılar ve bu mümkün olmadığında da komşu ülkelerde barınma arayışına düştüler.

Filistinlilerin Arap ülkelerine girişine izin verilmesi o kadar kolay değil. Bu yüzden de binlercesi Ürdün ve Suriye sınırlarında inşa edilen mülteci kamplarında müşkül bir durumdalar. Zorlu çöllerde kıt kanaat geçinip gittiler ve BM sadakalarıyla ayakta kaldılar. Filistinlilere Arap ihanetinin zavallı bir piyesidir. Arap rejimleri Filistin’den ne kadar çok bahsederlerse, Filistinlilerin vahim durumuna karşı o denli anlayışsızdırlar. Tarih bu cihetten pek zalimdir.

Hüssam sadece Ürdün’e dönmek istiyordu. Orada doğmuş, büyümüş ama ikameti kapris yapılarak iptal edilmişti; Filistinli mültecilerin sayısı ev sahibi ülkeye kaygı verecek şekilde arttığında genelde böyle olur zaten. Annesinin yaşlı olduğunu, kalan tek çocuğunun kendisi olduğunu söyleyip bana yalvararak yardım istiyordu.

Elbette ki güçsüzdüm, halen de öyleyim. Ancak Filistinli mültecilerin vahim durumları hakkındaki Roma toplantısına katılmam istendiğinde Hüssam’ın yaşadığı zorluğun siyasi bir bağlama oturtulması için uygun bir platform olduğunu düşündüm. Öyle olmadı tabi. Eski klasikler şimdinin tırıvırı görünen endişelerine galip geldiler.

Irak’taki mülteciler Filistin’e aittiler. Roma’daki BM büyükelçileri gibi bunu söyleyecek ahlâki cesarete sahip olanların ateşli konuşmalar yapmaktan öte güçleri yoktu. Filistinlilerin Dönüş Hakkında ısrar eden göz ardı edilmiş BM kararlarını icra edebilecek durumda olanlar ise Amerika’nın hükmedici baskısı ve İsrail’in topraklara giriş hakkını vermemesi karşısında boyun eğiyorlar. BM’in 1948 tarihli ve 194 sayılı kararı kâğıt üstünde mürekkep olarak kaldı.

İsrail uluslararası hukukla alay ettiği müddetçe milyonlarca Filistinli mülteci de onları yem olarak kullanan bölgesel mücadelelere rehin olacaktır yahut demografik bir sorun daha fenası, demografik tehdit olarak görüleceklerdir. ABD’nin de Filistinlilerin acısını dindirmek için anlamlı hiçbir hareketin yapılmamasını garantiye alması sayesinde binlerce mülteci kendilerini bir sınırda bulmaya, gıda kuyruklarında beklemeye, kendilerini dinlemek isteyenlere hallerini arzetmeye devam edeceklerdir.

1975-1990 Lübnan İç Savaşı ve İsrail’in Lübnan’ı işgali (1978 ve 1982) sırasında kendisini dışa vurmuş bu uzun trajedinin son perdesi bu kez Suriye’dir. Suriye’de oniki tane mülteci kampı bulunmaktadır. Bunların dokuzu BM yardım ajansının (UNRWA) resmi kamplarıdır ve 496.000 mülteci barındırmaktadır. Şam yakınlarındaki Yermük’te 159.000 mülteci olduğu tahmin ediliyordu. Bu kamp, Suriye’deki militan grupların ve Suriye kuvvetlerinin defalarca hedefi olmuştur. Diğer kamplar da bu vahşi çatışmada hedef olmuştur.

Suriye’de yüzlerce Filistinli öldürüldü. Ya Suriye yönetimi ve muhalefet arasındaki kanlı çatışmaya yakalandılar yahut da bir bahaneyle kasıtlı olarak öldürüldüler. Neredeyse boşaltılan Yermük kampında, haberlere göre İslamcı militanların, Beşşar Esad yönetimine bağlı Filistinli savaşçılara saldırdığı 14 Aralık’ta çatışma yaşandı. Hava saldırısının da kullanıldığı karşı saldırıda Yermük kampı darmadağın oldu ve pek çok kişi öldü ve yaralandı. Ardından göç başladı ve Filistin destanına kanlı ve daha acımasız bir hatıranın olduğu yeni bir sayfa eklendi mecburen. Onbinlerce mülteci kaçtı. Bazıları Lübnan’daki çok daha kalabalık kamplara kaçtılar. Diğerlerinin girişine izin verilmedi ve Şam parklarında kamp kurup BM yardımı için kuyruğa girdiler. Dünya Gıda Programı mültecileri beslemekle görevli gibi duruyor. Geçenlerde çıkan bir beyanata göre BM’n bu grubu, BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) Suriye Arap Kızılay’ı, UNICEF ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile eşgüdüm halinde çalışıyor.

Evlerinden olmuş veya komşu ülkelerdeki üç milyon mülteciyi umursamayan bölgesel güç oyununa yakalanmış milyonlarca masum Filistinlinin vahim durumunu tanımlamaya yetecek kelime yok. Arap ülkelerindeki çatışmaların neticesi ne olursa olsun, Suriye ve diğer yerlerdeki Filistinlilerin durumu Ürdün, Lübnan, Kuveyt, Irak, Libya ve şimdi de Suriye’de olduğu üzere bir kenar notu hükmünde olmayı sürdürecektir. Geçici bir kriz değil de siyasi insâni bir kriz olarak halledilmeyi bekleyen o aynı eski hikâyedir. Filistin liderliği, mülteci krizinin dolayısıyla da Dönüş Hakkının aciliyetini azımsayıp onu İsrail’le nihâi müzakerelerde çözülecek bir gizeme çevirme hususunda büyük sorumluluk taşımaktadır. Ortada böyle bir müzakere de yok şüphesiz ve sızdırılan Filistin Evraklarında görünene göre Filistin Otoritesinin İsrailli yetkililerle yaptığı gizli görüşmelerde mültecileri büsbütün gözden çıkarmıştır.

Suriye’deki mültecilerin çoğu Filistin’deki evlerinden safha safha kovulmuşlardır. İlk dalga 1948’te Safad, Hayfa, Yafa’dan gelmiştir. İkincisi İsrail’in 1967’de Golan Tepelerini işgal etmesiyle oldu; üçüncüsü, Lübnan İç Savaşı ve İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle yaşandı. Çok katmanlı müzmin bir trajedidir. Doğru, mültecileri korumak ve onlarla ilgilenmek için çabaları iki katına çıkarmayı gerektirmektedir fakat aynı zamanda uluslararası câmianın mültecilere karşı göz ardı edici tutumunu da ciddi şekilde masaya yatırmayı talep etmektedir. Filistinli mülteciler Arap çatışmasına yakalanmış kaçmakta olan kalabalıklardan ibaret değildir; uluslararası hukukun kutsallaştırdığı Filistin haklarının rehberlik etmesi gereken vahim bir siyasi ve ahlâki krizi de temsil etmektedirler.

Paradokstur, Dönüş Hakkını siyasi bir bağlama yerleştiren kişi, BM Güvenlik Konseyi’nin Kudüs’teki yerleşimleri genişletme planlarını onaylamamasına verdiği yanıtla İsrail’in BM elçisi Ron Prosor olmuştur. Prosor barışın önünde engel olarak görülmesi gereken şeyin gayri meşru yerleşimler değil Filistinlilerin Dönüş Hakkındaki ısrarı olduğunu savundu 20 Aralık’ta. Tuhaf ve beklendiği üzere iz’ansızdı. İsrail Yahudi yerleşimcilere alan açmak için etnik temizliğe devam ederken Suriye ve Lübnan’daki mülteciler üç neslin 64 yıldır yaptığı gibi sağ kalmak için mücadele ediyorlar. Ama bakın şu işe ki korkmuş çocukların ve yalvaran annelerin hakkını uluslararası hukuka göre talep etmek, İsrail versiyonu barışa tehdit teşkil ediyor.

Irak’taki mültecilerin trajedisi mülteci krizinin ve mültecilerin devredilemez haklarının merkeziliğini ifade etmeye yetersizse eğer, Suriye’de başlarına gelen facia, mülteci meselesinin her ciddi siyasi söylemde Filistin hikâyesinin ayrılmaz bir parçası olduğuna tanıklık etmektedir.

Dönüş Hakkı, duygusal tarih tartışmalarından ve yitip giden nesillerin hatıralarından ibaret değildir. İnsani boyutu da olan siyasi bir öncelik muamelesi görmeyi hak etmektedir. Filistinliler bir kez daha ölüyor, yine koşuyor; samimi tüm eylemler, mültecilerin Suriye’deki çatışmayla baş edebilmelerine ve vatanlarına dönmelerine yardım doğrultusunda olmalıdır.

Kaynak: PalestineChronicle

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı