Filistin, 29 Kasım 2012’de BM’e gözlemci üye statüsü kazandı. Pek çoklarının tarihi an olarak gördüğü BM kararı Genel Kurulun ezici çoğunluğu tarafından geçirildi: Lehte 138 oy; aleyhte dokuz oy; çekimserlerin sayısı ise 41 oldu. Ardından Filistin Otoritesi başkanı Mahmud Abbas tutkulu bir konuşma yaptı. Fakat daha etkileyici ve hayat dolu bir Filistinli lider, Yaser Arafat yıllarca önce uluslararası dayanışma arayışındaydı. O vakitlerde gelen fırsat da tarihi diye nitelendirilmişti.
1974’te Arap Birliğinin Rabat’taki zirvesinde – Filistin Kurtuluş Örgütüne “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” gibi çok donuk bir sıfat vermiştir - desteği arkasına alan Arafat, BM Genel Kurulunda konuşmak üzere davet edilmişti. Küresel dayanışmaya eşlik eden hararete rağmen, Arafat’ın dili Batılı güçlerin radikal ve gerçekçi olmayan siyasi ve toprak emelleri dediği dilden kopuş yaşamıştı.
Arafat 13 Kasım tarihli konuşmasında FKÖ’nün artan meşruiyetinden bahsetmişti: “FKÖ meşruiyetini öncü rolünde mündemiç fedakârlıklarıyla ve adanmış bir mücadele liderliğiyle kazanmıştır. Bu meşruiyeti Filistinli kitleler de vermiştir…FKÖ her hizbi, birlik veya grubu; Filistinli yeteneği Ulusal Konsey’de veya halk kurumlarında temsil ederek de almıştır bu meşruiyeti…”Liste devam ediyor ve bazı çekincelere rağmen, her biri meziyete sahiptir.
Yirmi yıl önceki hırslı “barış sürecinin” sonucunda ortaya çıkan Mahmud Abbas’ın Filistin Otoritesi için ise aynısı söylenemez. FKÖ’nün işlevsel kurumlarını tamamen yıkmış, Filistin’in ulusal kurtuluş projesini daha pragmatik – bunu kendine hizmet eden diye anlayın – bir söylemle tanımlamıştır; mâli hesap vermenin olmadığı; kendini koruma merkezli, siyasi kabileciliğin hâkim olduğu bir söylemdir bu.
Abbas, Yaser Arafat değildir. Ancak eş değerde önemlidir, 1974’ün Arafat’ı, devrimci Fetih’in lideri olan önceki Arafat’tan oldukça farklıdır. Arafat 1974’te devlet teklifi yaptı ki el Fetih’in “Filistin’de demokratik bir devlet” kurmaya olan bağlılığından bir kopuşu temsil etmektedir. Arafat’ın gözden geçirilmiş talepleri, “kurtarılmış Filistin topraklarında bağımsız bir ulusal devlet kurmayı” kabul etme istekliliğini de içeriyordu. İki vizyon arasındaki farklılık, Filistin kurtuluş stratejisinin yeniden yorumlanmasına hamledilebilirse de tarih daha fazlasını göstermiştir. O tarihten beri ve ABD-İsrail’in Arafat terörüne karşı savaş tehditlerine rağmen, Arafat liderliğinde FKÖ on yıl gibi bir süre inceleme sürecinden geçmiş; Amerika, Filistin liderliğiyle temas kurma karşılığında katı taleplerde bulunmuştur. Oslo ve onun berbat neticelerinin önşartıydı bu.
Arafat, tavizlerini Filistinlilere ulusal zafer olarak sunulan koşut bir kararla ballandırırdı. O vakitler FKÖ’nün politikalarına meydan okuyacak bir Hamas yoktu; FKÖ içerisindeki sol gruplar ya el Fetih tarafından marjinalleştirilmişti veya Filistinli kitleler nezdinde esaslı bir varlıktı göstermiyorlardı. Sahada gerçek bir muhalefet yoktu; Arafat’ın itibarı sorgulanmazdı. Bazı muhalifleri bile tarzına ve sıkıntı verici tavizlerine rağmen onu samimi bulurlardı.
22 Kasım 1974’te BM’de “devlet dışı varlık” olarak gözlemci statüsünün verilmesi, FKÖ’nün uluslararası alanda kabul görmesindeki artışı ispatlamıştır. İsrail savaşı ve müteakip Lübnan işgali (1982) FKÖ’nü yok etme amacını ilan etmişti fakat aslında FKÖ’nün bölgesel ve uluslararası çapta artan meşruiyetini bastıma amaçlıydı. İsraillilerin hesaplarına göre, bir güç üssü olmadan – bu vakada Lübnan’dı – FKÖ ya tamamen çökecek yahut siyaseten teslim olacaktı.
Lübnan savaşı sonrasında bitirilmemiş ve fakat zayıflatılmış FKÖ artık 1982 öncesindekinden farklı bir varlıktı. Silahlı mukavemet masada yoktu en azından pratik olarak. Bu değişim bazı Arap ülkelerine uygun düşüyordu. Arafat ve el Fetih birkaç yıl sonra yeni gerçekliği Tunus’taki merkezden değerlendireceklerdir.
Filistin’deki manzara da büyük ölçekte değişiyordu. 1987’de halk ayaklanması (İntifada) patlak verdi ve işgal altındaki topraklarda kendiliğinden mahalli bir liderlik ortaya çıktı. Filistinli entelektüel isimler yükseldi. Yerel üniversitelerde, İsrail hapishanelerinde ve Filistin sokaklarında ortaya atılan yeni bir söylemin etrafında örgütlenmiş cemaat liderleri ve özgürlük savaşçılarıydılar. Sapanlı çocukların, savaşan asker annelerin, çok sayıda yeni bir Filistinli savaşçı tipinin, taze bir dil ve söylemin olduğu İntifada efsanesi böyle doğdu. Aynı derecede önemlidir, yeni hareketler geleneksel FKÖ bölgelerinin dışından çıkıyordu. Bu hareketlerden biri de Hamas’tı; bir zamanlar imkânsız olduğu düşünülen şekillerde, sayıca ve siyaseten büyümüştür.
Bu gerçeklik Amerika ve İsrail’e ve elbette ki FKÖ liderliğine alarm veriyordu. Bir uzlaşmaya varmak menfaat gereğiydi. Bu ise doğal olarak Filistin liderliğinin Amerikalıların sembolik tazminatları karşılığında daha fazla taviz vermesi demekti. Amerika, İsrail’in nabız yoklama amaçlı deneme balonlarını uçurdu ki İsrail liderliği zayıf veya tavizkâr görünmesin. 1988’de siyaset sahnesini iki büyük olay tanımlamıştır: FKÖ Ulusal Konseyi 15 Kasım’da Cezayir’de sürgündeki Filistinlilerce kurulmuş bir devlet ileri sürdü; Amerika’nın Tunus büyükelçisi Robert H.Pelletreau, görevi FKÖ ile temas kurmak olan tek Amerikan temsilcisi olarak atandıktan iki hafta sonra gerçekleşmişti bu. ABD Arafat’ın hamlesine itiraz etmesine rağmen bu sembolik ilana büyük siyasi tavizlerin eşlik ettiğini görmekten hoşnuttu. FKÖ Ulusal Konseyi, Filistin’in “ulusal topraklarında” bağımsız bir devlet kurulmasını şarta bağladı ve BM’in 242 ve 338 sayılı kararları ve Filistin’in ulusal hakları çerçevesinde uluslararası bir barış konferansında müzakere edilecek çözümler üzerinden bölgedeki tüm devletler için güvenlik ve barış düzenlemeleri çağrısında bulundu.
Arafat her defasında daha fazla Amerikan talebiyle karşılaşsa da – 2004’te Ramallah’ta iddiaya göre zehirlenerek öldürülmesine kadar kesintisiz devam etmiştir – birkaç yıl sonra başlayacak Oslo sözleşmelerinin asıl gerekçesi hız kesmekti. Filistinliler, BM Genel Kurulu’nun Cezayir bildirisini “takdir ettiği” 1988’den başlayarak sembolik zaferlerin haricinde o tarihten beri hiçbir şey kazanmamışlardır. “Filistin Kurtuluş Örgütü” yerine Filistin demek için oylama yapıldı. Bir sonraki sembolik zafer haline geldi bu ve Filistin bayrağı, marşı ve posta pullarında tasdik edildi. Gerçek ise rahatsız edici derecede başkaydı: Emekleyen gayrimeşru Yahudi yerleşimleri tahkim edilmiş şehirlere döndü; nispeten az bir yerleşimci nüfusu yarım milyona çıktı; Kudüs tamamen yerleşimciler tarafından işgal edildi ve işgal altındaki diğer topraklarla bağlantısı kesildi. Rehber olup Filistinlileri bağımsızlığa götürmek amacıyla 1994’te kurulan Filistin Otoritesi, İsrail’in var olmasına izin verdiği ölçüde kalıcı bir liderlik haline geldi; Filistin Otoritesi yolsuzluklarının neden olduğu kutuplaşma ve İsrail’le güvenlik eşgüdümü, Filistin’in ulusal projesini hizbi gündemler ile kendi çıkarına hizmet eden gündemler arasında bölen halk huzursuzluğuna yol açmaktadır.
Filistin’in BM’de aldığı destek çoğu Filistinli için cesaret vericidir. Ezici destek, özellikle de Filistin’in geleneksel destekçilerinin verdiği destek (birkaç istisnayla insanlığın verdiği destekti) göstermektedir ki Amerikan hegemonyası, kol bükmesi, İsrail-ABD propagandası işe yaramıyor. Ancak bu, özgürlük yolunda sembolik zafer değil somut bir ilerleme görmek isteyen Filistinliler nezdinde yasal, siyasi ve en önemlisi, ahlâki meşruiyet yoksunu olan Filistin Otoritesi’nin davranışlarında gerçek bir değişim olarak anlaşılmamalıdır. Abbas, Filistin’in BM’de yeni bir lafızla ifade edilmesinin 20 yıllık başarısızlıkları haklı kılmaya yarayacak bir siyasi alan sağlayacağını sanıyorsa zaman bunun böyle olmadığını gösterecektir. Eğer yeni statü, Filistinlileri yeni bir ulusal proje etrafında birleştirmek gibi tek bir amacı olan bitkin bir siyasi söylemi yeniden canlandıracak kökten değişik bir strateji için platform olarak kullanılırsa işte o takdirde konuşmaya değer bir şeyler var demektir. Doğrusu, önemli olan yeni statü değil onun nasıl yorumlandığı ve kullanıldığıdır. Geçmiş vaatkar değil ancak son sözü gelecek söyleyecektir.
Kaynak: Palestine Chronicle
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı