“Tarık El Humeyd, Londra merkezli yayın yapan Ortadoğu gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni'dir. El Humeyd, Türkiye'nin İran'ın nükleer dosyasına ilişkin oynadığı arabuluculuğu resmi Arap görüşüne uygun şekilde eleştirel yaklaşmaktadır.”

Türkiye, Tahran'da imzalanan anlaşma sonrası yine haberlerde ilk sırayı aldı. Anlaşmaya göre İran, bir miktar uranyumu Türkiye'ye gönderecekti. Bu anlaşma, İran'ın yeni yaptırımları engelleme hilesi olarak görülüyordu. Bu noktada tekrarlanan soruya geri dönülmüş oldu: Türkiye ne istiyordu?

Tüm cevaplar Osmanlı'nın geri dönüşü üzerinde yoğunlaşıyor. Yahut Amerikalı yazarın Bret Stephens'ın “Wall Street Journal'da bazı Türkler için kullandığı ifadede olduğu gibi “yeni-Osmanlılar”. Eğer yeni Osmanlılardan bashediyorsak Türkiye'nin nükleer dosya konusunda İran'a yönelik tutumunu nasıl anlamak gerekiyor? Osmanlı'nın dönüşü -Türkiye ile batı arasındaki güçlü ilikileri özellikle de ABD ile- düşündüğümüzde Fars nüfuzunun zayıflaması anlamına gelir! Tabi ki Türkiye'nin bugün çizdiği resim hem Batı çevrelerinde hem de Arap çevrelerinde sorunu zorlaştırıyor!

Bret Stephens 11 Mayıs tarihli “Türkiye'ye neler oluyor?” başlıklı yazısında Bernard Lois'ten “Kemalist Türkiye'nin İslami İran'a daha yakın olmaya başladı sözünü aktarıyor. Bu husus da Osmanlı'nın dönüşü mantığıyla çelişiyor. Özellikle de Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olma emelleriyle... Türkiye dosyasına vakıf olan bir Arap yetkili bana “Türkiye, İran'a karşı koyma oluşumu ama İran'ın bölgedeki varlığını genişletiyor” dedi ve “Türkiye'nin coğrafi bir genişleme emeli yok, sadece etkili bir rol arayışında” diye ekledi ki bu bana göre doğru bir yaklaşım.

Tüm işaretler Türkiye'nin İslami hilafeti geri getirmeye çalışmaktan çok önemli bir rol arayışında olduğunu söylüyor. Bunun en basit örneği Türk yazar Semih İdiz'in Hürriyet gazetesinde yazdığı makale. İdiz, yazısında Erdoğan'ın görüş değiştirip Tahran'a gitmeden önceki İran'a kızgın olan tavrını açıklarken “Tahran, Brezilya'nın arabuluculuğunu kabul edip de onca Türk çabasına rağmen Türk arabuluculuğunu kabul etmeyince Erdoğan biraz hayal kırıklığına uğramıştı” diyor. Arap yetkili de bu görüşte ve Erdoğan'ın, Brezilya liderinin uzak bir bölgeden gelip de Türkiye'nin bölgedeki rolünü çalmasını istemediğini söylüyor.

Öyleyse burada bir rol alma derdi var. Türkiye'yi hareket ettiren Osmanlı'nın dönüşünden çok bölgede yürüyen rol alma sorunudur. Türkiye İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapmak istemektedir. Oysa aynı zamanda kendisinin İsrail'le ilişkileri sorunludur. Türkiye, Avrupa Birliği'ne üye olmayı istemektedir, ancak İran'a yaptırım uygulanmasını engelleyecek bir rol oynamaktadır. Bilakis Türkiye Amerikan Başkanı'nı da zor durumda bırakmıştır. Tüm bunlar Türkiye'nin rol arama derdinin kurbanı olduğunu göstermektedir. Türkiye, net bir perspektiften yola çıkmamaktadır. Özellikle de Dışişleri Bakanı'nın dediği gibi “problemlerin sıfıra indirilmesi” gibi bir söyleme inanmaktadır ki bu açıkça siyasi bir indirgeme durumudur.


Arap yetkili “Türkiye, İran anlaşmasına kendisini çok kaptırdı. Bunun bedelini de ödeyebilir” diyor. Bu bana göre de bir gerçek. Ancak şu soru da sorulabilir: Neden bazı Araplar Türkiye'nin bölgedeki rolünü bu kadar övmektedir, oysa ki Türkiye, İran projesini tahlil makamında bulunmaktadır? Buna cevap şöyle veriliyor: “Biz Sünni Türkiye'ye Şii İran'dan daha fazla güveniyoruz!” Ancak bu cevap siyasi olarak ikna edici değildir. Kim bilir belki de bazı Araplar zekice Türkiye'ye bölgenin tüm dosyalarına dalacak şekilde kapıyı açık bırakarak ona ders vermek istiyorlardır: “Buyrun, dehanızı görelim!” İran'ın gerçekçiliğine inanmak siyasi bir macecılıktır ve sonuçlarını sonuçları kestirilebilir değildir! Ancak demin de dediğimiz gibi: “Rol arama derdi”!


Dünya Bülteni için çeviren: Furkan Torlak