Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun İsrail Sanayi Bakanı Binyamin Ben Eliezer'le görüşmesi, 'özgürlük filosuna' yönelik İsrail saldırısı sonrası beliren Türk sabrının bir yönünü yansıttı.
Bölge ve dünyadaki Türk rolünü hedef alan saldırı, özellikle de Brezilya ile birlikte Tahran'la nükleer anlaşma başarısı sonrası Türkiye'nin uluslararası rolünün büyümesinden dolayı rahatsızlıklarını ifade eden Rusya ve Çin de dahil ABD ve diğer süper güçlerin onayı ve planlaması olmasaydı gerçekleşmezdi. Türkiye, maruz kaldığı ve henüz bitmeyen karşı saldırının boyutunu zımnen fark etti.
İsrailli askerler eliyle ilk defa akıtılan Türk kanına rağmen Türk hükümeti, İsrail'e karşı etkili hızlı adımlar atmaktan imtina etti ve Tel Aviv'den büyükelçisini çekmekle yetindi. Oysa aşırı laik ve askeri hükümetler bile 1956 ve 1980 yıllarında İsrail'e karşı şu an yaşanan olaydan önem bakımından geride kalan ve İsraillilerin eliyle bir damla Türk kanının dökülmediği sorunlarda dahi daha radikal adımlar atmışlardı.
Ankara ilişkilerin doğallaşması için İsrail'e şartlar koştu. İsrail'in özür dilemesi, tazminat ve olayla ilgili bağımsız soruşturma yapılması şartlarına boyun eğmesi, şartları saldırı öncesi döneme götürür sadece. Bununla yetinilmesi saldırının olmadığı, Türk kanının akıtılmadığı ve işlerin İsrail'i Türkiye'ye karşı benzeri görülmemiş saldırısına karşın cezalandırma derecesine varmadığı anlamına geliyor. Doğal olarak İsrail'in sorumluluğu artıyor ve altmış yıl boyunca müttefiki olmuş ve bölgedeki emperyalist varlığını sağlamlaştırmada katkıda bulunmuş bir ülkeye saldırdığını dikkate alırsak üzerindeki yaptırımın artırılması kaçınılmaz. Buna rağmen İsrail, adı Türkiye olan bu ülkenin dokuz vatandaşının kanını dökmekte tereddüt etmedi.
Bu ifadeler Türkiye'nin İsrail'e savaş ilan etmesi çağrısı değil. Aksine Türkiye'nin tutumuna rasyonel ve nesnel şekilde bakma ve bölgedeki değişimin sadece Türkiye'ye dayandığı şeklinde bir abartıya kaçmama çağrısıdır. Türkiye özgürlük filosu saldırısı sonrası İsrail'le ilişki biçiminde ABD'den daha dikkatli bir tutum sergiledi. Saldırı akabinde yaşanan gelişmelerin takibi içinde Türkiye'ye yönelik karşı saldırının 'uluslararası' boyutu açıkça görüldü. Özellikle de AKP, iki defa iktidara ezici halk iradesiyle geldi ancak herkes çok iyi biliyor ki iktidarda kalmak veya başarı etkenlerini sağlamak, örneğin içeride reformu teşvik eden AB'nin desteği olmaksızın mümkün değil. AB, partinin laik ve ordudan rakipleriyle mücadele edebilme imkanını artırmasının sebebi idi. Keza Türkiye'nin ABD ile ilişkileri de aynı şekilde. İslam ile laikliği buluşturan modelin teşvik edilmesi İslam ve laiklik sevgisinden değil, Washington'un İslam düşmanlığı ve İsrail'e sınırsız desteğine dair şüpheleri bertaraf etmek içindi.
Batı ve İsrail'e karşı radikal bir tutum alma açısından İran modelini örnek alacak bir Türk projesinin yokluğunda Türkiye, içinde bulunduğu bütün karmaşık jeo-politiğiyle, iç haritadaki çok sesliliğinin ışığında, PKK'yla ilgili kronik ve yeni gerginliklerin gölgesinde Batı ekseninden Batı'nın kendi çıkarları için tehlike gördüğü derecelerde uzaklaşamaz. Türkiye ayrıca İsrail ve Batı'yla halihazırdaki çekişme içinde yalnız kaldığını anladı. Özellikle de Arap rejimlerinin çoğunluğu Türklerin Gazze'yi savunma yönteminde pek istekli olmadılar. Çünkü bu yöntem basit ifade ile kendilerini sıkıntıya sokuyor ve ifşa ediyor. Bu durum örneğin Lübnan'ın Güvenlik Konseyi'nden İran'a karşı yaptırımlara ilişkin oylamada çekimser kalmasına yol açtı. Özellikle de Lübnan Bakanlar Kurulu'nda çekimser kalınması yönünde oy kullanan bakanlar 'Arap ılımlı ülkelere' çalışan isimler. Batı, İsrail, süper güçler ve Arapların çoğunluğu Türk rolünün bilinen siyasi eğilimler içinde gelişmesini istemiyorlar. Fakat Türkiye bu ülkelerden gelecek mesajın kanlı olacağını bir an bile tahmin etmedi.
Ahmet Davutoğlu ve Binyamin Ben Eliezer'in geçen çarşamba günü Brüksel'deki buluşması Türkiye'nin Ortadoğu sorunlarına yaklaşımına dair yeni dönemin başlığıdır. Bu dönemde AKP'nin dış politikasının klasik temel başlıkları değişmeyebilir ancak gelecekte atılacak her adımda daha dikkatli olacaktır.
Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi El Haliç, 4 Temmuz 2010
Kaynak: Zaman