Yukarıdaki sayılara biraz dikkatli bakan okuyucular, sayıların büyük bir bölümünün neyi simgelediğini fark ettikleri gibi, mesela 7+1 ile 8 veya 5+1 ile 3+3 rakamının matematiksel aynı sayıyı yansıtmasına rağmen, uluslararası ilişkilerde nüans farklarına işaret ettiğini görmüşlerdir. 
 
G'li sayılar bilindiği gibi dünya ekonomik düzeninin mimarisinden sorumlu ülkelerin buluştuğu kurumsal yapıyı ifade ediyor. G7 ile başlayan, Rusya ile 7+1 ve artık G8 olarak varlığını sürdüren bu yapı, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin giderek artan önemi ve Obama'nın girişimi ile G20'ler olarak yeniden şekillendi. Bu sayı içerisinde olan ülkelerin genel olarak uluslararası ilişkilerde önemlerinin arttığını söylersek herhalde yanılmayız.

İkinci sıradaki sayılar ise G20 üyesi Brezilya ve Türkiye'nin "hadlerini aşarak" burunlarını soktukları İran'la ilgili "nükleer meselede" mimarlık statüsünde olan veya olmaya çalışan "büyük" ülkeleri simgelemektedir. Bilindiği gibi Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa yanında Almaya, İran meselesinde devreye girmiş ve sadece bu konuya özgü 5+1 sayısı uluslararası ilişkilerde kullanılır hale gelmiştir. Genel olarak 5+1 olarak bilinen bu sayı Almanya diplomasisi tarafından 3+3 olarak, yani üç AB üyesi ülke ve diğerleri olarak kullanılıyorsa tesadüf değildir. Aynı kurum için Fransa ve İngiltere'nin 5+1, Almanya'nın ise 3+3 rakamını kullanması özünde İkinci Cihan Savaşı sonrası çarpık uluslararası ilişkilerin küçük çapta da olsa AB üyesi ülkeler arasında bile sorun olarak yansımasından ibarettir. Fransa gibi Hindistan'ın bir eyaleti veya ekonomide Almanya ve Japonya ile karşılaştırılamayacak durumda olan bir ülke Güvenlik Konseyi'nde daimi üye ve veto hakkına sahip ise İkinci Cihan Savaşı mağlubu Almanya ve Japonya'nın durumu hazmetmekte zorlanması bir bakıma normaldir. Avrupa "kıtasından" iki "büyük" ülke bu önceliğe sahipken, Latin Amerika, Afrika ve Hindistan kıtası, veto hakkı bir yana, Güvenlik Konseyi'nde daimi üye ile bile temsil edilmiyorsa, Birleşmiş Milletler mimarisinde bir dengesizlik var demektir. Bu yapısal soruna yıllardır çözüm bulmaya çalışan Birleşmiş Milletler, ne yazık ki bugüne kadar başarılı olamamıştır.

Birleşmiş Milletler düzeninde Türkiye ile Brezilya'nın İran girişimi bir nevi dinamit etkisi yapmış ve bu "kendini bilmez" iki ülkeyi hizaya getirmek amacı ile İran meselesinde masada bulunan tek çözüm süreci 5'ler tarafından kenara itilmiştir. Önce cesaretlendirilip, sonra "boylarını aşan" işlere kalktıkları için, "derslerini alan" bu iki ülkeye mesaj olsun diye 5'ler hiçbir çözüm alternatifine işaret etmeden yeni "yaptırımları" uygulamaya koymuştur. İran'a karşı uygulamaya alınan "yaptırımların" sadece içinin boş olması değil, ilk defa İran'dan gelen diyalog jestinin samimiyeti bile test edilmeden "yaptırım" kararı verilmesi de, "keskin" mesajın İran'a değil, Le Monde'un analizine göre "öne çıkan" Brezilya ve Türkiye'ye olduğunu göstermektedir. Konuya ilginç bir analizle ışık tutan Le Monde gazetesinin olayı iyi yansıttığını düşündüğümüz için kısaca okuyucularımızın dikkatine sunmak istiyoruz. "Beş büyük tarafından Türkiye ve Brezilya'nın oyuna girmesi aceleci ve naif olarak görülmüştür. Kaldı ki bu iki ülke, konuya 2003 yılından beri eğilen büyük ülkelerin başkentleri ile yakından bir eşgüdüm ve bilgi alışverişi içerisinde hareket etmemiştir... Bu iki ülkenin girişimi ve uluslararası rolleri kimse tarafından eleştirilmese de, beşler Türkiye ve Brezilya'ya önemli bir gerçekçilik dersi vermiştir. Kulübe zorla girilmeyeceği mesajını tekrarlayarak." (Natali Naugayrède, Le Monde 16 Haziran 2010)

Brezilya ve Türkiye'yi dünya ekonomik mimarisinin şekillendiği G20 kulübüne alınmanın verdiği özgüven mi "boylarını aşan" girişimler için cesaretlendirdi, bilmiyoruz. Yoksa söylentilere göre Obama ve çevresindeki "iyi niyetli" bir grup, kulübün diğer üyeleri ile konuşmadan "arkanızdayız" mı dedi ve beklenmedikleri bir şekilde masaya çözüm süreci konulduğunda geri adım atmak zorunda mı kalındı, pek kestiremiyoruz. Aslı Aydıntaşbaş'ın konuyu irdeleyen ve kaynaklarının sağlam olduğu izlenimini edindiğimiz yazılarından anladığımız, Washington'la sıkı bilgi alışverişi içerisinde hareket edildiğini gösteriyor. Fakat buna rağmen bu iki ülkenin "komünikasyon hatası" yaptıkları kesin. Berlin, Londra, Pekin ve en önemlisi "büyük" başkent Paris ile iletişim kurulmadan "kulübün sahasında" oynamaya kalkmak "büyük" beşlere karşı bir nevi "saygısızlıktır", ne kadar iyi niyetle sahaya çıkılmış olunursa olunsun. Bize ulaşan haberler Ankara'nın "Brüksel'i" AB dış politikasından sorumlu Lady Ashton kanalı ile bilgilendirdiği yönünde. Bu kanalın kullanılması herhalde "Grand Nation" ve Londra tarafından bir nevi "saygısızlık" olarak algılanmıştır. Hatta "6+2?'ları" AB olgusuna dikkat çekmek için "5+1" yerine "3+3" olarak okuyan "Berlin'in" bile "Brüksel'in" muhatap alınmasından mutlu olduğunu sanmıyoruz.
 

Aslında Brezilya ve Türkiye, uluslararası bir soruna çözüm bulmak için iyi niyetle girişim yaparken, zor bela "dengede duran" uluslararası kurumların mimarisini temelden sarstıklarını herhalde fark etmemişlerdir. Bir bakıma istemeyerek de olsa, 1968 yılından beri yürürlükte olan ve sadece veto hakkına sahip beş "büyük" ülkeye atom bombası bulundurma önceliğini veren "Non-proliferation Anlaşması"nı (NPT) sorgulayan bir sürece destek vermişlerdir. "5'ler" nükleer silahlanmanın kendilerine özgü bir öncelik olarak kalmasını istedikleri için "nükleer kulübünü" dar ve kapalı tutmaya çalışsalar da, başarılı oldukları söylenemez. Geçen mayıs ayında New York'ta toplanan ve beş yılda bir tartışılan "Non-Proliferation" Anlaşması bu konudaki gerçeği gözler önüne serdi bir bakıma. Sadece nükleer silahtan arındırılmış Ortadoğu fikrinin destek bulduğu bu toplantıda "5'ler" önceliklerinden vazgeçmeye hazır olmadıklarını bir kez daha kanıtladılar.

OBAMA, 'YAKIN DOSTLARI'NDAN DA DESTEK ALAMIYOR

Obama'nın ütopik "nükleer silahlardan arınmış dünya" projesi veya rüyası, son Birleşmiş Milletler'in bu konuya eğilen toplantısında en "yakın dostları" tarafından bile paylaşılmadı. Hatta tartışmalar kendi kadrolarının bile Obama'nın ütopyasına soğuk baktığını gösterdi diyebiliriz. Çin "en küçük" arsenale sahip olduğu için nükleer silahsızlanma inisiyatifinin kendisinde değil "büyüklerde" olduğunu söylüyor. Paris ise De Gaulle'den beri "milli bağımsızlığın sembolü" olarak gördüğü "Force de frappe"ın, yani nükleer silahlarının tartışmaya açılmasını bile istemiyor. Obama'nın ütopyası bu "bağımsızlık" sembolünü sorguladığı için "Grand Nation" rahatsızlık duyuyor diyebiliriz. Ütopyaların gerçek politikadaki öneminin bilincinde olan Londra diplomasisi, Obama'ya destek vererek sadece zeki bir tutum sergilerken, nükleer silahların % 90'ına sahip Rusya ve ABD, önümüzdeki yıllarda bu "caydırıcı" potansiyeli elden çıkarmak niyetinde görünmüyorlar. Fakat "kulüp" son yıllarda "düzeni" tutturmakta sıkıntı çekiyor. Hindistan kulübe üye olmasa da sahaya girme önceliğine ulaşmış görünüyor. Yine sahaya giren Pakistan'ın kılık kıyafeti kulüp üyelerini rahatsız ediyor. İsrail'in gizli ve illegal olarak sahada dolaşmasına göz yummak da giderek sorun olmaya başlıyor, son toplantıda görüldüğü gibi.

İran ise işte tam bu konuda "kulübü" iyice rahatsız etmekle kalmıyor, "nükleer meseleyi" en kötü boyutu ile tartışılır kılıyor. İran benzin ithal edecek kadar ekonomik bakımdan geri kalmışken, bütçesinin önemli bir bölümünü herhalde enerji "kaynaklarının kıtlığından" ötürü nükleer teknolojiye yatırmıyordur. Bu ülke nükleer teknolojiye Fransa gibi stratejik amaçla yatırım yapıyor ve olanak bulursa, silahlanmayı hedefliyor. Bu ülkenin Kuzey Kore gibi şu andaki politik yapısı ile nükleer silaha kavuşmasını sadece "kulüp" için değil, özellikle Türkiye ve genel olarak Ortadoğu için felaket olarak algılamak pek yanlış olmaz. Bu yüzden Brezilya ve özellikle Türkiye'nin İran'da nükleer silahlanmanın önüne geçmek için girişimde bulunması sadece normal değil, bir bakıma güvenlik açısından sorumluluktur.

Aslında Türkiye'nin "kulüp üyeleri" ve genel olarak tüm Batı gibi İran'ın nükleer silahlanmasının önüne geçmek için çaba harcamasını herkes istiyor. Fakat Brezilya ve Türkiye sağduyu ile bugüne kadar, kirli, pahalı ve görüldüğü gibi tehlikeli olan nükleer teknolojiye enerji kaynağı olarak bile uzak durdukları için "kulübün" sahasına girerek büyük "saygısızlık" yapmışlardır. Pakistan pejmürde bir şekilde sahada dolaşsa da, Türkiye ve Brezilya gibi sahaya "çıplak" girmemiştir. Bu iki ülkenin kulübün tüzüğünü oluşturan "non proliferation" havariliği için değil, İran girişimlerinin temelini de oluşturan nükleer silahsızlanma amacı ile sahada dolaştıklarını herkes biliyor. Brezilya ve Türkiye'nin "kulübün" kuruluş amacını sorgulayan bu tavırlarının hoş karşılanmayacağını bilmeleri gerekirdi. Herhalde bu tecrübelerden sonra bir kez daha her kulübün kendine özgü kıyafet kuralları olduğunu herkes anlamıştır.

BREZİLYA VE TÜRKİYE HATA MI YAPTI?

Brezilya ve Türkiye "boylarından büyük" işe kalkmanın dersini almış görünüyorlar. Financial Times'a konuşan Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim'in "We got our fingers burned by doing things that everybody said were helpful"-herkesin yardımcı olduğumuzu söylediği bir işi yaparak (parmaklarımızı) elimizi yaktık, diyerek dile getirdiği gibi. Amorim aynı söyleşide artık proaktif bir girişimde bulunmayacaklarını, belki yardımcı olabileceklerini, fakat bu konuda açık bir "görev" verilmeden herhangi bir girişim yapmayacaklarını söylüyor. (Financial Times, 21 Haziran 2010) Ankara'da hakim olan hislerin farklı olmadığını düşünmek pek yanlış olmaz. Türkiye ile Brezilya arasındaki tek fark, İran'ın Türkiye'nin burnunun dibinde ve tüm olanakları ile bölgede ikinci bir Irak oluşmasını engellemek için proaktif olmayı sürdürmek zorunda olmasıdır.

Her neyse, bu iki ülkenin girişimi hata mı idi ve bu girişim dışında başka alternatifler var mı sorusuna dönersek, farklı bir manzara ile karşılaşıyoruz. Bu iki ülkenin "haddini bildiren" ve İran'la imzalanan protokolü bir kenara iten beş "büyüğün" elinin boş olduğunu görüyoruz. İran'la imzalanan protokol ne "kötü" hazırlandı ne de bazı kaynakların iddia ettiği gibi "içi boş" idi. Bu protokol, hangi sebepten olursa olsun, İran tarafından 6+2?'lar, pardon "5+1'ler" ile nükleer meselede diplomatik çözüm bulmak için önemli ve güven verici unsurlar içeren bir girişimdir. Uluslararası camia diplomatik çözümde inandırıcı ise ve "yaptırımlar" ile bu hedefine ulaşabileceğini düşünüyorsa, bir gün İran'ın uzattığı eli tutmak zorundadır. Belki o zaman "saf" Brezilya ve Türkiye'nin desteği tekrar gerekebilir. Böyle bir durumda bu iki ülke "kulüp yönetiminden" tüm üyelerin de meselenin arkasında olduğunu belgeleyen garantiler istemelidir, sahaya "çıplak" giriyorsunuz diye suçlanmamak için. Belki o zaman 5+1+2 uzun olduğu için 6+2 rakamı konuşulur İran meselesinde.

Kaynak: Zaman