(1)
Arap dünyasında gündemi meşgul eden soru, Amerika ne zaman İran'a askeri bir saldırı da bulunacak? sorusuyken Tahran'da bulunduğum süre içerisinde oradakilerin bu soruya olumsuz cevap verdiklerini gördüm: Savaş gerçekten olacak mı, olmayacak mı?
Dünya basın-yayın organlarının, İran'ın nükleer programı baş müzakerecisi Ali Laricani'nin istifa haberini yayınladığı gün Tahran'a ulaştım. İstifa haberi el-Hayat ve eş-Şark'ul Evsat gazetelerinde "manşet" olurken önde gelen diğer Arap gazetelerinin ilk sayfalarında yer alıyordu. Haber yayınlanır yayınlanmaz konuyla ilgili yorumlar ortaya dökülmeye başladı. Yorumların geneli İran Hükümetinde bir "çatlak" olduğu şeklindeydi. (Bu arada şunu belirtmekte fayda var: İlerleyen günlerde Laricani Roma görüşmeleri esnasında halefi Celili ile birlikte görüntülenince yorumcular susmayı tercih etti.) Arap Basını bundan birkaç gün önce sansasyonel bir haber yayınlayarak Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin'in Ekim ortalarında İran'a yapacağı ziyaret esnasında bir suikast girişiminin ortaya çıkarıldığını yazdı. Ondan sonra Basın organları Ahmedinecad'ın Ermenistan ziyaret programında meydana delen değişikliğe eğilmeye başladı. Zira Ahmedinecad planlanmış olan programın bitiminden önce Tahran'a döndü. Al Arabiya kanalı Ahmedinecad'ın ziyaretini "yarıda kestiğini" söyledi. Bu durum İran'da Ahmedinecad'ın ülkesine dönmesini gerektirecek kadar acil bir durumun geliştiği izlenimini veriyor. El Cezire ise Ahmedinecad'ın ziyaretini "kısa kestiğini" bildirdi. Bu ifade daha doğru bir ifade olarak gözüküyordu. Zira adamcağız Soykırım Anıtını ziyaret etmeyerek Türklere bir jest yapmak istemişti. Son olarak basınımız İran Dışişleri Bakanı Manuşehr Mutteki'nin görevinden istifa ettiği şeklinde asılsız bir haber yayınladı. Öyle ki bu asılsız haber bazı gazetelerin birinci sayfasında yer alırken iç sayfalarında bu haberin tekzibi yayınlanıyordu.
Gazetelerde bu tür haberler yayınlanırken İranlı yetkililer, "İran'la ilgili bu tür dedikoduların ortaya atılması tesadüf değildir, zira İran konusu basın organları için verimli bir kaynak olup amaç Tahran yönetiminin sallanmakta olduğu izlenimini uyandırmaktır" diyor. Basın-yayın organlarında kimi zaman "İran tehlikesi", kimi zaman "Şii Hilali"inden kimi zaman da Arap dünyasında can sıkıcı siyasi bir olayda İran parmağının olduğu iddialarıyla birlikte bu tür haberler yan yana konulduğunda durumun hiç de masum olmadığı görülecektir. Bu durum Tahran'da sadece İran'ın Arap Dünyasıyla ilişkilerini krize sokmakla kalmayıp kamuoyunda Arap dünyası için aslında İsrail'in değil de İran'ın tehdit teşkil ettiği şeklinde bir kamuoyu oluşturmak bunun için gerekli olan kuşku ve korkutma ortamını hedefleyen psikolojik bir savaş olarak algılanıyor. İsrail sözcülerinin dile getirdiği ve maalesef Arap dünyasında bazı kesimler tarafından da seslendirilen durum budur.
(2)
Adını vermek istemeyen ileri gelen bir İranlı resmi yetkiliye şunu sordum: Amerika'nın İran'a askeri saldırısına ilişkin haberlerin dedikodu olduğunu mu söylemek istiyorsun? "Hayır savaş Tahran için bir dedikodu değildir, ancak Amerika'nın bir tehdidi olarak algılanıyor sadece" dedi. Konuyu biraz daha açmasını istediğimde, İran Amerika'nın şaka yapmadığını biliyor, savaş kararının henüz alınmadığını da biliyor, savaş kararına ilişkin Washington'da derin ve bariz görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Nedenleri ise aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: İran aslında Amerika'nın ulusal güvenliğini tehdit etmiyor. Ancak Tahran kendi güvenliğini tehdit ettiği için Amerika'nın bölgedeki hegemonyasına karşı çıkıyor. Savaşta asıl menfaat sahibi Ortadoğu'da yegâne bölgesel güç olmak isteyen İsrail'dir. Bu konuda kendisini rahatsız eden rakip olarak bir tek İran'ı görüyor ve bedeli ne olursa olsun bu rakipten kurtulmak istiyor.
ABD Irak'ta batağa saplanmış Afganistan'da bir çıkmaza girmiş çıkamıyor. Sınırsız devasa bir gücü olmasına rağmen savaş seçenekleri son derece sınırlıdır. Amerika da biliyor ki eğer İran'la bir savaşa girerse bölgede boyutunu bilmediği büyük bir yangının fitilini ateşlemiş olur. Sınırlı gücü olan İran'ın önünde ise sınırsız savaş seçenekleri bulunmaktadır. Böyle bir saldırıyı Amerikan kuvvetlerini hedefsiz bırakarak püskürtebilir. Örneğin Irak'ta bulunan 150.000 Amerikan askeri Tahran için hemen el koyabileceği "rehineler" anlamına geliyor. Ya da Amerikan saldırıları için kullanılan her hangi bir hedef için de aynı durum söz konusu. Daha yalnızca savaşın konuşulduğu bu günlerde petrolün varili 90 doları geçiyorsa fiili olarak savaş başladığı zaman ve örneğin Hürmüz Boğazı kapatılırsa petrol fiyatı kaç dolara fırlayacak?
Washington İran'ın Irak olmadığını çok iyi bilmektedir. ABD İran'ı yerle bir edip ülkeyi 50 sene geri götürecek bir güce sahip olmasına rağmen İran'ın, Amerikan ordusuna Vietnam savaşı nedeniyle yaşadığı acı "hasarların" çok daha büyüğünü tattırabilir bunun neticesinde Amerikan toplumunda çok daha derin izler bırakabilir.
Washington, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ekim ortalarında İran'a yaptığı ziyaretten çok önemli bir mesaj almıştır. Bölgede heyecan verici bir dönemeç oluşturan ziyarette öne çıkan husus Tahran ve Moskova arasında stratejik işbirliğinin derinleştiğidir. Bu arada İran'ın Çin, Pakistan ve Orta Asya ülkelerinden oluşan Şanghay örgütüne üye olduğu unutulmamalı. Şanghay örgütü ilk önce ekonomik bir örgüt olarak ortaya çıkmışsa da daha sonra siyasi ve güvenlik örgütüne dönüştü. Örgüt son olarak aldığı karar gereğince Varşova Paktından daha güçlü bir alternatif olabilmesi için üye ülkeler askeri bir güvenlik gücü oluşturacaklar. Bu ABD'nin başını çektiği NATO ittifakına karşı Rusya ve Asya'nın reaksiyonudur.
(3)
Siyasiler ve aydınların geneli arasında savaşın uzak bir ihtimal olarak görüldüğünü gördüm. Ancak yine de en kötü ihtimale hazırlanıldığına tanık oldum. Ahmedinecad'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi İran toplumunun ABD'de neo-conların Beyaz Saray'da siyasi karar mekanizmasını ele geçirmesine verdiği bir tepkiydi. Tahran'da meydana gelen siyasi gelişmeler Amerika'nın İran'a karşı gerginlik politikasının tezahürüdür. Örneğin nükleer program çerçevesinde batılı ülkelerle görüşmelerde Laricani'nin Celili ile değiştirilmesi bu şekilde yorumlanıyor. Devrim Muhafızları Pasdaran'ın komutanı Rahim Safevi'nin başka bir göreve atanması ve yerine General Caferi'nin getirilmesi de bu bağlamda değerlendiriliyor.
Bir İranlı uzman bana Celili'nin Laricani'den daha sert olduğunu söyledi. General Rahim Safevi bölgedeki lokal tehditlere karşı uygun bir isim olduğunu ancak ABD ile savaş ihtimallerin yoğunlaştığı bu yeni dönemde General Caferi gibi daha geniş ve çok daha derin stratejik birikimi olan başka bir isme ihtiyaç vardı.
Askeri alanda ise dış saldırılara karşı ülkenin güvenliğini sağlamakla sorumlu olan Başkomutan Ali Hamaney'in, menzili 1800 km'yi bulan Şahap–4 füzelerinin ordu komutanlığına teslim edilmesi emrini verdiğini öğrendim. Ayrıca bana anlatılanlara göre güneyde Ahvaz bölgesinde çok geniş bölgeler olası karasal bir saldırıyı engellemek amacıyla bataklık haline getirilmiş. Yine öğrendiğim kadarıyla geçen sene İsrail'in hezimetiyle sonuçlanan Lübnan savaşında İran bazı yeni silahları başarıyla test ettirme imkânı elde etmiş. Bu durum İran liderliğini silahların işlevselliği hakkında yeterince tatmin etmiş. Son dönemlerde İran Deniz kuvvetlerinin gerçekleştirdiği tatbikatlarda bu silahlardan yeni örnekler denendi. Bu silahlar içerisinde yüzen deniz mayınları ve denizde gerilla savaşını yürütebilecek güce sahip füze taşıyan küçük hücumbotlar da vardı.
Bu duruma ilişkin olarak bir Devrim Muhafızı komutanının bana aktarılan şu demecinin zamanlaması ve içeriği çok ilginç: ABD İran'a saldırması halinde ilk cevabımız birinci parti olarak düşman hedeflerine 11 bin füze fırlatmak olacak. Amaç, Amerika ve Amerika'yla ilgili her kesime bir mesaj vermek.
Peki, saldırı kapsamlı değil de belli bir bölgeyle sınırlı kalsa başka bir deyişle nükleer reaktörlerin bulunduğu İsfahan, Nafatez ve Arak'a herhangi bir saldırı olursa cevap ne olur diye sorduğumda, bana cevabın pek değişmeyeceğini söylediler. Zira boyutu ne olursa olsun herhangi bir saldırı yanıt verilmesi gereken bir düşmanlıktır. Başkomutan Ali Hamaney canlı olarak yayınlanan konuşmasında bunu açıkça ilan ediyor.
(4)
Ekonomik yaptırımlarla ilgili olarak bazı uzmanlarla konuştuğumda şu yorumlara tanıklık ettim:
Bu yaptırımlar İran sanayisini nispeten etkileyebilir. Çünkü bazı projeler ya bizzat yabancıların yatırımlarıyla yürütülüyor ya da bazı ihtiyaçlarını yaptırım kararlarına bağlı kalacak pazarlardan temin ediyor.
İran coğrafik olarak 15 ülkeyle çevrilmiştir. Bu ülkeler büyük oranda İran sanayisine bağımlıdır. Bu ülkeler arasında otoritesiz iki devlet var: Irak ve Afganistan. Bu iki ülkenin ambargoya uyması zor
Bazı büyük Avrupa (örneğin Fransız) şirketleri, ambargo ihtimaline karşı tedbir amacıyla Tahran'la doğrudan ilişki kurmak yerine komşu ülkelerdeki İranlı yetkililerle bazı toplantılar düzenledi.
Avrupa'nın ambargoya katılımı zayıf olacak. Üstelik Avusturya'yla Türkiye üzerinden geçecek boru hattıyla bu ülkeye ulaştırılacak gaz anlaşması imzalandı. Hâlbuki ABD yönetimi geçmişte bu tür anlaşmalara karşı ilgili tarafları uyarmıştı. İtalya'da döşenmesi öngörülen boru hattından kendisi için ek bir hat döşenmesi karşılığında bu anlaşmaya katıldı. Öyleyse bu iki devlet Amerika'nın ambargo çağrılarına ilk direnen ülkeler olacaktır. Üçüncü bir ihlal ise Tahran'la gaz anlaşmasına varan Pakistan tarafından yapıldı. Tüm bu projelerin maliyeti birkaç milyar dolar olarak tahmin ediliyor.
Putin'in İran ziyareti esnasında Rusya'yla imzalanan ekonomik anlaşmalar önem olarak "stratejik ve siyasi anlaşmalardan" aşağı kalır yanı yok. 8 milyar dolarlık Rus silahlarını alması karşılığında Rusya'nın en önemli ve en büyük gaz şirketi olan Gasprom İran doğalgazını işlemek amacıyla 6 milyar dolar yatırım yapmayı kabul etti. Ayrıca Rusya ve İran arasında Petrol Opec'e alternatif olarak, Amerika'nın petrol piyasalarındaki nüfuzunu kırmak için Rusya'nın kontrolünde Gaz Opec'ini oluşturma konusunda prensip anlaşmasına varılmış.
Oturumun sonunda İranlı bir diplomat bana şunu aktardı: Washington ambargonun başarıya ulaşması için Arapların tutumuna bel bağladığını biliyor musun? Bu durumun benzeri Filistin hususunda gerçekleştiği için pek de şaşırmadım. Bilmiyorum dediğim zaman arkadaş bana şunu hatırlattı: Ürdün fiilen bunu yapıyor. Amman üniversitelerinde nükleer fizik eğitimi almak isteyen İranlı öğrencilere Ürdün makamları izin vermemişti. Hâlbuki önde gelen üç İranlı Profesör Ürdün Üniversitelerinde tıp eğitimi veriyor. Hükümetin verilerine göre 23 Ürdünlü mezun öğrenci de bizim üniversitelerimizde yüksek lisans yapmaktadır.
Rapora inşallah bir sonraki yazımızda devam edeceğiz…
Bu makale Mehmet S. Direk tarafından Dünya Bülteni için çevrilmiştir.