2011 de gösteriler sonucunda binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan tahrir olayları ile, İttihadiye sarayı önünde gerçekleşen olaylar neticesinde onlarca kişinin ölümü üzerinde karşılaştırma yapan herhangi biri bile, 21 nisanda eski başkan Muhammed Mursi ile ihvan liderlerinden 12 kişinin 20 yıl, diğer iki kişinin 10 yıl hapis cezası almaları karşısında dehşetini ve hayretini gizleyemez. 4 Aralık 2012 yılında ihvan iktidarına ve Mursinin ilan ettiği anayasaya karşı olanlar, tepkilerini İttihadiye sarayının önünde toplanarak gösterdiler. 5 Aralıkta protestocuların sarayın kapılarına doğru ilerleyip saldırıya geçecekleri şayiası üzerine ihvan üyeleri devreye girmeye çalıştı. Taraflar arasında çıkan çatışma sonunda da onlarca kişi hayatını kaybetti. Mursinin devrilmesinden sonra eylül 2013 de o ve ihvan liderlerinden bazıları baş savcı tarafından cinayet mahkemesine sevk edildi. Mursi ve arkadaşları daha sonra İttihadiye olayları olarak bilinecek olan aralık 2012 gösterilerinde taammüden adam öldürmek ve işkence ile suçlanmışlardı. Bu suçlar çerçevesinde savcılık Mursinin idamını talep ediyordu.

Mursi hakkında verilen hüküm ile ilgili söyleyecek bir sözüm henüz yok. Şimdilik karardan doğan bilgilerin sıhhatine teslim olacağım. Yazının başında işaret ettiğim paradoks, zihnimi yeterince meşgul ediyor. Çünkü aradaki farklar, gerçek bir açıklamayı gerektiriyor. 2012deki İttihadiye olaylarının dosyasını Ahmed Sabri Yusufun danışmanı olan yargıç Celil incelemişti ve kararını elindeki veriler ve tanıklara dayanarak vermişti. 2011 devriminde gerçekleşen olaylarını ise eski Yargıtay başkanı doktor Adil Kura danışmanlığında bir kurul inceledi. Kurul çalışmalarına üst düzey hukukçu, araştırmacı ve sosyal bilimci de eşlik etti. Kurul gizli bir rapor hazırladı ancak raporun özeti hala internette mevcut. Raporda protestocuların ölümünden polisler sorumlu tutulmuştu. Delilleri ise aşağıdaki gibi sunulmuştu:

Komisyon, polislerin göstericiler üzerine plastik mermi ve kartuş sıktıkları, çatılardan tahrir meydanına mühimmat fırlattıklarını tespit etmiştir. Özellikle de içişleri bakanlığı, Nil Hilton ve Amerikan üniversitesinin çatıları kullanılmıştır. Bunun kanıtları ise baş, boyun ve göğüs bölgelerinde ateşli silahlardan doğan ölümleri gösteren sağlık raporlarında yer almaktadır. Ateş emrinin yalnızca içişleri bakanlığı başkanlığındaki bir kurulun ve bakanlık üst düzey subayların izni dahilinde verilebileceği de unutulmamalıdır.
Polise ait zırhlı araçlar, göstericilerin üzerine taammüden yürümüş ve onlarca kişinin ölümüne ve yaralanmalara yol açmıştır. Bu araçlardan birinin göstericilerden birinin ezdiğine, bir diğerinin insanların arkasından giderek onlara çarptığına ve ölümlerine sebep olduğuna dair görüntüler basına yansımış, bu görüntüler sosyal medyada da yayınlanmıştır.
Polisin orantısız güç kullandığına dair diğer deliller de şu şekildedir:

1. Açılan ateş ve göz yaşartıcı bombalar sonucunda elde edilen bilançoya göre, 840 kişi ölmüş, binlerce kişi yaralanmıştır.
2. Mermilerin çoğu genelde baş ve göğse isabet etmiştir. Yaralananların çoğu ise yüzlerinden darbe almış ve bazıları gözlerini kaybetmişlerdir. Hastanelere -Özellikle kasr ayni hastanesine- yapılan ziyaretler sonucunda doktor ve yaralıların ifadelerine göre 27 ocak- 2 şubat arasında yüzlerce kişi gözlerine isabet eden mermilerden dolayı hastanelere gelmiştir.
3. polis tarafından açılan ateşi, bazı insanlar balkonlarından ve pencerelerinden izliyorlardı. Rasgele ateş açılmasının sebeplerinden biri de polisin izlenmelerini engellemeye çalışmalarıydı.

Komisyonun elde ettiği sonuca göre, göstericileri dağıtmak için polise ateş emrinin verilmesi içişleri bakanlığı tarafından verilmiştir. Çünkü polis bu uygulamayı protestoların sahnelendiği her bölgede geçekleştirmiştir. Bu kadar geniş bir çatışma emri ancak içişleri bakanlığının otoritesi altındadır.

Bu durumda, 2011 devrimi ile 2012 İttihadiye olayları karşı karşıya getirildiğinde bir takım sorular yanıt aramak kaçınılmaz oluyor: Muhammed Mursi ve arkadaşları on kişinin öldüğü olaylarda kolaylıkla mahkum edilirken, nasıl oluyor da hüsnü mübarek ve dönemin içişleri bakanı, binlerce kişinin öldüğü devrim olaylarından beraat ediyor? Binlerce kişinin ölümünden dolayı neden hiç kimse hesaba çekilmiyor? Bu soruların cevaplarını yargılanmaların incelendiği dosyalarda mı aramalıyız yoksa değişen siyasal iklimin rüzgarlarında mı ?

Kaynak: Fehmi Huveydi / Shorouk News
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız