Mısır'da son zamanlarda yaşanan olaylarda Türkiye'nin pozisyonunu ve tutumunu anlamaya davet ediyorum. Olanları doğru bir çerçeveye oturtarak, bizdeki 'medya şebbihası'nın iki ülke arasındaki ilişkileri bozmadan, bu ilişkinin ufuk çizgisinde beliren bulutların ipleri koparan bir fırtına savaşına dönüşmeden ve iki ülke arasındaki ortak çıkarları ve kurulan köprüler yıkılmadan önce harekete geçmek lazım.
Türkiye'den başbakanın ve dışişleri bakanının diliyle gelen resmi açıklamaların Kahire'yi hiç memnun etmediği bir sır değil. Mısır'ın başına gelenin darbe olduğunu açıkça ifade eden Ankara, Muhammed Mursi'nin de ülkenin meşru lideri olduğu üzerinde ısrar ediyor. Tabi bu görüşü yalnızca Türkler savunmuyor. Askeri darbelere karşı hassasiyetleri olduğu bilinen batılı demokrasi anlayışından yola çıkan AB'den de hemen hemen aynı sesler yükseliyor. Öyle ki Türk siyasi tarihinde yaşanan darbeleri ve rollerini değerlendiren AB, Türkiye'nin kendi aralarına katılmalarındaki engellerden biri olarak bu darbeleri görüyor.
Avrupa, ordunun siyasetteki rolü konusunda bu kadar hassasken, bu durum Türkler için de önemli bir düğüm oluşturuyor. Çünkü ordunun siyasetteki ağırlığı yüzünden1923'te Cumhuriyet kurulduktan sonraki 70 yıl kaosun içinde bulunan Türkler, bu süreyi net bir dille kabus olarak görüyorlar. Ta ki 2003'e kadar. 2003'te Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, askerin siyasi hayattaki rolünü etkileyecek bir dizi kanun çıkardı ve darbe kapısını tamamen kapattı. Parlamentonun onayından geçen kanuna göre asker bundan böyle yalnızca sınırları korumakla görevlendirildi ve iç siyasete müdahalesi engellendi.
Neredeyse her on yılda bir yapılan dört darbeyle sarsılan Türkiye, ordunun siyasetteki etkisi konusunda acı tecrübelere sahip oldu. Ordu, yaptığı darbelerle ülkedeki siyasi hayatı deforme ediyor, askerin topluma dayattığı vesayet anlayışı nedeniyle önlerine set çektiği partileri de bodurlaştırıyordu. Ordunun toplumun çeşitli katmanlarındaki bu nüfuz savaşı nedeniyle 2004'te ordunun Radyo Televizyon Üst Kurulu ve Talim Terbiye Yüksek Kurulundaki etkisini yok etmek için anayasa kanun değişikliğine gidildi.
Bu tarihi arka plan Türk hükümetinin yetkililerinin Mısır olaylarına neden çabuk tepki gösterdiğini açıklıyor. Verilen tepkinin nedeni sadece ülkenin darbelerden muzdarip olması değil, aynı zamanda ordu- siyaset ilişkisi karşısında sert duran ve Muhammed Mursi'nin askerler tarafından devrildiği hafta bunun için kanun çıkaran Ankara'dan destek beklemememiz gerektiğiydi. Türkiye yasal olarak bu sorunu gerçekten çözdü ancak askerin siyasi hayattan tamamen soyutlandığını söylemek zor. Kendilerini hala toplumun varisleri olan bazı generaller, 2011 yılında Erdoğan hükümeti üzerinde baskı kurmayı denedi. Bu bazen ordudan toplu istifalarla bazen de AK parti hükümetini toplumun gözünden düşürmek için satın alınan internet siteleri yoluyla yapılan kampanyalarla gerçekleşti. Ancak, Erdoğan daha güçlüydü ve kendisine karşı yürütülen bu eylemleri başarısızlığa uğratmayı başardı.
Erdoğan'ın İslami bir geçmişinin olduğunu ve bu nedenle hem Mursi'ye hem de partisine karşı sempati beslediğini hiç kimse inkâr edemez. Bu sempati birçok yolla kendisini gösterdi. Türk hükümetinden Hişam Kandil hükümetine verilen 2 milyar dolarlık kredi bunlardan biri. Yalnız Mursi'nin gidişinden ve Türkiye'nin Mısır'daki darbeye karşı olan aleni itirazından sonra bu sempatinin etkisini yitirmeye başladığı söylenebilir. Bilindiği üzere Türkiye'nin Mısır'a yönelik aktif politikası Hüsnü Mübarek döneminde başlamış, Mısır, Türkiye'nin gözlemci sıfatıyla Arap ligine katılmasına destek vermişti. İki ülke arasındaki siyasi gelişmelerin yanında ekonomik alanda da ilerlemeler kaydedildi. Türkiye Mısır'da 350 işyeri açarak 50 bin Mısırlıyı buralarda istihdam etmeye başladı. Mısır'da yaşayan Türklerin sayısı ise 8 bini buluyor. Bunların 200'ü üniversite eğitimi için gelen öğrencilerden oluşuyor.
Tüm bunları göz önünde bulundurarak herkesi Türkiye'nin tepkisini ve koşullarını anlamaya ve çağırıyorum. İki ülke arasındaki siyasi ilişkilerle ekonomik ilişkilerin ayrılması konusunda da hassasiyete davet ediyorum. (Türkiye- İran örneğinde olduğu gibi mesela). Siyasi gerginliğin iki ülkenin gelişen ekonomik ilişkilerine yansımaması için bu şart. Çünkü iki ülke arasındaki ticaret hacmi 5–6 milyar dolara ulaştı ve Türkiye'nin Mısır'daki yatırımları da 2 milyar doları aştı.
Son ricam ise infiallere ve saldırganlıklara karşı stratejik düşünceyi öne çıkarmamız. Mısır ve Türkiye Cemal Hamdan'ın dediği gibi Ortadoğu'yu kalkındıracak üç altın otoritenin ikisini oluşturuyor. Üçüncüsü ise doğal olarak İran. Onun bu durumu dikkate alması benim de bazı şeylere dikkat çekmemi gerektirdi. Mısır Sanayi Birliği'nin entelektüel ergenliğinin ve çocukça siyasetinin hemen başında Türkiye'yi Mısırda şu an yaşananlara karşı verdiği tepki yüzünden boykota çağırması bu gerekliğin altında yatan nedenlerden biri. Umarım kendileri olmak istediğimiz sayın büyükler bu boykot çağrısını görmezden gelirler.
Kaynak: Shorouk News
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız