Son zamanlarda ?Yeni Ortadoğu? kavramı dillerde dolaşmaya başladı. Aslında bu, ?Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu? gibi diğer kavramlardan çıkarılmış bir söylemdir. Bu gibi kavramların bir daha dönmemek üzere toprağa gömüldüğünü sanıyorduk. Ancak İsrail?in Lübnan?a yönelik son saldırısından sonra, Amerika dışişleri bakanı, bu saldırının rahminden Yeni Ortadoğu?nun doğacağını ilan etti. Acaba bu ?Yeni Ortadoğu? nedir? O gerçekten yeni midir? Oldukça mutmain bir şekilde şunu söylemek mümkündür: On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren İslâm alemine yönelik Batı stratejisi, Arap ve İslâm alemini, ırkçı ve dinî devletçiklere bölmenin zorunluluğuna inanmıştır. Böylece kolay bir şekilde onlara hükmedebilsin. Bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için bölgenin kalbine İsrail dikilmiştir. Arap alemi bir ölçüde ve bir şekilde birlik ve bütünlük arz ediyor. Bu ise stratejik, ekonomik ve askeri anlamda bir ağırlık teşkil ediyor ve Batılı sömürgecilerin emellerinin önünde bir engel oluşturuyor. Bu birlik ve bütünlük çerçevesinde İsrail, bölgenin (bünyenin) dışladığı yabancı bir cisim gibi duruyor. Görevi bölgenin kendi işlevini engellemek ve Batı?nın çıkarlarını korumak. Arap dünyasının ırkçı ve dinî devletçiklere bölünmüş olması da, bölgeyi İslâmi fetihten önceki durumuna çeviriyor. Yani Mısır?da Firavunların devletinin, Irak?ta Asur-Babil devletinin, Suriye?de Aramîlerin ve Lübnan?da Finikelilerin bulunduğu parçalara ayrılmış bir bölgeye. Zirve de ise Amerika Birleşik Devletleri tarafından askerî olarak desteklenen Filistin?deki İbranî devleti bulunuyor. Bu parçalara bölünmüşlük içinde, Arap bünyesine dikilmiş Siyonist devlet, tabii bir devlet, hatta aslî bir devlet haline dönüşüyor. Dolayısıyla bölgeyi parçalara bölmek, aslında, Arap bölgesine dikilmiş yabancı bir cisim olmanın zorluğunu yaşayan Siyonist devlet için bir doğallaştırma ve alıştırma ameliyesi oluyor. Nitekim Şimon Peres de şöyle demişti: Bölge yarım yüzyıl Mısır?ın liderliğini tecrübe etti; öyleyse İsrail?in liderliğini de tecrübe etsin. Bu, yetmişli yıllarda Bernard Lewis?in ortaya attığı ve neo-conların esas aldığı bir görüştür. Şu anda Amerika?nın siyaseti bu çerçeve içinde yürüyor. Görünen o ki, Amerika Birleşik Devletleri Irak ve Afganistan?da başarısızlığı tattıktan sonra, İsrail?in kendi sömürgeci planını yerine getirmesine onay verdi. Bu plan Lübnan?ın ve Lübnan hükümetinin yıkılması ve ülkenin Irak tarzında demokratik bir ülkeye dönüşmesi, yani Amerika?nın çıkarları ekseninde dönmesi esasına dayanıyor. Böylece Bernard Lewis?in öngörüde bulunduğu gibi, Arap devletleri, domino taşları gibi birbiri ardına düşecek. Neo-conlardan William Kristol da, bunun, Amerika?nın bölgede ipleri yeniden ele alması için bir fırsat olduğunu vurguluyor. Amerikalı yorumcu Paul Robertos, (25 Temmuz?da) Web sitesinde yayınladığı ?Amerika Lübnan?ın Direnişinin Kırılması Konusunda İsrail ile Anlaştı? başlıklı yazısında şöyle diyor: Ortadoğu?da tanıklık ettiğimiz gelişmeler, İslâmi Arap bağımsızlığının bütün izlerini silmeye ve İsrail?in varlığına yönelik bütün tehlikeleri yok etmeye yönelik neo-conların planlarının hayata geçirilmesidir. Ortadoğu ile ilgili bu tasavvurun hareket noktası şu anlayıştır: Bu bölgede tarih tamamen durağandır ve Arap halkı, körü körüne Amerika?nın peşine takılmış idarecileri eliyle bir araç olmaya devam edeceklerdir. Bu Arap Ortadoğu?su, ortak bir tarihi ve mirası olmayan, dinî ve kavmî topluluklar tarafından parçalanmış ve onları birbirine bağlayacak bir bağ bulunmayan, tarihi hatıralardan ve üstünlük duygusundan yoksun olan mücerret bir alan veya bölgedir. Araplar da maddî ve ekonomik etkenlerin harekete geçirdiği maddî ve ekonomik mahluklardır. Ortadoğu?nun yeniden taksimi için bir plan hazırlayan emekli bir üst rütbeli komutan olan Rolf Peters de bu anlayış içinde hareket ediyor. (Rolf bu meseleyi Amerika Silahlı Kuvvetler Dergisi?nin Haziran 2006 sayısında yayımlanan bir yazısında ele alıyor. -9.8.2006?da yayınlanan ?Yeni Ortadoğu: Başarısızlığa Mahkum Bir Amerikan Projesi? isimli makaleden naklen-). Makalenin önemi, derinliğinden veya bu düşüncenin gerçekleşme imkanından kaynaklanmıyor. Aksine, Yeni Ortadoğu projesi davetçilerinin gönlünden nelerin geçtiğini açığa vurmasından kaynaklanıyor. Özellikle de bu makalenin Amerikan Askerî İstihbaratında çalışmış sorumluluk sahibi biri tarafından yazıldığı dikkate alınırsa. Peters, Yeni Ortadoğu projesi ile Ortadoğu?nun yeniden şekillendirilmesini gündeme getirirken, esas aldığı hareket noktası, yirminci yüzyılın başlarında Ortadoğu taksim edilirken (Sykes-Picot Antlaşması?nı kastediyor), azınlıkların büyük bir haksızlığa uğradığıdır. Şöyle diyor: ?Bu azınlıklar ilk taksimde aldatılmış topluluklar ve halklardır.? Ve bu azınlıkların en önemlileri olarak Kürtleri ve Şii Arapları zikrediyor. Aynı şekilde Ortadoğu?daki Hıristiyanları, Bahâileri, İsmailileri ve Nakşibendileri de zikrediyor. Peters, bölgedeki dinî ve kavmî toplulukların şiddetli bir şekilde birbirlerinden nefret ettiklerini söylüyor. Bu yüzden, farklı din, mezhep, kavim ve azınlık mensuplarından oluşan bölge sakinlerinin terkibinden hareket edilerek, Ortadoğu?nun yeniden taksim edilmesi gerekir ki, bölgeye barış yeniden dönsün. (Tabi oradaki gizli model, din, kavim ve bunların karışımı üzerine kaim olan Siyonist devlettir). Sonra Peters Yeni Ortadoğu haritasını takdim ediyor ve Irak?ın üç parçaya ayrılmasından söz ediyor: Kuzeyde Kürt devleti, güneyde Şii devleti ve ortada ?zamanın geçmesiyle Suriye?ye katılmayı tercih edecek olan- Sünnî devlet. Aynı şekilde emekli komutan, Suudi Arabistan?ı doğal olmayan bir devlet olarak niteliyor ve Mekke ile Medine?nin bu devletten koparılarak, oralarda ?kutsal bir İslâm devleti? kurulmasını teklif ediyor. Bu devlet, önde gelen İslâmi hareketlerin ve okulların temsilcilerinin değişimli olarak başkanlık edeceği bir meclis tarafından yönetilecektir. Yani meclis bir çeşit ?Yüksek İslâm Vatikan?ı olacaktır. Yine Suudi Arabistan?ın kuzeyinden koparılacak bir paçanın Ürdün?e, güneyinden koparılacak bir parçanın da Yemen?e ilave edilmesini teklif ediyor. Ülkenin doğusu da makaslanmaktan kendini kurtaramıyor. Çünkü doğudaki petrol yatakları da Şii Arap devleti lehine Suudi Arabistan?dan koparılıyor. Haşimî Ürdün devleti ise kendi topraklarını koruduğu gibi, Suudi Arabistan?ın kuzeyinden koparılacak bir toprak parçası da bu ülkeye ekleniyor. Diğer taraftan ?Batı Yakası?nın geleceği? de onunla bağlantılı hale geliyor. Peters, (eski Yunan şehirlerine benzeterek) Birleşik Arap Emirlikleri?ne ?Şehir Devleti? adını veriyor ve onun bazı şehirlerini Şii Arap devletine katıyor. Fars körfezinin etrafında toplanacak olan Şii Arap devleti, Fars devletinin müttefiki değil, onu dengeleyecek bir güç olacaktır. Fasık zenginlerin (böyle söyleniyor) boy gösterecekleri ve eğlenecekleri bir yer olarak kalması için, cömertlik gösterip Dubai?ye dokunmuyor. Umman ve Kuveyt de topraklarını koruyor. İran ise bu cehennemî projeye göre, birleşik Azerbaycan?ın, bağımsız Kürdistan?ın, Şii Arap devletinin ve bağımsız Belücistan?ın yararına olacak şekilde topraklarından çoğunu kaybediyor. Ancak Herat civarında Afganistan?dan bir parça toprak kazanıyor. Rolf Peters?in tasavvuruna göre İran, sonunda yeniden kavmiyetçi bir Fars devleti olarak ortaya çıkıyor. Peters, insanların arzularına bağlı olarak sınır değişikliklerinin imkansız olabileceği sonucuna ulaşıyor; ancak zamanla yeni sınırların oluşturulmasını imkan dahilinde görüyor. Akan kanın durması için, kan bağına ve dinî inanç bağına uygun olarak Büyük Ortadoğu?nun sınırlarının değiştirilmesi kaçınılamaz bir zorunluluktur!!! İşte bu noktada Amerika Birleşik Devletleri?nin ve müttefiklerinin sorumluluğu gündeme geliyor. Peters planını şu sözleriyle bitiriyor: ?Terörizme karşı güvenliği ve barışı sağlamak, demokrasinin yayılması, -savaşa da sebep olabilecek- bölgedeki petrole ulaşma özgürlüğü için askerlerimiz, erkek ve kadın olarak, savaşmaya devam edeceklerdir.? Yeni Ortadoğu hakkındaki bu tasavvur ile başlangıcından itibaren Siyonist görüş arasında son derece sıkı bir ilişki vardır. Siyonist devletin kuruluşundan birkaç yıl önce Ben Gurion şöyle demişti: ?Arapların bir araya gelmelerindeki en zayıf nokta, Lübnan?da Müslümanların liderliğidir. Bu aslında çok zayıf bir liderlik olup, kolayca mağlup edilebilir.? Bunun yerine, güney sınırları Litani nehri olan Hıristiyan bir devlet kurulacaktır ve Siyonist devlet, bu devlet ile sulh imzalamaya hazır olacaktır. ?Arap gücünü kırdıktan ve bombalarla Amman?ı vurduktan sonra, Ürdün devletini izale etmemiz mümkün olacaktır. Ve bundan sonra Suriye düşecektir. Eğer Mısır bizimle savaşmaya cüret ederse, Poor Said, İskenderiye ve Kahire?yi bombardımana tutup vuracağız. Bu şekilde savaşı sona erdireceğiz ve Mısır?ı kesin bir şekilde hezimete uğratacağız.? Şaron 1982 yılında bu planın Lübnan?a özel kısmını gerçekleştirmeye girişti. Ancak Lübnan?daki direniş onu, önce güneye sonra da Siyonist devlete çekilmeye mecbur bıraktı. Fakat Şaron son zamanlarda, İsrail?in stratejisi ile terörizme karşı sonsuz bir savaş ilan eden Amerika imparatorluğunun siyaseti arasında tam bir uyum gerçekleştirmeyi başardı. Aynı şekilde (Yahudi yerleşimcilerin) yerleşim sınırlarını genişletme ve buralara yeni topraklar katma siyaseti ile unsurlar arasını ayırma siyasetini birleştirmede de başarılı oldu ve bu konuda Amerika?nın onayını ve desteğini aldıBunlar İsrail?in vehimlerini bir kez daha harekete geçirdi. Örneğin bu konuda İsrail Ordusu Operasyon Şubesi eski başkanı ve yine Siyonist devletin güvenlik stratejilerini belirlemekten sorumlu Ulusal Güvenlik Konsey?inin eski başkanı olan Ami Ayalon?un sergilediği tavra bakılabilir. Heartz gazetesine verdiği mülakatta Ortadoğu?nun yeniden tanzim edilmesiyle ilgili planını açıklıyor ve şunları teklif ediyor: Batı Yakası?nın %12?si (600 kilometrekare) Siyonist devlete katılacak. Yine Mısır?dan 600 kilometrekarelik bir arazi de Gazze?ye katılacak ve buraya bir milyon nüfus yerleştirilecek (bir deniz limanı ve uluslararası bir havaalanı kurulması için). Buna karşılık Mısır?a en-Nekab?ta 150 kilometre karelik bir yer verilecek. Bir başka dâhi olan Jay Bakhur da (Yediot Ahronot gazatesi 27.7.2006 tarihindeki makalesinde) Ortadoğu?ya verilecek yeni şekille ilgili kendi planını takdim ediyor. Plan, şişirilmiş hayallerin ötesinde bir anlam ifade etmemesine rağmen, Amerika ve İsrail?in gönlünden geçenler konusunda bize bir fikir veriyor. Makalesinde, bu savaşın, Batı?nın ?cevherini? savunduğunu iddia ediyor; ancak bu cevherin ne olduğundan söz etmiyor. Acaba bu savaşın hedefi adaleti tesis etmek ve barışı gerçekleştirmek midir? Yoksa halkların hakimiyet altına alınıp yağmalanması mıdır? Makale ?Eski Ortadoğu?nun geriye dönmemesi gerekir? sözüyle başlıyor. Yazar Eski Ortadoğu?yu şu şekilde niteliyor: Orada delirmiş bir rejime sahip bir devlet vardır. Bu devlet atom silahları edinir ve böylece komşularını da silahlanmaya sevk eder (doğal olarak burada kastettiği İsrail değildir). Irak iç savaş içinde boğuluyor. Radikal gruplar hükümetlere ve yönetim sistemlerine hakimdir. Doğal olarak bu hükümetler ve düzenler, silahlı yıkıcı gruplara güçlü bir destek sağlıyor ve hoşgörüye dayalı bir ilişki imkanı veriyor. Sonra bu dâhi kişi söze yeniden başlıyor ve şunları söylüyor: Ortada öze ilişkin bir değişiklik yapma ihtiyacı vardır. Bu devletler vatandaşlarına tam bir kültürel hayat bahşetmede başarısız oldular. Halklarının büyük bir bölümü fakirdir. Bu devletlerin hepsi de zalim (diktacı) olup, bir tekinde bile demokrasi kelimesi telaffuz edilmez. Bazılarında demokrasi çalışmaları tamamlanmış olsa da, elde edilen sonuç İslâmî terör veya kaos rejimlerinin yönetimleri ele geçirmesi olmuştur. (Burada bu dâhinin çelişkiye düştüğünü gözlemliyoruz: Bir taraftan Arap diktacılığını redderken, diğer taraftan da demokrasinin İslâmî teröre yol açtığını söylüyor). Bu durumdan kurtulmak için ise şunları teklif ediyor: Grupsal kriterler esas alınarak Irak üçe bölünmelidir. Buna göre ortada ve batıda Sünnî, güneyde Şii ve kuzeyde Kürt devleti yer alacaktır. Aynı şekilde Suriye?deki rejim de sona erdirilecek ve çoğunluk durumdaki Sünniler yeniden yönetime sahip olacaklardır. Ürdün ise Batı Yakası?nın sorumluluğunu üstlenecek ve böylece tek bir Filistin yapısı oluşacaktır. Filistinliler de, batıya yani Siyonist devlete doğru değil, (İsrail?den uzak bir şekilde) doğuya doğru yayılacaklar ve geriye dönüş hakkı talep etmeyeceklerdir. Mısır, Gazze kesiminden sorumlu olacaktır. Bu durum ?onun tasavvuruna göre- her geçen gün daha fazla gerçekleşmeye başlamıştır. İran?ın ise kuşatıcı yaptırımlar vasıtasıyla engellenmesi gerekiyor. Diğer taraftan radikal Şiiliğin ve diğerlerinin geriye dönüşünün engellenmesi için, Lübnan?ın güneyinde ve doğusunda uluslararası bir düzenin kurulması gerekiyor. Peki bölgedeki halkların durumu nedir? Yeni bir taksime hazırlar mı? (Arap strateji düşünürü Münir Şefik söz konusu edilen bu taksimi ?ikinci Sykes-Picot? olarak isimlendiriyor: Yani taksim edilmiş bir şeyin yeniden taksim edilmesi ve parçalara ayrılmış bir şeyin yeniden parçalara ayrılması). Bu çok bilmiş dâhi, halkların bu taksimi büyük bir memnuniyetle karşılayacağını düşünüyor. Buna itiraz edip karşı çıkacak olanlar sadece yöneticilerdir. Irak halkı istikrara kavuşmaya can atıyor. Şurası kesin ki, Suriye?deki Sünnî çoğunluk, azınlık Alevî rejiminin sona ermesini arzuluyor. Ürdün nüfusunun %80?i Filistin asıllılardan oluşuyor ve kral da Filistinli bir bayanla evli. Dolayısıyla çocukları yarı Filistinlidir. Batı Yakası sakinleri de Büyük Filistin devletinin kuruluşuna sevineceklerdir. İşin Mısır ile ilgili boyutuna gelince, makul olan bugün Mısır?ın şunu idrak etmiş olmasıdır: Kaynayan bir Gazze, tehlikeli bir Sina anlamına geliyor. Aynı şekilde turizmin, siyasi ve toplumsal istikrarın tehdidi anlamına geliyor. Sonra Jay, radikal ve aşırı bir İslâmî dindarlaşma tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını söyleyerek bitiriyor makalesini. Bu yüzden Batı dünyasının uyanık olması ve meselenin sadece Ortadoğu ve İsrail ile ilgili olmadığını anlaması gerekiyor. Aksine mesele varlığının özü ile ilgilidir. Jay?ın planı ve benzeri diğer bütün planlar, güçlü olmanın verdiği kibir ve bencillikten kaynaklanıyor. İnsan, güçler dengesi kendi lehine olduğunda, askerî hazırlıkları ve imkanları düşmanınkinden üstün olduğunda ve tarih durduğunda, dilediği şeyi yapma imkanına sahip olduğunu tasavvur eder. Ancak Paul Robertos?un yukarıda işaret ettiğimiz makalesinde söylediği gibi ?Amerika?nın desteğini almış olsalar bile, beş milyon İsraillinin, milyonlarca Müslümanı sonsuza kadar, zelil bir durumda tutmakta başarılı olması mümkün müdür? Üstelik Müslümanlar, bu hallerinden dolayı kaynayan bir öfkeye sahip durumdayken?? Şüphesiz bu sözler, devam etmekte olan mücadelenin ve sonunda İsrail?in yok olacağının bir nitelemesidir... Şüphesiz Bush?un savaşı, teröre karşı verilen bir savaş değildir. Bu söylem sadece neo-conların hilelerini gizlemek için kullandıkları bir örtüdür. Evet, bu savaş teröre karşı değil, ?Amerika?nın kuklaları? tarafından yönetilmeyen İslâm devletlerine karşı girişilen bir savaştır. Burada şunu sormak hakkımızdır: Lübnan?da olanlardan sonra, Amerika Birleşik Devletleri ve Siyonist devlet, acaba Yeni Ortadoğu ile ilgili şişirilmiş hayaller içinde boğulmaya devam ediyorlar mı?... Allah en iyisini bilendir. Tercüme: Halil Kendir