Beş yıl önce bu hafta Hrant Dink öldürüldü. Anısını ve yaşarken savunduğu fikirleri koruma çabasının parçası mahiyetinde her yıl İstanbul ve Ankara'da Hrant Dink Anısına Konferans düzenleniyor.

Bu yıl Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ndeki konferansı vermek için davet edildim. Bundan onur duydum ve siyasetçiler için özür dilemenin niye çok zor göründüğü sorusuna odaklanan konuşmamın ana noktalarını sizinle paylaşmak isterim.

Sanırım "2011 Yılının Kelimesi Hangisi" diye bir yarışma düzenlense, 'özür dilemek' ifadesinin kazanma şansı epey yüksek olurdu. Diğer iddialı ifadeler de muhtemelen 'şike' ve 'mahkeme öncesi tutukluluk süresi'... 'Özür' kelimesi en az üç olayda kilit bir rol oynadı: 1. Türkiye Mavi Marmara konusunda İsrail'den özür dilemesini istedi, fakat istediğini alamadı, 2. Başbakan Erdoğan özür dileyen ilk Türk lider oldu. 1936-39 yılları arasında Dersim'de 13 binden fazla Kürt ve Alevi'nin Türk devleti tarafından öldürülmesinden dolayı özür diledi. 3. Pek çok Türkiye vatandaşı tarafından talep edilmesine rağmen aynı başbakan Türk uçaklarının Türkiye-Irak sınırı yakınındaki Uludere'de 34 masum Kürt kaçakçıyı yanlışlıkla bombalayıp öldürmesi sonrası özür dilemeyi reddetti.

ABD'deki Güney Carolina Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Girma Negash, Apologia Politica adlı kitabında tarihte önde gelen şahsiyetlerin dilediği çeşitli siyasi özürleri ele alıyor. Dünyanın dört bir köşesinden toplanan bütün bu örnekler temelinde Negash, sağaltıcı etkisi olabilecek ve toplumları uzlaştırabilecek başarılı bir resmi özür için dört kriter ortaya koyuyor:

Kabul etmek: Bu, verilen zararlara dair bilinçli bir gözden geçirme süreci manasına geliyor. Bu noktada birinin diğerine karşı giriştiği eylemin sonuçlarının değerlendirilmesi ve tanınması söz konusu. Doğruları söylemek: Yaralayıcı olaylara dair gerçekler konusunda şeffaf olmak ve bedeli veya taahhüdü olmayan muğlak ve sembolik bir açıklamayla kurtulmaya çalışmamak. Hesap vermek: Kimin kimden kim adına özür dilediği sarih olmalı. Ancak bu aşikar olduğunda sorumluluk meselesine gelinebilir: İşlenen suçlardan dolayı ahlaken kim sorumlu olacak? Aleni pişmanlık: Pişmanlığın özü, acı verici eylemlerden dolayı duyulan vicdan azabı, 'keşke olmasaydı' demek ve buna eşlik eden üzüntü duygusudur.

Dersim konusunda dilenen özür ile Uludere konusunda dilenmeyen özrü bu kriter listesine vurduğumuzda ne elde ediyoruz? Uludere'ye dair uzun uzun bir şey söylemeye gerek yok: Çok büyük bir fırsat kaçırıldı! Dersim konusunda ise hâlâ belirsizlik söz konusu. Daha önce de yazdığım gibi, Başbakan'ın özrünün önemli bir ilk adım olduğunu düşünüyorum. Bu özür kullanılmalı ve sonrası bunun üzerine inşa edilmeli; Başbakan'ın siyasi muarızlarının yaptığı gibi, alaya alınmamalı veya küçümsenmemeli. Böyle düşünmekle birlikte, Dersim özrünün uzun vadede başarılı olup olmayacağından emin değilim, zira Negash'ın kriterlerinin çoğunu karşılamıyor. Evet, trajik hataları kabul etmek vardı ve evet, kapsamlı bir değerlendirme sunulmasa da, bazı şahsiyetler zikredildi. Fakat Başbakan'ın tam olarak kimden özür dilediği ve ahlaken kimin sorumlu olduğu açık değildi. Suçu derhal ve tümüyle anamuhalefet partisi CHP'ye yüklemekle Başbakan'ın dilediği özrün, her şeyden önce başlıca rakibi Kemal Kılıçdaroğlu'na zarar vermek yönünde siyasi saiklerle yapılmış oportünist bir hamle olduğu izlenimine kolayca kapılmak mümkündü. Son kriter (aleni pişmanlık) konusunda ise AKP lideri gerçekten de vicdan azabı ve üzüntü sergiledi. Ne yazık ki, Türkiye siyasetinde çok sık yaşandığı gibi, gerisi gelmeyecek gibi görünüyor; Dersim katliamına dair, Türk devletinin sorumluluğunun ne olduğunu genel kitle için anlaşılabilir kılacak bir müze kurmak, bir anıt dikmek veya popüler bir tarihçe yayınlamak doğrultusunda hiçbir hazırlık yok. Türk toplumuna, Türk devletinin geçmişte işlediği diğer suçlarla yüzleşmeye başlamak yönünde bir çağrıyı ise ara ki bulasın.

Belki bu olumlu ve büyük oranda sembolik jestlerin devamı gelir. Eğer gelirse, Meclis'te yapılan konuşmanın kısa vadeli siyasi kazanımları hedefleyen anlık bir manevradan fazlası olduğu görülür. Böyle bir tutum, manevradan ziyade, Türkiye'nin tarihindeki birçok karanlık sayfayla nasıl yüzleşeceğine dair yeni bir yaklaşımın başlangıcına işaret eder. Türkiye'nin bu tür bir yeni düşünce tarzına fazlasıyla ihtiyacı var.

Kaynak: Zaman