Yunanistan'da devam eden siyasi belirsizlik, İspanya'dan gelen endişe verici ekonomi haberleri ve Avrupa'daki baş aktörlerin ortak bir amaç arkasında birleşememeleri akademik analistlerle gazeteciler arasında Avrupa'nın geleceği hakkında derin bir tartışma başlattı.
Economist'in geçen haftaki kapak haberinde önemli bir soru sorulmuştu: AB dağılmaya mı yoksa bir süper-devlet olmaya mı gidiyor? Bir önceki köşe yazımda da belirttiğim gibi, AB'nin karşılaştığı temel meselelerle ilgili tüm bu sorular, küreselleşme ve Avrupa entegrasyonu hakkındaki güncel tartışmalara temas ediyor.
Birçok kişi AB'nin demokrasi, daha fazla entegrasyon ve ulusal egemenlik arasında bir tercih yapma noktasına geldiği yönündeki tezle hemfikir. Bu 'siyasi üçlem' teorisini savunanlara göre AB bu üç ihtimale birden sahip olamaz. Üçünden ikisini birleştirebilir ama hepsine aynı anda ve eksiksiz sahip olması imkansız. Economist'in kavramlarıyla konuşursak, dağılma entegrasyon sürecinin sonu anlamına gelecektir ve ulus devletle ulusal demokrasinin geleneksel üstünlüğünü yeniden tesis edecektir. Diğer taraftan, bir Avrupa süper-devleti tam entegrasyonu sağlarken demokratik işleyiş ve denetim mekanizmalarını Avrupa düzeyine taşıyıp ulus devlet egemenliğinin ve kurumlarının aleyhine hareket etmiş olacaktır.
Tercihleri kabaca ortaya koymak gazete manşetlerine iyi malzeme sunar, ayrıca çabuk ve kesin kararlar alınması yönünde yapılan felaket tellallığından prim yapmak isteyen siyasetçileri kolay cevaplar vermeye iter. Bazı Avrupa ülkelerinde, İslam'a karşı eski düşmanlıklarını göç meselesiyle ve güncellenmiş bir AB eleştirisiyle birleştirmeye çalışan popülist partilerin yükselişe geçtiğini görüyoruz (hem sağda hem de solda). Bunlar güçlü ve korumacı bir ulus devlete geri dönmek istiyorlar ve demokrasinin uluslar-üstü bir düzeyde işleyebileceğine inanmıyorlar. Bu akımların siyasi hasımlarını, geleneksel olarak kuvvetli bir Avrupa taraftarlığı sergileyen eski muhafazakar ve sosyal demokrat partiler yanında daha fazla entegrasyonun gerekliliğini kabul eden ve demokrasiyi ulus devletin ötesine taşımanın yollarını arayan modern liberal ve yeşil partiler teşkil ediyor. Anti-popülistlerin sorunu, en azından şimdilik, bahsettiğim meselelere verdikleri yanıtların pek de ikna edici olmaması. Eski üst düzey diplomat ve şu sıralar Carnegie Vakfı'nda misafir akademisyen olarak görev yapan Stefan Lehne'nin söylediği gibi, Avrupa yanlıları hâlâ 'Avrupalı seçmenleri kaybetmeden Euro'yu kurtarmak için' doğru konseptleri bulabilmiş değil.
Economist'in vardığı sonuca göre olasılıklar siyah veya beyaz değil ve belki de en iyi çözüm aradaki devasa gri bölgede yer alıyor. Büyük bir etkiye sahip olan haftalık dergi, bütün Euro bölgesini kapsayacak bir banka denetleme sistemi ve borçların kısıtlı olarak karşılıklı hale getirilmesi gibi daha fazla entegrasyon biçimleri içeren 'light' bir federalizm önermişti. Ayrıca her şeyin AB düzeyine çıkarılmasına da açıkça karşı çıkmıştı.
İlgi çekici bir blogda, ABD'de yaşayan profesör Peter Lindseth de aynı sonuca varıyor. Buna göre ufukta ne bir parçalanma ne de tam ve eksiksiz bir entegrasyon yolunda atılacak kararlı adımlar var; Avrupa sadece bu sorunların içinden ağır aksak ilerleyerek istikametini bulacak. Avrupalıların çoğunluğu AB'den veya ortak para biriminden vazgeçmek istemiyor fakat Brüksel'e çok fazla güç vermeye ve tüm demokratik yetkileri Avrupa Parlamentosu'na devretmeye şüpheyle yaklaşıyor. Lindseth şöyle devam ediyor: "Kuşkusuz entegrasyonun gerektirdiği işlevsel değişimlerle demokrasinin ulusal biçimleri arasında bir denge bulmak zor ve bu her zaman zor olmuştur. Fakat bu dengeyi kurmak, Avrupa'nın, iyi veya kötü bir şekilde hâlâ ulus devlete bağlı olan demokrasi fikrine dönük önemli ancak yine de kısıtlı tavrının zorunlu bir sonucu olarak görünüyor."
Bense bu durumu şu şekilde ifade ediyorum: Şimdiki Euro krizine çözüm bulacak Avrupalı liderlerin ortaya çıkmasını bekliyoruz ve bu liderlerin şu üç noktadan kaçmamaları, bunları tanımaları gerekiyor: 1. Euro'yu kurtarma ve dolayısıyla, kısıtlı da olsa ekonomi ve bütçe konularında daha fazla entegrasyonu sağlama arzusu, 2. Ulusal egemenliği olabildiğince fazla siyasi alanda koruma isteği, 3. Şüpheci Avrupa yurttaşlarını ikna edecek ve aynı zamanda etkili işleyiş ve denetim mekanizmaları oluşturacak ulusal ve uluslar-üstü demokrasi formlarının yeni bir karışımını bulma gerekliliği.
Diğer bir deyişle, son kararı verecek liderlere inanmayın ve Avrupa'da dağınık bir uzlaşmaya hazır olun. AB'nin özü budur. Bazı akademisyenler veya popülistler beğense de beğenmese de...
[email protected]
Kaynak: Zaman