Savaşların temelinde insanın hakkına razı gelmemesi yatıyor. İnsan kendini güçlü hissettiğinde eşit olma temayülünden uzaklaşıyor. Barış içinde ahenkle hizmet üreten kainatta, barışı bozma yolunu insanoğlu sürekli devreye sokup sayısız savaşla ,"kan dökücü" özelliğini ortaya koymuştur. Vahyin her dönem uyarıcı sesine kulak tıkayarak, yaptığını kendine hoş gösteren arzularına teslim olmuştur.
Vahyin çağrısı "iyiliği yaygınlaştırıp, kötülüğe engel olma" vurgusuyken, gelinen aşamada toptan tehdit altında bir dünya ortaya çıkmıştır.
Ulaşılan silahlanma aşaması dünyanın içinde bulunduğu durum göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Silahın fonksiyonunu, yıkıcı yönünü anlamak için onu taşıyan insanların açık ve gizli tavırlarına ve hallerine bakmak ve sonra bu psikoloji ile devletleri düşünmek, uluslararası ilişkileri anlamak mümkün olacaktır.
Silahın savunmaya dönük kabul gören yanı, sadece teoride geçerlidir.
Beline silah koyan birinin önce yürüyüşü değişir ve sonra tavırları. Kendini silahsızlara göre daha güçlü görür. Empati durumu temelden sarsılınca kişinin saf haline karşı yabancılaşması kaçınılmaz olarak devreye girer. Silah kavgayı kızıştıran, barış duygusunu bozan, negatif bir araçtır.
Silah tarihin her döneminde insanın kötülük eğiliminin varlığının belirtisi olarak var olmuş ve sürekli gelişim göstererek daha tehlikeli olagelmiştir.
Dünya silah tüccarları korku satarak, savaşlar ihdas ederek savaş endüstrisi üzerinden siyaset üretirken, en fazla barış mesajı veren ülke konumunda olmayı sürdürüyorlar.
Çok çehreli dünyada Müslümanların durumu daha da içler acısı. Silah tüccarlarının en önemli müşterileri olmaları bir yana, ortaya çıkan ve çıkarılan savaşların tamamına yakını kendi topraklarında cereyan ediyor. Başka bir ifadeyle, kendi kanını dökmek üzere işgalcilerin karını artırırken, silah bağımlısı bir mecraya sürüklendiklerinin farkına bile varamıyorlar. Durumu daha belirgin hale getirmek için otuz yıllık tarihe bakmak faydalı olacaktır.
Seksenli yılların başında Sovyetlerin Afganistan'ı işgal girişimi Hindikuş Dağlarında durduruldu. Basit silahlarla helikopter düşüren, gerilla savaşına yatkın grupların başarısı, dünyayı şaşkına çevirmişti. Sıcak denizler hayali kursağında kalan Sovyetlerin çözülmesinde önemli bir etken olarak, mücahit grupların yıllar süren direnişinin altını çizmeliyiz. Ancak asıl sorun düşmanın çekilmesinden sonra ortaya çıktı. Silahı yıllarca elinden bırakmayan insanlar için silah bir el ve ayak gibi azalardan biri oldu. Kendilerini silahsız ifade edemeyen gruplar, aralarında silahın diliyle konuşmaya başladılar. Namludan baktılar hayata ve harf yerine kurşunları kullandılar.
Dil kendini ifade etme aracıdır. Sözü olmayanın, haklılığını diyalogla arayamayanın başvuracağı ilk çözüm, kendini en iyi ifade ettiği beceriye yönelmektir.
Silahla bütün haklarına kavuşacağına inanan insan, zulmün etki alanına kendi arzusuyla girerken, slogan olarak söyleyeceği sözler, seslendirdiği ayetler, şüphe duyduğu konumunu meşrulaştırmaya yönelik olacaktır.
Bugün de İslam coğrafyasında benzer durumlar yaşanmaktadır.
Namlunun dil olduğu yerde netice kandır.
Kardeşin kardeşi boğazladığı yerde yaklaşan, özgürlük görünümlü zulümdür.
Yine aynı tarihlere denk düşen dönemde İran devrimi gerçekleşti. Sivil göstericiler üzerine ateş açan askerlere karşı Humeyni'nin emriyle, karşılık verilmedi. Sonuçta çok az zaiyatla devrim gerçekleşti. Kendi dinamikleriyle hareket eden iradenin firaseti sayesinde, askeri güçler aklı ve vicdani sarsan bu tutum sonucunda halkın safına katıldılar.
Bugün Suriye'deki mücadelenin safiyeti, yerliliği, metodolojisi mümin bir kalbi mutmain etmeye yetiyor mu? Elli bin insanın ölümünden söz ediliyor.
Batının siyasi desteğini alan ve öldüre öldüre mevzi kazanan bir taraf ve öldürme işinde babadan kalma yöntemlere sahip bir zalim, kan üzerindeki koltuğa oturmayı sürdürmek adına, bir başka adresten aldığı silahlara ve desteğe güveniyor.
İki Müslüman insan ve grup anlaşmazlığa düştüğünde ne yapacakları, nasıl davranacakları, üçüncü pozisyondakilerin görevi açıkça beyan edilmişken insanın kan dökücü özelliği, sözü, diyaloğu alaşağı etmeye yetiyor.
Asrı saadet sonrası, pek çoğu cennetle müjdelenmiş sahabilerin, Sıffın savaşına çıkması bunu en çarpıcı örneğidir. Peygamber örsünde kıvama gelen sahabilerin çatışması, sonrakilere çok daha dikkatli olmayı gerektiren bir ders olarak okunabilseydi, bugün çözüme başka bir yoldan ulaşmak mümkün olabilirdi.
Müslümanlar reel politiği dikkate almakla ona teslim olmak arasındaki farkı, ahiret odaklı anlayışla aşmayınca zulmün parçası olunacağı gerçeğini hatırlayamıyorlar.
Kardeşlik ikliminde silahın yeri meşru kabul edilemez. Orada, söz binbir hünerle, sevgi yükü taşıyarak ortaya çıkmalı. Sulh kolay olmayabilir. Ancak "sözlerin en güzeline uyarlar" diyen, sabrı, merhameti emreden Kitap var.
Bu imkan, bu güç, bütün silahlardan üstün değil mi? Atamız Habil var. Onun öyküsü neden anlatılıyor acaba?
Sonuç geç alınabilir, baskı şiddetli olabilir, bütün bunlar için sabredenlere nice yollar aralandığını bildiren geniş birikime sahibiz.