Fransa Türkiye'nin AB üyeliğini engellemeye çalışarak, en iddialı projelerinden biri olan Akdeniz Birliği'nin de altını oyuyor. Sarkozy dünyanın tek laik ve Müslüman devletini Avrupa'dan dışlarsa, Mağribli ortaklarımız Akdeniz Birliği'ne şans verme konusunda istekli olmayacak
O harika Roma âdetini bilmeyen yoktur: Zafer kazanmış bir generale eşlik eden sıradan bir lejyoner, generalin kulağına durmadan nahoş sözler fısıldar, böylece burnunun fazla büyümesini engellemiş olurdu. Yeni devlet başkanımız Nicolas Sarkozy'nin aralıksız devam eden irili ufaklı diplomatik başarılarının tam ortasında, ben de o iflah olmaz ölçüde şüpheci lejyonerin rolünü üstlenmeyi uygun gördüm.
Gerçekten de yeni diplomasimiz ciddi bir zorlukla karşı karşıya. Ancak bu zorluk, ortaya koymak isteyebileceğimiz en iddialı ve verimli proje olmaya da aday: Akdeniz Birliği. Bu projenin inkâr edilemez faydalarını vurgulamakla işe başlayalım. Bunlar dört tane:
Askeri işbirliğine de varabilir
Birincisi bu birlik, arkasında hiçbir itici mekanizma barındırmayan, yalnızca pragmatik bir düzenleme olan Barcelona sürecinde olumlu bir ilerlemeyi temsil ediyor. Beş Mağrip ülkesi (Fas, Cezayir, Tunus, Moritanya ve Libya) ve Avrupa Birliği'nin güney kıyılarında yer alan beş özel arabulucu arasında (Fransa, İspanya, İtalya, Portekiz ve Malta) gerçekleşecek bir süreç bu. Bu kez iki iyi belirlenmiş kurumun çatısı altında, yani Avrupa Birliği ve Akdeniz Birliği'nin altında, iki ülkelerüstü yapıyı uyumlu hale getirmek yolundaki aleni bir amaç doğrultusunda bir diyalog yürütülebilir; söz konusu diyalog serbest ticaret bölgesi, diplomatik işbirliği, hatta belki de askeri işbirliğini gözetebilir. Akdeniz Birliği'nin Mağribli üyeleri kendi aralarında, Fas'la Cezayir'in husumetini tümüyle sona erdirmeye nazikçe, fakat güçlü bir biçimde zorlayan serbest ticaret ve işbirliği anlaşmalarını geliştirmekle de yükümlü olacaktır.
İkinci olarak, daha geniş bir felsefi düzlemde ele alınırsa, bu yeni mekanizma Müslüman dünyanın çeşitli coğrafi bölgelerinin, Müslüman olmayanlarla paylaştıkları daha geniş bölgelerin parçası olduklarını zımnen ima ediyor. Diğer bir deyişle, şu gelişmeler doğal sayılacaktır: Endonezyalılar ve Malezyalıların Çin ve Japonya'yı da içeren yeni bir Asya'yla birleşmesi; Pakistanlılar ve Bangladeşlilerin 1947'deki büyük taksim öncesinde birleşik olan eski medeniyet zeminlerini 'Hindistan Birliği'yle birlikte yeniden kazanmaları; Akdeniz Müslümanlarının da Avrupalılarla birlikte, Mısır kadısı İsmail ve daha yakın dönemde Fas Kralı 2. Hasan tarafından Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla ilan edilen ortak bir kadere dönmeleri.
Üçüncüsü, Doğu Akdeniz'de aynı mekanizma kendine has mantıksal temeliyle, İsrail ve diğer bütün komşularını birbirlerini tanımaya mecbur kılıyor; zira, büyük Avrupa piyasalarının kendilerine tümüyle açılmasını istiyorlarsa bunu yapmak durumundalar.
Dördüncü ve sonuncusu da şu: Akdeniz Birliği, Rusya, Ukrayna, Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönelik bir Avrasya Birliği kurulması açısından mükemmel bir örnek teşkil ediyor ve bu, en az Avrupa kıtamızın geleceği kadar stratejik önem taşıyor.
Ancak bu proje de aynı ölçüde ciddi bir zorlukla karşı karşıya. Uzun vadeli büyük arzularının yanında, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini bir an önce bertaraf etmeyi amaçlayan kısa vadeli bir mekanizma izlenimi de veriyor. Ve bir süre sonra, Akdeniz Birliği'nin lehine olacak bir biçimde, Yugoslavya'nın dağılışıyla ortaya çıkan beş ya da altı küçük Balkan devletinin adaylıklarını da ertelemenin yolunu da açabilir belki. Eğer durum böyle olursa, Avrupalı ortaklarımızın gözünde kısa vadeli engel, uzun vadeli parlak planlara galebe çalacaktır.
Türkiye vazgeçilmez
Öncelikle Mağrip sorununun bugün Fransa için eninde sonunda bir zorunluluk olduğuna dikkat çekilmesi gerekiyor. Bununla birlikte Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımı dünyanın en tehlikeli bölgesinin, yani Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları üzerinde kurulan ve Gazze'den Kâbil'e dek uzanan 'Eski Britanya Ortadoğu'sunun istikrarını sağlamak açısından stratejik addediliyor. Britanya için, ilk göçmen toplumuyla müstakbel entegrasyon ilişkilerini buna göre tayin edecek olan Almanya için, Kemalizme dünyanın tüm Müslüman toplumlarının zorunlu evrimine dair peygamberce ve olağanüstü bir cevap mahiyetinde hayranlık besleyen Avrupa'nın tüm laik güçleri için, son olarak da en büyük bankası Türkiye'nin öncü bankası haline gelmiş olan Yunanistan için Türkleri dışlamak kabul edilemez. Vatikan da bu tavırla dayanışma içinde.
15 yıl sonrasına garanti işe yarar
Bu yüzden Fransa'nın vetosu (ki Türkiye'ye demokrasisi ve modernleşmesi nedeniyle hiçbir hayranlık beslemeyen Avrupalı bağnazlar bu vetoyu hararetle alkışladı), dünyanın tek laik Müslüman devletinin Avrupa'dan dışlanmasına yol açarsa, en yakın ortaklarımız Akdeniz Birliği'ne şans vermek hususunda eskisi kadar istekli olmayacak.
Fakat, tam AB üyeliği çabasındaki Türkiye'ye milli stratejisinin bu temel ekseni konusunda 15 yıl sonra garanti verilirse, aynı Türkiye Akdeniz girişiminin başarısını sağlama almak bakımından Fransa'nın vazgeçilmez müttefiki olurdu. İşte o zaman biz de diplomasimizden gurur duymak için haklı bir sebep bulurduk.
Kaynak: Radikal