Yakın geleceği öngörmek gibi zor bir mesleği icra eden biri için aylardır programlanan büyük bir olayı, Obama'nın ABD başkanı olmasını, önceden söylemek son derece mutluluk verici bir durum.

ABD'nin ilk siyah, sanayi eyaleti İlinois'den gelen -Abraham Lincoln'dan sonra- ikinci, yine -bu defa Franklin Roosvelt'ten sonra- kaçınılmaz bir paradigma değişimi, daha doğrusu tarihsel sınırlarına erişen bir ekonomik ve sosyal medeniyetin büyük dönüşümüne işaret eden bir ekonomik bunalımın ortasında göreve başlayan ikinci başkanın seçilmiş olması hiç şüphesiz büyük bir olaydır.

Tüm bunları le changement (değişim) başlıklı Odile Jacob yayınlarından çıkan kolektif ve antolojik kitapta buluyoruz. Barack Obama'nın imzasıyla çıkan bu kitap, Obama'nın belli başlı konuşmalarından hareketle 2008 seçim kampanyasının yolunu çiziyor aman aynı zamanda ortak bir çalışmanın ürünü olan program metinleriyle de 44. başkanın medenileştirici azmini açıkça aktarıyor. Büyük siyaset adamı, her zaman için kaçınılmaz değişimi öngören ve bu öngörü üzerinden kaçınılmaz temel düşünceleri ile aynı yönde ilerleyen ve kaçınılmaz olanın bir nevi en uygun şekle sokmayı başaran kişidir.

Obama'nın durumunda önsezi tam da burada ortaya çıkmaktadır: amerikan yönetici sınıfının uzun zamandır, 1980'de Ronald Reagan'nın başkan olmasından bu yana, - o zaman da büyük bir krizin ortasındaydık ama ekonomik değil de jeopolitik nitelik arz eden bir krizle-, yürürlükte olan bir ana kalıbın evrensel ve geri döndürülemez krizi sözkonusudur. Reagancı program, dışarıda Avrupa'yı, Çin'i ve Japonya'yı içeren tam anlamıyla siyasi nitelikli bir koalisyon oluşturmak ile aynı zamanda içeride de gerilemeye başlayan Demokrat Parti'nin temel yapılarını parçalamayı içermekteydi. Buna karşılık olarak sendikal korporatizmin sonu, vasat maaşlarla hizmet sektöründe istihdamı geliştirerek tam istihdamın sağlanmasıydı.

Bugün bu ana kalıptan kaynaklanan tüm unsurular artık çalışmaz halde: piyade birlikleri, istihbarat, bir toplumu yeniden oluşturabilme kapasitesinin yerini ileri teknoloji, nükleer ve uçak gemilerinin aldığı bir sahada bir devrim savaşını yürütmeyi pek de iyi bilmeyen devasa bir teknolojik ordu sözkonusudur. Hizmet sektöründeki ilerleme gelir dağılımdaki eşitsizlik ve yeni büyüyen ülkelerin artan rekabeti nedeniyle tümüyle bloke olmuş durumda. Mülk sahibi olma konusunda gelince o uygulama da ödenmeyen kredilerden kaynaklanan krize neden oldu.

Clintoncuların kazanacaklarmış gibi göründükleri bu kampanya sırasındaki yenilgileri zincirin iki ucundaki iki stratejik hataya dayanmaktadır: bir yandan Hillary Clinton, bugün Fransa'da Martine Aubry'nin oynadığıyla aynı kartı oynadı, tüm birlikleri ve sendikaları aynı talep katalogu içinde birleştirmeyi hedefleyen bir sol nitelikle çağrı ile aynı zamanda Clinton'un sekiz yıllık başkanlık döneminden gelen Demokratların varolan modelde büyük bir değişim yapmayacağını ama bir nevi "insani yüzlü reagancılık"a ulaşan bir mesaj verilmişti.

Barack Obama'nın dehası adaylığını ikili bir ret, sendikaların ve korporasyonlar ile reagancı modelin reddi üzerine kurmuş olmasıdır. Bu muğlâk olabilecek çaba 15 Eylül 2008'de gitgide daha güçlü hissedilen bir gerçeklik ile, ileri teknolojiler dünyasının orta sınıflarının, taleplerden çok etik üzerinde, hemen ve özensiz bir yeniden dağıtımdan çok değerlerin dönüşümü üzerine kurulu bir programa can verme iradesi ile karşılaştı.

Bu orijinal program, aynı zamanda hem Harvardlı olmanın hem de Chicago South Side'ın sosyal hizmet çalışmalarında bulunmanın deneyimini yaşayan Obama'nın şahsında, Siyahların cemaatçi bir birlik olarak değil de herkese seslenen yeni bir siyasetin güçlü bir vektörü olarak kendilerini takdim ettikleri yeni bir paradigmanın doğuşudur. Böylece Obama'nın art arda kendisiyle rekabet eden Demokrat ve Cumhuriyetçi Partiden en güçlü iki adayı yenebilecek kapasiteyi göstermesi, son derece yerinde bir şekilde oluşturduğu hükümet ile daha da güçlü bir ifade bulan siyasi dehasını kesin olarak kanıtlamaktadır.

Şimdi geriye kalan sadece eyleme geçmek değil, Obama'nın programının en zayıf noktalarının idaresidir: tırmanan korumacılık ve mevcut tehlikelerin önemsenmemesine dayanan silahlı güçler karşısındaki güvensizlik.

Alexander Adler, Le Figaro, 17 Ocak 2009
 
Kaynak: Zaman