Stéphane Marchand, kısa süre önce yayınlanmış olan Quand la Chine veut vaincre [Çin Yenmek İstediğinde] adlı önemli eserinde Çin'in jeopolitik büyüyüşünün, hem komşuları hem de tüm uluslararası kamuoyu için neden olduğu farklı risklerin anatomisini anlatıyordu.
Anatomi böylelikle ortaya konulduğuna göre biz fizyolojik probleme bakalım: Hangi koşullarda bu gücün kullanımı bir kriz hatta bir felaketle sonuçlanabilir? Geçmişin bize sağladığı, az çok yakın döneme ait örnekler koleksiyonu arasında iki model akla gelmektedir: "1931 Japon modeli" ile "1910 Alman modeli". Bu örneklerden ilki en dramatik örnektir. Geçen asrın yirmili yıllarında emperyal güç olan Japonya, kaynaklarını tüketmeksizin, 1914 savaşının kazanan ülkelerinin arasında yerini aldı. Ertesinde, daha çok basit ve ucuz ihraç mallarıyla, Avrupa ve Amerika pazarında sürekli genişleyen payıyla beslenen etkileyici bir endüstriyel büyüme yaşadı. 1929 krizi Japonya'yı belli başlı dış pazarlarından mahrum ederek, emperyal iktidar ve ordunun parlamentonun son derece çekingen partileri karşısında iktidarın asıl aktörleri olma rolünü korudukları bir uzlaşma rejiminden başka bir şey üretemeyen kırılgan liberalizmine ölümcül darbeyi indirdi. Eğer Çin'in Soğuk Savaş'tan ABD'nin müttefiki olarak çıktığı ve Asya'daki hegemonyasını sağlamlaştırmak için zamanı iyi değerlendirdiği hesaba katılırsa, bu ülkenin, Japon modelinde olduğu gibi keskin olsun ya da olmasın, dış pazarlardan kopuşun, -halen görevde olan Çin Başbakanı Wen Jiaobao'nun kıyaslanamayacağı- büyük parlamenter lider Saionji dönemi Japonya'sının çoğulcu sisteminden çok daha az gelişkin, henüz cenin halinde bulunan Çin siyasî liberalizminin ülke içinde çok radikal bir şekilde yargılanmasını tahrik edeceğini söyleyebiliriz.
Japon tarihinin devamını biliyoruz: Asya'da birlikte refah artırma bölgelerinin belirlenmesi, Mançurya'nın tümünün fethedilmesi, Çin'e saldırı ve ABD ile kesin bir çatışmaya girmesi söz konusu olacaktır. Şu anki durumda, bir Amerikan [iç piyasa] korumacılığının oluşumu Pekin'in büyük Asya pazarı stratejik korumacılığı ile emin hammadde ve hidrokarbür arayışıyla, özellikle Afrika ve Ortadoğu'da yeni sömürgeci anlayışla bir yayılımcılık siyaseti yürütmeye yönelmesine yol açacaktır. Buradaki savaş şemaları çok sayıdadır: Geniş bir Mekong topluluğu oluşumu etrafında üney komşularla çatışma; ama özellikle Afrika dışında özellikle patlamaya hazır bir durumda olan petrol zengini Ortadoğu'da gittikçe artan bir angajman söz konusu olacaktır. Çin için Suudi Arabistan'ın anahtarı, 1990'lı yılların başlarından beri sürpriz bir şekilde orta menzilli füze satmayı başardığı Pakistan'dır. Vahabi monarşisinin stratejik müttefiki olan Pakistanlı subaylar da İran'ın açık rakibi olarak Basra Körfezi'nin güvenliği sorununa angaje olmuş ve tek temel düşmanları olan Hindistan'la aralarındaki sınırda saldırgan bir pozisyon almış durumdadırlar.
Zaten, Pakistan'ın atom bombası, Çin teknolojik büyümesi ile sürekli akan Suudi finansmanının meyvesidir. Uluslararası bir gerilim ortamında ABD'nin Hindistan'a askerî güvence sağladığını ve daha entegrist olan Suudi hükümetiyle ilişkilerini bozduğunu düşünelim, ortaya çıkan yangın asıl yerine, Japonya'dan Singapur'a kadar uzanan Okyanus çizgisinde Pekin-Washington sürtüşmesine yönelecektir. "1910 Almanya'sı" hipotezi ise daha az korku verici; ama aynı zamanda olasılığı da daha düşüktür. II. Wilhelm'in önderlik ettiği müreffeh Alman toplumu büyük bir Avrupa savaşı istemediği, sadece çok yeni ekonomik gücünden kaynaklanan aşırı özgüven ile komşularının tehditkâr korumacılığının neden olduğu gergin belirsizlik durumu arasında sıkışmıştı. O dönemde, önceden öngörülmesi zor Saraybosna olayı patlak verince, taraflardan hiçbirinin başlangıçtaki amaçlarına hiçbir şekilde uymayan zincirleme bir reaksiyona yol açmıştı. Krizin nevraljik noktasının Kore ya da Tayvan olması ve Amerika'nın Pekin'e karşı yeni "Mihver devletlere" yardım sorumluluğundan kaçınamayacak olması ihtimali düşüktür. Ancak kâbuslar bizi kötü yazgıya karşı koymayı öğrettikleri ölçüde faydalı olmaktalar: Yeni Çin'i ihracat ve ikmal ihtiyaçlarının liberal bir görüşle anlaşılması ve sürekli bir askerî denge arayışı üzerine kurulu sağlam bir önleyici diplomasi, bu kez bizi, genç oldukları kadar gergin de olan bazı büyük güçlerin intihar tazyikine karşı önceden uyarmalıdır.
Kaynak: Zaman