Şüphe yok ki, devlet adamlarının her zaman almayı başaramadıkları ama kuşkuya yer bırakmayan sinyalleri olan, tarihin büyük dönemeçlerinden biriyle karşı karşıyayız. Belki gelecekteki tarihçilerden biri, 2004 yılında ABD sosyopolitik yayılmasının doruğuna ulaşmıştı ama yeniden başkan seçilen George Bush adlı biri, rakibi olan John Kerry'nin programını azar azar uygulamalıydı diye yazacaktır.  
 
Ama bu konuda daha kesin saptama yapacak bir gözlemci, iki adımda gerçekleşen, biçimsel olarak son derece Sovyet tipi darbeye benzeyen duruma dikkatimizi çekecektir: Washington hükümeti, zaten ilk olarak 2007'de Donald Rumsfeld'in Savunma Bakanlığı'ndan istifa ettirilmesi, ikinci olarak da Amerikan istihbarat servislerinin İran nükleer programını aklamasıyla, dünya ölçeğinde stratejik geri çekilme gerekliliğini çok açık bir biçimde kaydettirmiş oldu.

2008 seçim kampanyalarının büyük ölçüde ivme kazandırdığı Amerika'daki son gelişmeler, Pekin ve Moskova'da gerçekleşen birbirine karşıt iki gelişime tekabül etmektedir: Çin, nihayet son 5 yılın yüksek büyüme oranının sebep olduğu artan enflasyonla karşılaşınca, iç pazarının refahının temel etkeni olmayı sürdürürken ihracatının payının azalacağı bir ekonomik düzeltmeye hazırlanmaktadır. Hiç kimse, Çin'deki bu gelişime, dış politikasında daha ziyade milliyetçi bir çeşit "Asyalaştırma"nın eşlik edeceğinden şüphe duymamaktadır. Moskova'da ise Çin'in tersi bir gelişime eşlik etmekteyiz: Çin'deki büyüme azaldıkça Rusya'nınki ivme kazanmaktadır; yine Orta Dünya İmparatorluğu'nun [Çin] görece içine kapanma sürecine girmesini, Rusya'nın, Yeltsin dönemindekinden farklı olarak, bu kez Rus devletinin kendi koşullarını dayatmak için artık yeterince güçlü olmasından dolayı, sıkıntısız bir yeni yabancı sermaye ve teknolojiye açılma dalgası izleyecektir.

İçine kapanan bir Amerika, Pasifik havzasının güvenliğine ve Latin Amerika'nın kalkınmasına, giderek artan bir stratejik ilgi göstermeye başlayacaktır. Eğer kasım ayında Obama kazanırsa, Amerika'nın Avrupa'yı, Akdeniz'i ve Ortadoğu'nun büyük bir bölümünü tamamen kendi haline bırakacağı konusunda emin olabiliriz. Şüphesiz, Suudi Arabistan'ın güvenliği ve Basra Körfezi'nde seyrüsefer serbestliği, Amerikan gücünün vazgeçilmez hedefleri olmayı sürdürecektir. Ama geriye kalanlar, yerini, azar azar, Kraliçe Victoria ve onun Dışişleri Bakanı Lord Palmerston'a borçlu olduğumuz "hayırhah ihmal"in Britanya-sonrası yeni bir versiyonuna terk edecektir. John McCain'in seçilmesi bu eğilimi biraz engelleyecek olsa da, 1952'deki Eisenhower'dan beri gelmiş geçmiş Cumhuriyetçi Parti adaylarının en solcusu olan McCain, askerî sevkıyatı yeniden boyutlandıracaktır; çünkü silahlı kuvvetlerden gelmedir ve savaşın acılarını bilmektedir. Yine McCain, Vietnam'da hizmet etmiş olmasından ve Pasifik'te komutanlık yapmış bir babaya sahip olmasından dolayı, sonuçta Çin'e ve Japonya'ya hak ettiği önemi verecektir.

Kalbim, her zamankinden de fazla, McCain'e oy verme eğilimindeyse de, Amerikalı olmadığım için, aklım beni Obama'ya, Soğuk Savaş'ın bitmesinin üzerinden 25 yıl geçtikten sonra, 'Eski Dünya'nın yaşlı demokrasileri ve son derece genç komünizm-sonrası Rusya'yla ne aynı tehditlerle ne de aynı istikrarsızlıklarla karşı karşıya olmadığını saptayan ABD'nin, stratejik içe kapanışına ivme kazandıracak olan adaya yöneltmektedir. Sadece bu nedenden dolayı, güçsüz Avrupa'ya nihayet yeniden doğuşunun anahtarını verecek olan bir başkanlık seçimini kuvvetle ummalıyız. III. Cumhuriyet döneminde Alman tehdidi karşısındaki Fransa'sında olduğu gibi, bu yeniden doğuşun gerçekleşmesi, Türkiye'yle kalıcı bir işbirliğiyle tamamlanan, Sovyet sonrası Avrasya alanında stratejik bir ittifakla sonuçlandırmaktan geçmektedir.
 
Kaynak: Zaman