Hayat bir peygamberle başlar. Özdür, asıldır ilk olan. Tarihin akışı içinde sayısız sapmalar ortaya çıksa da ilk olan referans olma özelliğini muhafaza etmeyi sürdürür.

Hayatın kurucu öznesinin peygamber olması, oluşan bütün sapmaları reaksiyoner kılar.

Peygamberlik misyonu ihtiyaç duyulan her dönemde devreye girmiş insanlık tarihine “asıl” adına müdahil olmuştur.

Vahyin ışığında, toplumu düştüğü durumdan kurtarma görevini, çetin şartlara rağmen, yerine getiren peygamberlerin mücadelesi dünyevi hedeflerden açık farkla ayrılır.

İlk vahiyle birlikte, toplumun karşısına çıkıp süregelen düzeni temelden sarsan bir çağrının sahibi olmak, başlı başına bütün tehlikelere açık olmak anlamına gelir.

Her peygamber önceki peygamberleri selamlar ve tevhid yolunun tek sahih inanç olduğunu ortaya koyar.

Akleden, insanlar, her devirde "sözü" dinlemiş, tartmış ve öyle karar vermişlerdir. İlahi kelamı beşeri sözden ayıran mahiyet, hikmet arayıcıları tarafından hemen fark edilir. Hikmet arayıcıları ile, sistem kurmuş altın arayıcıları arasında belirgin farklar, tebliğe muhataplıkta ortaya çıkar. Tehditler, yalnızlaştırmalar, işkenceler peygamberleri yollarından döndüremedi, bu durum meselenin dünyevi sınırlarla kaim olmadığını göstermiş ve kalplerin yumuşaması, aklın insafla buluşması imkanlı hale gelmiştir.

Tek başına bir insanın, reddetmeye hazır bir toplum karşısına dikilmesi karşılığında Allah (c.c) elçilerini yerine göre, hiç beklenmedik zamanlarda mucizelerle desteklemiştir.

Zulmünde ileri gidenler hep dönemin zenginleri, hükümdarları olmuştur.

Bu durum, dünya nimetlerinin insan üzerindeki etkisini göstermesi açısından ilginçtir. Kana karışan dünyanın, insanı bir binek haline getirmesi, bütün devirlerde geçerli bir durumdur. Vahyin çağrısı her devirde, ezilenleri zulümden kurtarmak, tüm insanları muştulamak olmuştur.

Muştu ebedi bir kurtuluşla anlamlıdır. İlahi çağrı önce baskı ortamının ortadan kalkmasını, sonra sözün ortaya konmasını önceler. Sözlerin dinlenip "en güzeli”nin seçilmesinin istendiği vasat, insanı ne kadar önemli kılmaktadır. İmanı gönülle, aklederek bütün söylemler içerisinden seçip çıkarmak insana bırakılıyor. Peygamberler kavgadan kaçmamıştır ancak, önceliği hep düşünmeye, anlamaya vermişlerdir. Oluşturulan serbestlik ortamıyla, insanın iradesi ışıldamış, tercihle karşı karşıya getirilmiş, sorumluluğu kendisine hatırlatılmıştır.

Peygamberler insanlığa taşıdıkları çağrı  ile bütünleşmiş ve söylemi eyleme dökerek yeni bir dil imkanı sunmuşlardır.

Çağrı bir müjdedir. Ona tabii olana, ebedi kurtuluş haberidir. Çağrı ona sırt çevirene bir uyarıdır. Sayısız örnek ve yöntemle akla, kalbe, insafa göndermelerde bulunur çağrı, soru sorar, tespit yapar.

“Dileyen iman etsin, dileyen inkar...”

Bütün çalışma ve çaba sonunda, Hakikat gökte güneş gibi parlarken, inkarda kalanlar için Mevla "üzülme" der elçisine. Üçüncü süreç şahid olma durumudur. Peygamberliğin misyonu, müjdeci, uyarıcı, şahit olarak tebarüz etmiş olur.

Veda Haccında Hz. Peygamber "Tebliğ ettim mi?" diye ümmetine üç defa sorarken, "Şahid  ol ya yarab” diyerek görevini ifa ettiğini ortaya koyuyordu. Zaman şahiddir, mekan şahid. Dağlar, nehirler, kuşlar ve hasılı bütün kainat olup biten her şeye şahiddir. "Gün” geldiğinde, hesaplar bir bir açılmaya durduğunda, insana pişmanlığı fayda vermeyecek.

Peygamberlik misyonu, akla dayalı gerçekliklerle eleştiri konusu edilir. İlah, Melek, Peygamber iletişiminin bilim bahsinde izah edilemez oluşu ortaya konur. Oysa her bahsin kendine has gerçekliği söz konusudur. Mesele gerçekliğin oluşturulma niyetinde ve tanımında yatmaktadır. Müslümanın temel özelliklerinden biri de gayba inanmaktır.

Peygamberin getirdiği mesaja bakıldığında, nice akla gelen ve gelmeyen soruya cevap vardır. Kalbi, aklı mutmain eden sayısız izahtan sonra Mevla, gaybe iman etmeye çağırıyor.

Peygamberi yalanlamanın pek çok yöntemi, tarih içinde ortaya çıkmıştır. Bunlardan kimilerini Kur’an bildiriyor.

İnkarı merkeze koyup, bahane arayanların ilginç serzenişlerine de rastlıyoruz. Kimileri neden Allah (c.c) bizimle direk konuşmuyor? diyecek kadar ileri giderken, kimileri “Allah'ın elçileri melek olmalı değil miydi" diyecek kadar pervasız davranabiliyordu.

İnsan için en iyi örnekliğin, onun gibi sevinen, üzülen, acı duyan, acıkan, üşüyen v. b. özelliklere haiz birinin olması değil midir? Peygamberlerin önce kul, sonra elçi olmalarındaki vurgu bu örnekliğe işaret olsa gerek. Peygamberleri ortaya çıkaran en büyük özellik, her şeye rağmen mesajlarını ortaya koymaları, ona bağlı yaşamaları ve kınayanın kınamasına aldırmamalarıdır.

İlahi amaçtan yoksun mücadelelerde durum farklıdır. Dünyevi çıkar, hesaplar, tedbirler devrededir. Açık, adil, söylem ortaya koyma imkanı yoktur. Peygamberler tek bir insanı dışarda bırakmayan bir çağrı ile gelirler, bu bile onların fark edilmesi için yeterlidir.

Ve peygamberler 'birbirlerini onaylayarak Hakikat'in tek olduğunu, kurtuluşun, dünya ve ahirette iyiliğe ermenin tevhid üzere salih eylemle yaşamaktan geçtiğini ortaya koymuşlardır.

Peygamberler, söylemi meydana atıp geri çekilmezler, onun mücadelesini ve örnek uygulamasını da ortaya koyarlar.

Her birinin kendine has toplumsal şartları, farklaşan şeriatları oldu ancak, tevhid onların ortak özelliği, İslam temsil ettikleri dinin adı olmuştur.

Modern cahiliye, küresel dönem içerisinde peygambersiz bir din ikame etmeye çalışırken, aslolanın metin olduğunu ortaya koymaya çalışması manidardır.