Avrupa’nın muhtelif dönemlerinde o döneme uygun sanat ve edebiyat akımları kendini göstermiştir. Barok, Rokoko dönem, Aydınlanma Çağı, Varoluşçuluk, İzlenimcilik vesaire. Dünya savaşları arifesi olan 19. Yüzyıl büyük bir enerji birikmesine şahit oldu. Bilim ve teknolojide olduğu kadar, sanat ve edebiyatta. En büyük besteciler, edebiyat adamları bu dönemde yetişti. Tarihin klasik çağı çok eskilerde iken 19. Yüzyıl, sanat ve edebiyatın klasik çağı oldu.
Sonra bu büyük enerji birikmesi Avrupa’nın ve Dünya’nın fay hatlarında büyük kırılmalara yol açtı. İmparatorluklar devrildi. Milyonlarca insan öldü. İki dünya savaşı arasında Avrupa nasıldı sanıyorsunuz? Bir yanda “pozitif” bilim ve teknoloji hızla tırmanıyor. Yepyeni buluşların ardı arkası kesilmiyor. Öte yanda Birinci Dünya Savaşında kapanmamış olan hesaplar birikiyor, kara bulutlar toplanıyor, ekonomik bunalım büyüyor, dünya çapında daha yıkıcı bir karşılaşma için gün sayılıyor.
Böyle bir dünyanın elbette kendine özgü sanatı ve edebiyatı da oluşuyor. En çok “bunalım” kelimesinde ifadesini bulan bu sanat ve edebiyat akımı, belki de dönemin en olumlu yönünü oluşturuyor. Sartre, Camus, Kafka, T. Mann, Gide… Bu gibi yazarlar Dünya’yı kuşatan krizin insanlar üzerindeki trajik etkilerini büyük bir ustalıkla ortaya koydular. Kafka’yı anlamadan o dönemi hakkıyla değerlendiremezsiniz.
Bizde de Cumhuriyet devrinin çeşitli bunalım dönemleri ve onlara paralel ortaya çıkan edebiyat akımları olmuştur. Yaşanan krize çözüm önerileri sunmaya çalışan nice yazar, şair, edebiyatçı, yazdıkları resmi çerçeveye uymuyor diye ömrünün önemli bir kısmını hapislerde geçirmiştir. Üniversitelerin, caddelerin savaş alanına döndüğü 70’li yıllarda bu ülkede çok güçlü, özgün edebiyat eserleri verildi. Her birisi okul niteliğinde olan dergiler çıkarıldı ki bunların etkisi halen devam etmektedir.
Bugünlerde ülkemizde yaşanan trajik olaylarla ilgili basında, sosyal medyada yer alan yazılara, yorumlara bakarak bir isim bulmaya çalıştım. Aklıma nedense “panik edebiyatı” geldi. Buradaki “edebiyat” kelimesini artık önceki dönemlerde görülen, nitelikli eserlerin verildiği akımlar anlamında değil de günümüzdeki anlamıyla kullanıyorum. Medyatik edebiyat bu kadar oluyor. Yazılıp çizilenler, özünde en çok panik havasını yansıtıyor sanki.
Bu değerlendirmelerin bir kısmı İslam tarihine atıflarda bulunarak, karşılaştırma yaparak bir anlam vermeye çalışırken, bir kısmı işi “son asırlarda böyle bir durumla karşılaşmadığımızı” iddia etmeye kadar götürüyor. Ülkesi için kaygılanan ve bir şeyler yapmak isteyen insanların karmaşık duygularını ifade eden bu heyecan dolu yaklaşımlar, abartı ihtimalini dikkate alıyor mu acaba? Ne de olsa içinden geçtiğimiz bu hassas süreci körükleyen odakların en çok ihtiyaç duyduğu şey işte bu kontrolsüz duygusal ortamdır.
Şüphesiz ne İslam tarihinin, ne de son iki yüzyılın en kötü döneminden geçmiyoruz. Bu millet, bu ülke günümüz şartlarında tahayyül etmemiz bile pek mümkün olmayan ne trajediler, felaketler, acılar yaşamıştır. Bizler o günleri kısmen yaşamış olan büyüklerimize yetiştik. Belli bir ölçüde literatürden, özellikle de hatıralardan izlemek mümkündür. Sıcak çatışmaları, işgalleri bir kenara bırakalım. Büyük sosyal gerilimlere yol açan ve devlet eliyle yürütülen yenileşme hareketleri var. Bu topraklarda modernleşme adına öyle olaylar yaşandı ki bütün acılarıyla tarihe mal olmuştur. Günümüze kadar geçerliğini koruyan toplumsal travmalar halen ülkemizin yapı taşları arasında yer almaktadır.
İki yüzyıl zarfında alışık olmadığımız bir şey arıyorsak o da son on yılda bu ülkede yaşananlardır. Demokratikleşme, ekonomik göstergeler, yatırımlar gibi konularda yakın tarihimizde yaşanmamış bir süreçtir bu. “Türkiye asla eskisi gibi olmayacak” diye vurgulanmaktadır. Gerçekten eskisi gibi olmasını bekleyemeyiz. Fakat bundan sonra işlerin nasıl devam edeceğini belirlemek üzere siyasetin iç ve dış aktörleri çalışma halindedir. Demokrasinin enstrümanlarına dayanan bir sistemde çalışmaların, çatışmaların, kapışmaların, seçimleri hedeflemesi beklenen bir şeydir.
Bu ülkede muhafazakar adı verilen ve her zaman çoğunluğu oluşturan sosyal varlığın çeşitli siyasi parti ve grupları desteklemesi önceki dönemlerde yaşanmamış bir olay değildir. Burada kabul etmeyi zorlaştıran şey, her halde belli bir süreçte tecrübe edilen birlik görüntüsü oluyor. Bir çeşit ittifak yaşanmıştır. Ve şimdi önceki dönemlerde örneği pek görülmemiş bir şekilde kırılma yaşanmaktadır. Bu kırılmanın bütün bir tabanı temsil ettiğini söylemek yanlış olur. Aksine sıradan insanlarla konuşursanız tepedeki bu gerilmenin bir an önce bitmesini hasret ve duayla beklediklerini göreceksiniz.
Ama siyasi kültürümüzde alışkın olduğumuz bir tarzda, halkın oyuyla başa geçmiş bir iktidara karşı bir çeşit kampanya yürütüldüğünü görüyoruz. Burada olağandışı olan şey, kampanyayı sahiplenen tarafın siyasi partiler, muhalif medya grupları, sendikalar vb. olmamasıdır. Dini referanslara sahip sivil bir toplum örgütü iktidara karşı siyasetin ortasında yer almaktadır ki bu daha önce rastlanmayan bir durumdur. Özellikle de dini terminolojinin siyasi ortamda bu kadar hoyratça kullanılması. Bu sivil kuruluştan daha yüksek bir performans bekleyenler büyük bir sükut-u hayale uğramış görünüyor.
İşte, medyada, sosyal medyada son günlerde oluşan “panik edebiyatı” daha çok son yıllardaki alışkanlıklarımıza ve beklentilerimize dayanıyor. Bir çeşit bunalım sürecinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Buradan da yakın tarihteki edebiyat akımlarında olduğu gibi büyük yazılar, eserler bekleyebilseydik keşke. Ne yazık ki elimizde o kadar nitelikli bir malzeme yok. Üstün nitelikleriyle herkesin saygısını kazanabilen örnek aydınlar, yazarlar, toplum liderleri iyice azaldı. Kabul edelim ki önceki elli yılda ortaya konan entelektüel birikimin meyveleriyle idare ediyoruz.
Herkes seviyesine göre davranış göstermektedir. Bu ortamdan kaliteli, nitelikli rekabet beklerseniz göremeyince paniğe kapılırsınız. Gerçekten ele güne karşı bizi utandıran olaylara şahit oluyoruz. Fakat bu millet hem son iki asırda hem de son on yıl içinde çok daha kötü günler görmüştür. Bu günleri atlatmasını da bilecektir. Allah’ın izniyle.