Bütün canlıların varlıkla uyumlu bir ilişkisi mevcuttur ve günlük akışta bunun ayrımında olmaz, derinden tefekküre dalmayız. Dahası bunu piyasanın akışına karşı yavaşlatıcı bir unsur olarak görebiliriz. Modern insanın temel özelliği, başarıya yansımayan zaman ve çabayı beyhude görmesinde yatar.
Büyük bilincin farkına varmak için oysa aklın önyargı duvarını yıkmakla katılabiliriz büyük akışa. Canlılarla tabiat arasındaki bağ, insanla canlılar ve varlık arasındaki ilgi üzerinden bakıldığında bir doku birlikteliği elde etmek mümkün. Geleneğin irfanıyla algılanmayı bekleyen engin tasavvuru, pazarın telaşlı ritmine kurban ettiğimizde, rakamların dünyası ile sorunumuz kalmaz.
Asıl sorun da o zaman başlar.
İnsanın kozmik alemle bağlantısı, tabiatla kurduğu ilişkinin mahiyeti aynı zamanda onun kimliğiyle ve dolayısıyla medeniyet tasavvuruyla alakalı olarak tebarüz eder. Tabiat canlıların ihtiyacına karşılık verecek zenginlikte donatılmış, kendi dengesini ihtişamlı bir akışla sürdürürken, insan için, üzerinde beslediği canlılarla da aktif olarak bir çaba ile üretime durur. İnsan bu cömert ve velut ikrama karşı saygılı ve tutumlu yaklaşım içinde olması için öncelikle amacın künhüne varması icab eder.
İnsana ulaştırmak için deverana duran varlık karşısında, ikramın karşılığının düşünülmesi ve nasıl bir teşekkürle karşılık verilmesi gerektiği adalet ve vefa duygusu ile ilgili bir durumdur. Bahşedilmiş nimete karşı nasıl bir tutum insana yaraşır?
Çevre derken kast edilen maddi kirlenmeden önce, aranması gereken hassasiyet, varlık algısının mahiyetiyle alakalıdır.
Aynı vardan var olmanın taşıdığı bağla başlayan ilişki biçimi, sorumlu bir bilinci gerekli kılar. Büyük bir ekmeğe benzer tabiat ve bundan ihtiyacından fazla koparan çevreyi ve kendini kirletmekle kalmaz, aynı zamanda, geleceği de karartır.
İnsan kas gücünden kurtulduğu günden buyana müşterisiz mal üretiyor. Makine boş kalmasın için yapılan üretime karşı geliştirilen suni ihtiyaç açlığı, devreye giren reklam sektörü ile mümkün hale geliyor.
Reklamla yürüyen bir dünya suni, sanal bir olmanın ötesinde, insanın kendine ve varlığa yabancılaştığı hayatın karşılığıdır. O dünyada tesettür reklamının spotu, “ Bir giydiğini bir daha giyme” diye haykırırken bundan hiçbir mümin rahatsız olmaz. Veya alış veriş için mağazaya birbirini, koyun misali, ezerek içeri girenleri gösteren reklamdan hiçbir bayan şikayetçi olmaz. Ancak birisi kendisine şahsiyetle ilgili olumsuz bir niteleme yönlendirdiğinde büyük tepki gösterir. Aynı firmanın sahibi akşam yaptığı sohbette, israfın haram olduğunu anlatırken ürettiği reklamla ilgi kurmaz.
Söylemin eylemden çözüldüğü modern dönem algısına ait bu örnekleri çoğaltmak mümkün. İki alan fikrinin bir zihin kalıbı olarak müminleri de kuşattığını ve daha dramatik olanın, bundan rahatsızlık duyulmaması ve normalleşme olarak algılanması.
“Önce insan olmak lazım”, veya “insani ve İslami” ayrımlarına dair sıkça duymaya başladığımız çarpıklıklar, tehlikenin boyutlarını gösterme açısından önemli işaretlerdir. Yarılma zihnimizde başladığında uygulamaların çarpıklığını anlama imkanını kaybetmiş oluruz.
Varlıkla insan arasında, üretimle tüketim ilişkisinde, ölümle hayat bağlamında nihayet külli ve cüzi düşünüş ve hissedişte tek/tevhid merkezli, bütüncül bir perspektif gereklidir.
Hakikati parçalamak değil, bütün cüzleriyle varlığı onun onayından geçiren bir zihni bütünlük algısıyla bakıldığında, müminle dünya görüşü arasında, pratikle teori bağlamında tutarlılık elde etmek imkan dahilinde olabilir.
Küresel dünyanın insan algısı, değerden kopuk ve dolayısıyla fayda prensibine kurban gitmiş. Çevre yaklaşımı tabiatı makineye indirgeyen dışlayıcı mahiyet arz ediyor ve bu nedenle sorumsuz, ölçüsüz üretimle dengeyi bozuyor. Tabiat bir düşman misali işkenceye müstehak görülüyor.
Öte yandan büyük bir dengesizlik açığa çıkmış durumda. Güçlüler lehine akışı sürdürme görevi nükleer silahların insafına amade kılınmış. Dünyanın ateşe verilen coğrafyalarında üretilen karşı şiddet unsuru da yine Müslümanları uzaklaştırma, hor ve hakir, gösterme ameliyesine matuf.
Böyle bir dünyanın ömrü uzun olmasa gerek.
Müminler alameti farikalarını kaybettiklerinde, piyasaya uyumlu hale geldiklerinde, paylaşımda da aynı ölçüte tabi olacaklar.
Söylemle eylem arasındaki tutarlılığı yüklenen bağ koptuğunda zihinsel “laik”liğin tuzağına düşmekten kurtulamayacaklar.
İnsan ve varlık arasındaki bağ parçalandığında, insanla Müslüman iki ayrı kategori olarak ele alınacak.
Aynı zihin ve hissedişle umut olmak gayri kabil.
Ve ölüm, umut olmaktan çıkmaktır.