Merhaba,

 

Sizleri şu günlerde hiç de gündemde olmayan, ancak Avrupa'daki, özellikle de Batı Avrupa'daki iktidardaki her politikacıyı kapalı kapılar ardında meşgul eden bir konu ile selamlamak istiyorum.

…

 

Türkiye'de yaşayanlar çok seyrekte olsa, hani on yılda, yirmi yılda birde olsa belki duyarlar. Gazetelerde haberlere konu olur. Falan şehirde, falan adam öldü. Arkasında hiç mirasçısı yok ve bütün mal eğer, filan tarihe kadar kanuni mirasçısı çıkmaz ise devlete kalacak diye... Bazılarımızda hatta hayıflanır, şööyle içimizden rahmetli ile akrabalık bağları kurmaya çalışırız. Ancak bu olay günümüz Avrupa"sında oldukça olağan, sıradan, hatta normal bir durum halini aldı artık. Geçenlerde, Alman VOX kanalındaki bir magazin-haber programında, Almanya'nın Münih şehrindeki öldükten sonra belediye tarafından defnedilen ve mirasçısı tespit edilemeyen kişilere ait dosya sayısının 12.000 (yazı ile: on ikibin)"e ulaştığı belirtildi. Düşünün bu rakam sadece ve sadece Münih"te. Tüm Almanya'yı düşünecek olursanız bu rakamı 10 kat belki de 20 katına çıkarmak zorundasınız. Kanunen bu kişilere ait dosyalar ve mal varlığına ilişkin parasal değerler, en az 15 yıl bekledikten sonra zaman aşımından dolayı devlet hazinesine aktarılmakta.

 

Evet, Nüfus problemi, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa'nın ortak problemi. Eurostat (AB"nin istatistik kurumu)'ın istatistiklerine göre, Almanya'da kadın başına doğum oranı, 1,37 ye kadar düşmüş. Yine aynı istatistikî değerlere göre Türkiye'de bu oran 2,20. Yani AB ülkeleri ve aday ülkeler içerisinde en yüksek oran. Almanya'da nüfusun ortalama yaşı 2020'de 40'ın üzerinde olacak. 2050'de nüfusun ortalama yaşı 56 civarında olacak. Yani nerdeyse bir ayağı çukura gitmiş bir millet. Bu rakamları, üç aşağı beş yukarı bütün AB ülkeleri için alabilirsiniz. (Kaynak EUROSTAT)

 

Geçtiğimiz yıl, Almanya'da emeklilik yaşı 67'ye çıkarıldı. Bunun gerekçesi olarak da, politikacılar, bağıra bağıra Almanya'daki doğum oranının azlığını ve yaşlıların hayat beklentilerinin, gelişen tıp ve ilaçlar sayesinde yükselmesini (başka bir deyişle uzun yaşamalarını) gerekçe gösterdiler. İktidarlar, bir yandan bundan şikâyet ederken diğer yandan da nüfus artışı için, faydalı hiç bir şey yapmamaktadırlar. Şu anki başbakan bayan Merkel'in ve önceki başbakan Schröder'in çocuksuz olmaları da, bunun en bariz göstergesi.

 

Almanya'da yapılan demografik araştırmalarda, nüfusu gittikçe azalan ve yakın gelecekte hiç sakini kalmayacak köy ve kasabaların sayısı, hatırı sayılır derecede artmaktadır. Özellikle, sınır bölgelerindeki ve taşradaki köy ve kasabalar ve hatta küçük şehirlerde, nüfus, düşük doğum oranı ve göç nedeniyle sürekli azalmaktadır. 2020 yılında, Almanya'daki tüm belediye olan belde, kasaba ve şehirlerde, nüfusu yarı yarıya azalacak olan şehirlerin toplama oranı % 56,2 gibi bir rakama ulaşmaktadır. Sadece Almanya için konuşulacak olunursa, mevcut nüfusun korunabilmesi için, doğum oranının kadın başına en az 2,1 olması gerekmekte, ancak bütün tahminlere göre de bu rakama yaklaşmak gittikçe hayal olmaktadır. Alman istatistikçiler, gerileyen bu durumu ironik bir şekilde, Vatikan"dan sonraki, en az doğum oranının olduğu ülke şeklinde ifade etmektedirler....

 

Devlet ise, türlü imkânlarla, çocukluyu teşvik etmeye çalışmakla beraber, doğum oranlarını bir türlü istenilen seviyeye getirememektedir. Yaşanan kısa süreli ekonomik buhranlar nedeniyle, devlet, ailelere verdiği ekonomik desteği, dolaylı yollardan geri çekmektedir.

 

Devlet, nüfus artışını her türlü yoldan sağlamak amacıyla, evlilik dışı ilişkiden doğmuş olan çocukları dahi, yasal yoldan tanımakta, çiftleri, resmi olarak karı-koca hayatı yaşamasalar bile, devlet nezdinde, özellikle vergi açısından eş, yani evliymiş  gibi kabul etmektedir. Yukarıda verilen doğum oranlarına, yıllık 20'bine yakın çocuk doğumları yani, reşit olmayan kız çocuklarının evlilik dışı dünyaya getirmiş oldukları çocukları da dâhil edilmektedir. Buradan hareketle, evlilik içi, yani bizim anladığımız manada, nesli düzgün doğum oranını varın siz tahmin edin.

 

Rakamlarla anlatmaya devam edelim isterseniz. Aslında, her zaman olmasa da, zaman zaman gündeme gelen bir konuda, Avrupa ülkelerinde yaşayan yabancıların genel nüfusa oranının belirsizliği. Olur mu öyle şey? diyeceksiniz. Olur hemde nasıl? Bal gibi!! Örneğin; Almanya'da yaşayan Türk sayısı genelde 2,5 milyon gibi bir rakam ile verilmekte ve Alman vatandaşlığına geçenlerle birlikte bunun 3,5 milyon gibi bir rakama ulaşacağı belirtilmektedir. Ancak, 2004"deki EUROSTAT'ın istatistikî rakamlarına göre, bu rakam, 1 867 600. Almanya'da yaşayan yabancılar arasında, Türkler en kalabalık grubu oluşturmakta ve toplam yabancılara oranı % 25,6 oranına ulaşmaktadır. Buradan hareketle, Almanya"da yaşayan toplam yabancı nüfusu 7,5 milyon gibi bir rakama yuvarlayabiliriz. Bu rakamda yaklaşık toplam nüfusa oranı, %9 civarında. Simdi can alıcı nokta... İstatistik kurumları hayır deseler de, o ülkelerde yaşayan yabancılardan doğan çocuklarda, genel nüfusa dâhil edilmekte ve ülkelerin doğum oranını ona göre pozitif olarak etkilemektedir. Resmi olmayan, ancak araştırmalara dayalı istatistiklerde, 2050 yılında, şu anda yaklaşık %9 olan yabancı nüfusun toplam nüfusa oranı, Almanya'da %50'ye çıkacak ve bu yabancıların arasında yine %75'ini Türklerin oluşturacağı söylenmektedir. Yani sözün özü, yukarıda verilen doğum oranı ile ilgili değerlerde, o ülkede yaşayan yabancılarında katkısının bulunduğu göz önüne alınırsa, Avrupanın gerçekten nesli tükenen topluluklar birliği haline gelmesi sözkonusu olacaktır.

 

Bir diğer ilginç tespit, sadece Almanya'nın Düsseldorf ve Wuppertal şehirlerinde 5 yaş altındaki çocukların yaklaşık % 65'inin yabancı ve göçmen kökenli olduğudur (Alman vatandaşı olsalar bile, bu çocuklar halen yabancı veya Alman kökenli olarak ayrılmaktalar). Bu iki şehirdeki 2030 yılı nüfus yapısını, hiç bir Alman politikacının düşünmek bile istemediğini sanırım sizlerde tahmin edebilirsiniz.

 

Nüfus artış hızı ile ilgili ilginç ve basit bir hesaplamada Hollanda'da yapılmış. Eğer Hollanda nüfusu bu hızla eksilirse, 2020 yılında Hollanda'da işsiz kalmayacak. Yani, 2020 yılından sonra, artık çalıştıracak adamda bulamayacaklar.

 

Sebeplerine, gelince... Almanya için konuşacak olursak, genelde, çocuk ve  iş hayatının bir arada olmayacağı şeklindeki bir varsayımdan hareketle, yeni yetişen nesil çocuksuz olmayı tercih etmektedir. Ancak, objektif olarak bakıldığında ise, tüketim toplumunun vermiş olduğu, aşırı rahatlık, kapitalist düşüncenin vermiş olduğu, aşırı bencillik ve inançsızlığın vermiş olduğu, gününü gün etme düşüncesi ve kimseye hesap vermeme, aşırı sorumsuzluk gibi, sosyal yaralar, düşük doğum oranlarının gerisinde yatmaktadır. Bireyler, sorumluluk almaktansa, sorumsuzca ve fütursuzca bir hayatın tadını çıkarmayı yeğlemektedir.

 

Batı toplumu açısından oldukça acı ve utanç verici bir durum olmakla beraber, genel toplum yapısı itibariyle herkes halinden memnun gibi görünmektedir. En acı olanı da, kimsesiz yaşlıların ölümlerinden sonra, bazen günlerce, hatta aylarca evlerinde cesetlerinin kalması ve sadece tesadüflere bağlı olarak öldüklerinin farkına varılması.......

 

Selam ile....