Hayırlı olsun!
Memleketimiz bir seçimi daha alnının akıyla geride bıraktı. Gerçi, seçim öncesine bakarsak, yaşanan olaylardan dolayı, huzurlu bir ortamın sağlanmasından bile korkuluyordu ama, nihayetinde AK Parti bekleninde ötesinde bir oy olarak tabiri caiz ise tarihe geçti. Hayırlı olsun herkese...
Türkiye tabiki seçim ortamında kendi içinde boğuşurken dünya dönmeye devam ediyor. Yaşanan olaylar, göz ardı edilmeyecek kadar önemli ve Dünya politikası her gün yeniden şekilleniyor.
Hatırlayalım: Haziran ayı sonunda AB dönem başkanı olan Almanya’nın uğraşları ile uzun tartışmalardan sonra, nihayet AB Anayasası yerine geçecek ortak bir metinde karar kılınmıştı. Hükümetlerarası konferanslarda ise, bu metnin en kısa zamanda hazırlanıp bu senenin Ekim ayı sonunda üye ülkelerin başkan veya başbakanları tarafından imzalanması planlanıyor. Ancak daha Haziran ayında yapılan toplantının hemen ardından, Polonya itirazlarını bu seferde, yeni dönem başkanı Portekiz nezdinde yapmaya başladı. Ancak tabiki bu itirazlar, dönem başkanı Portekiz başbakanı tarafından hemen rededildi. Fakat, tehlike tamamen bertaraf edilemedi. Polonya halen, özellikle karar alma mekanizmasındaki oy oranları ile ilgili itirazlarını sürdürüyor ve son ana kadarda sürdürüp, ya tamamen diger üye ülkeler tarafından izole edilecek, ya da dayatmalarından vazgeçip, yeni sözleşmeyi onaylayacak.
Haziran ayındaki zirve sonrası, önceki dönem başkanı Almanya Başbakanı Merkel, bir bakıma elindeki bombayı yavaşça Portekiz’in kucagına bırakıverdi. Portekiz ise, henüz problemin boyutlarını tam olarak kavrayabilmiş değil ve tüm iyi niyeti ile çalışmaları sürdürüyor. İmza zamanı yaklaştıkça, AB içerisinde başka çatlak seslerde çıkabilir.
Haziran ayındaki zirve sonrası, ortaya çıkan en istenmeyen durum, tarihteki var olan Almanya-Polonya düşmanlığının politik düzeyde gün yüzüne çıkması idi. Siyasiler, özellikle Almanlar, bu konunun üstünü kapatmaya çalışsalarda, başta Polonya olmak üzere, 2. Dünya Savaşında, Hitler-Almanya’sı tarafından işgal edilen ve zarar gören diğer eski doğu bloku ülkeleride eski yaraları tekrar kaşımaya başlayacaklardır. Kısacası, AB içerisinde, Polonya’nın başını çektiği bir itirazcılar grubu yavaş yavaş oluşmakta.
AB’nin lokomotif ülkeleri konumunda olan, gerek Almanya ve gerekse Fransa açısından, eski yaraların kaşınması, eski problemlerin tekrar gün yüzüne çıkarılması hiç de hoş olmayan bir durum yaratmaktadır. Kohl-Mitterand ikilisi ile başlayıp, Schröder-Chirac ikilisi ile devam eden, Almanya ve Fransa’ın tarihten gelen bütün problemleri gözardı edip, unutup, başta iki ülke arasında olmak üzere,AB içerisinde kalıcı ve daimi bir barışı sağlama çabaları, Merkel ve Sarkozy ikilisi ile nereye kadar devam edecek kesin tahmin yürütmek zor. Ancak onlarında, başta Fransa-Almanya arasında olmak üzere, AB üyesi ülkeler arasında bütünüyle, sürekli bir barışı hedeflemeleri, daha doğrusu çatışmasız bir toplum hedeflemeleri dikkate değer.
Bu ayın ortasında gerçekleşen, Frans-Almanya arasındaki zirvede, Sarkozy, Avrupa Ortak Savunmasından, AB’nin Kosova sorunundaki meselesine kadar, AB Merkez Bankasının bağımsızlığından, Türkiye’nin tam üyeliğine kadar her konuda farklı düşünmesine rağmen, Almanya başbakanı Merkel ile Fransa-Almanya ilişkileri konusunda uzlaşmıştır. Bu güne kadar, iki ülkenin ortak kontrolünde olan, Avrupa havacılığında iki önemli kurum olan ve iki ülke arsındaki kısır döngü nedeniyle neredeyse işleyemez hale gelen, EADS ve Airbus şirketlerinde, EADS’nin yönetiminin başı Fransızlara verilirken, Almanya, Airbus şirketinin yönetimini alarak bir çözüme gitmişlerdir. Bunun yanında, iki ülke arasındaki dostluğun pekişmesi için, gereken her şeyin yapılacağına dair sözler verilmiştir. Bunun haricindeki, Sarkozy’nin ve dolayısı ile Fransa’nın AB içerisinde 1 numara olma hevesleri, Merkel tarafından fark edilmekle birlikte, dikkate alınmamıştır. Özellikle, AB Merkez Bankası, Kosova Problemi ve Türkiye konularında, Merkel ve kurmayları adres olarak tartışma yerinin Brüksel olduğunu, nazikçe göstermişlerdir Sarkozy’e. Bu açıdan, siyasi çevrelerde, Sarkozy’nin yönetim biçimi “provokatif” olarak tasvir edilmektedir.
İngiltere’de Yönetim değişikliğinden sonra, Blair’den görevi devralan Bronw’nın daha koltuğuna ısınamadan, öldürülen eski KGB ajanı Litvinenko olayı nedeniyle, bir İngiliz-Rus diplomasi savaşı içerisinde kalması, İngiltere’nin AB içerisinde zaten pek az olan etkisini, daha da geri plana itti.
Eski İngiltere başbakanı Tony Blair’in Ortadoğu da arabulucu rolüne atanmasına rağmen, AB’nin halen ortak bir ortadoğu planını yürürlüğe koyamaması, Kosova meselesinde, insiyatifi, Rusya, ABD ve diğer Balkan ülkelerine kaptırma tehlikesi, AB’nin önümüzdeki dönemde dış politika açısından oldukça gergin ve sıkıntılı bir döneme gireceğinin işaretidir. Özellikle Kosova meselesinde, Almanya’nın diretme ve zorlamalarına rağmen, hiç bir diğer üye ülkenin gönül rahatlığıyla, bir çözüme evet diyememesi, önemli dış politika meselelerinde, AB üyesi ülkelerin, yine kendi başlarına haraket edeceğinin ve ortak bir dış politika olmayacağının göstergesidir.
Almanya içerisindeki siyasi kavgada önümüzdeki dönem içerisinde Almanya’da ve AB içerisinde, dengeleri tekrar değiştirebilir. Almanya’daki büyük koalisyonu oluşturan partilerden, Sosyal Demokratlar, son altı ay içerisinde, gerek G8 zirvesi sırasında, gerekse AB Dönem başkanlığı sırasında, Alman kamu oyuna yansıtıldığı şekliyle, pozitif ve başarılı görülen bir performans sergileyen Merkel’in daha da güçlenmesinin önüne geçmek için koalisyonu bozup, tekrar bir erken seçim zorlayabilirler. Tabiki SPD’nin ilk hedefi seçime gitmeden mevcut parlamento içerisinde iktidar arayışları içerisine girebilir. SPD içerisindeki rahatsızlık, Schröder’in 2005 seçimlerini kaybettikten sonra partideki ve parlamentodaki bütün görevlerinden istifa edip, siyasetten çekilmesi ile kendisini gösterdi. Franz Müntefering, W.Platzcek ve nihayetinde Kurt Beck ile üç yıl içerisinde üçüncü genel başkan değişikliğine gidilmesi, bu rahatsızlığın en büyük göstergesi. SPD zaman zaman, koalisyonu bozma noktasına getiriyor, ancak bir türlü son adımı atamıyor. Bunu yaptığı anda, şu anda ortada gözüken, Almanya’da ortaya çıkabilecek iktidar değişikliği ihtimali, AB’nin planlarını ve startejilerini önemli ölçüde değiştirebilir.
AB’nin genişlemesi ve dolayısı ile Türkiye ile yapılan ortaklık müzakereleri, üye ülkeleri zaten bölmüş durumda. Yeni Fransa Başkanı Sarkozy, Merkel’in muhalefette iken ve Almanya Bavyera eyalet başbakanı Edmund Stoiber’in önerdiği, Türkiye’ye tam üyelik elbisesi haricinde bir elbise yakıştırma gayreti içerisine girmiştir. Ancak bu Sarkozy’nin bu gayretlerine, en beklenmedik cevap ise, şu sıralarda komisyon başkanı Barroso tarafından Brüksel’den verilmiştir. “Türkiye ile müzakereler başlamıştır. Bu bir proğram dahilinde devam edecektir” diye, Barroso Brüksel’in görüşlerini açıklamıştır. 2007 nin ikinci yarısında, eğer Türkiye, Avrupa’dan üyelikle ilgili beklenmedik destekler alırsa hiç şaşırmamak gerekir. Çünkü, Sarkozy’nin bu çıkışı, Almanya’da CDU’lu bazı federal parlamento milletvekilleri tarafından dahi benimsenmemiştir.
AB’nin belkide önümüzdeki dönem içerisinde uğraşacağı en önemli sorun, Kosova ve Balkanlardaki sorundur. AB Kosova sorununu Rusya ve ABD’yi kızdırmadan ve Balkanlarda oluşan şu anki siyasi dengeleri bozmadan çözmek zorunda. En azından, yeni çatışmaların önüne geçilmesi gerekiyor. Şu anda, enerji sektöründe, doğal gazda tamamen Rusya’ya bağımlı halde bulunan, başta Fransa ve Almanya olmak üzere, diğer Batı Avrupa devletleri, son iki yıldır alternatif yollar üzerinde kafa patlatmakta ve çözümler aramakatadırlar. Zaman zaman, Türkiye’nin üyelik tartışmaları çerçevesinde kamu oyunda, alternatif yol olarak, İran ve Türkmen doğalgazının, Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması önerilmekte. Türkiye, bu alternatif yol üzerinde kendi üzerine düşeni yapmış durumda. Seçim öncesi, tamamen sessiz sedasız bir şekilde İranla varılan Doğal Gaz anlaşması, dikkatleri bu yöne çevirmiştir. Ancak bu alternatif yolun, AB açısından uygulanabilirliğinin tek şartı, Balkanlarda ve Kosova’da etkin kalıcı çözümün sağlanması vebarışın hüküm sürmesidir. Burada AB üyesi ülkelerin ortak paydada ne kadar buluşabildikleri kadar, Türkiye’nin de Kosova sorununda ne kadar çok aktif rol alma isteği de çok önemlidir. AB içerisindeki, dış politika alanındaki uyumsuzluklar, ilerleyen zamanlarda, AB’nin Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar olan bir coğrafyada güven bunalımına girmesidirki, bunun sonuçlarına da her yönüyle, ne Fransa, ne de Almanya katlanabilir.