Bir gökyüzü kaldı yaslanmaya
O da boş bulunduğunda
Başarısından vurulur insan
Kuşlarla uçma yarışında
Güncel dilin derununda sihir var sanki. Pratiğin güçlü teori üzerinde ölçülmez bir erozyona sahip olduğu hayat içinden gözlemlenebilir. Postmodern dönemin karakterinin dünya vatandaşı üretme çabası, sessiz ve derin yürüyüşü ile ilerlemesini sürdürüyor.
Modern dönemin keskin tanımına karşı Postmodern algının ortaya koyduğu, çelişkiyi barışık görme misyonu, zevkler yoluyla her kültürde müşteri bulmada zorlanmıyor.
Pratiğin teoriye, sabırla ve eylemle yaklaşımı, değişimi gözden saklama becerisiyle sürerken, yeterli zaman sonra ortaya çıkan netice, kesintisiz çalışanın oluyor.
İslam dünyası ümmet bağını koparıp ulusçuluk tuzağına düşeli beri, hayat kaynağından uzaklaşıp uydu sürecine dahil oldu. Taklitle geçen sürede, avcısına aşık olma dönemi sonrası istilalarla karşılaştı.
İstila ortamında gerçeğe uyanmanın oluşturduğu körlükler, yanlış, çarpık realiteyi ve alışkanlıkları beraberinde getirdi.
Ateşli uyanan beldeler düşman karşısında buldular kendilerini ve ellerinde silah vardı. Yapılacak tek şey vardı, tetiğe basmak...
Onu yaptılar…
Düşman durakladığında yapılacak başka işler vardı, ama onların yapacağı artık, bildikleri tek iş vardı:
Tetiğe basmak!
Artık karşıdakinin kim olduğu da önemli değildi. Çünkü kardeş olgusu öyle küçülmüştü ki, minik bir köy olmuştu.
Kıtaları bütün coşkusuyla saran adalet ikliminin milleti, artık küçük bir köyden/meşrepten ibaret görüldüğünde, kimin silahını kime karşı tutuyorum, sorusu da geçersiz hale gelmiş olur.
Bu aşamadan sonrası stratejidir artık.
Ölenin boşluğu, ateş etmekte olanın mühimmatı pazarı ilgilendirmeye başlar.
Umutla, kardeşlik tavrı beklenilen ülkeler de ulus devlet hesabı ve davranışları içinde denge arayışına dahil olduğunda, rüya sisli bir vadiye düşer.
Kim kimi neden? Dost düşman hangisi?
Ya Kitap!?
Ne silahı tutan gazi, ne saldıran haktan yana, öyle bir zaman içindeyiz ki, aşkolsun adlandırana. Koasu aşan duruma ne ad verilecekse, işte onun kullanma zamanı gelmiştir.
Ya pelte gibi... Sessiz, kimseye iyilik bahsinde bulaşmayan, kendini dahi koruyamayan... Ya da gizli-aşikar diken gibi, kim yaklaşırsa acıya müstehap kılan...
Altını bakır yapmak az cehaletle olmaz.
Kitabı tek ve kısık gözle okumak, hayatla ölümü yer değiştirip sadakatı namluda aramak...
Az bir cehaletin gayretiyle oluşmaz, tarihin gümüş nehrini kurutmak ve geçmişsiz ve öfkeden başka ürün tanımamak...
Bu ilahi böyle değildi!
Dağlar, çöller ve denizler bilirken, ezbere söylerken bu besteyi... Söz bu değil name bu değil, bu korkak, sabırsız, bu geçmişsiz ve geleceksiz kakafoni bizim değildi.
Heyecansız, coşkusuz, en önemlisi adaletsiz, sevgisiz ve ahmak...
Oturan, yürüyen, koşan zararda. Ateşli uyumak, telaşla, korkuyla uyanmak, aklı ve kalbi bilinmez bir diyarda bırakmak...
Sisli bir vadide, kin dolu göğüsle ölüme müşteri arama, aynı anda müşteri olduğunu unutmak...
Zor günler geldiğinde, güzele dair ne varsa, neden göç eder birden? Yerine cahiliye ürünü ne varsa koşuşur iyiliğin boşluğuna.
Mezhep silah, etnik köken silah, toprak silah, petrol silah... Kararınca dünya...
Alabildiğine kirlendiğinde dünya, insan ak bir alınla nasıl ulaşabilir menzile?
Öte yandan...
Yağmur yağıyor kimsenin haberi yok. Hayat yerinde, mevsimler dönüyor habire. Nimet yağmurun diğer adı ve söz hikmete aç.
Yağmurdan başlayarak, sabra, duaya, alın terine, ahde, vefaya tutunarak sarp yokuşa tırmanmak...
İman ve umut iç içedir ve ayrılmaz.
Karanlığın en koyusu, yokuşun en kavisi gelsin, hayatın ve ölümün odağında duruyorsa Kitap ve çiğ damlasıyla hışırdıyorsa dua, soluk alıyorsa, rüyası ebetten ezele akan, ilahiyi söylemeye düş kuran yürek.