Acımasız hız, akıl almaz tüketim ve adaletin seyirci mekanına alınmasıyla bu dünyanın, aynı minval üzere seyrini sürdürmesi zor görünüyor. Yeni bir anlam yolculuğuna muhtaç dünya. Özünden değişime ihtiyaç duyuyor.
Çünkü insan yalnız.
Çünkü, insan insanı ilgilendirmiyor.
Hiç bir dönemde insan böylesine itibarsız kalmadı. Ve insan insanı dünyadan kovmak için, böylesine silahlanmadı.
Yeni bir dünya için yapılan bütün girişimler, yok oluşu hızlandıran türden. Daha çok kazanmak adına, “başarı”nın hayatın merkezine, şık put olarak dikilmesi sorun hanesini ilgilendiriyor. Günümüz insanı için her şey zehre dönüştü. Hakkı olmayan her şey onu zehirliyor, sayılmayacak kadar maddeye bağımlı, korkusunu gömecek mezar arıyor.
Yeni bir dünyanın imkanı, hala birbirini boğazlayan Müslümanların, idrakten uzak kaldıkları söylemde mündemiç. Havada, metalde, terazide, gözbebeğinde; hissedişte ve her işte; derinde ve yüzeyde saklı duran ve ihtiyaç olan o. İnsana şerefli olduğunu inandırıcı sesle ulaştıracak meram, önce alınan nefeste var olmayı hissetmek istiyor.
Doğruda tutarlı olmak ve herkes için, kurtuluşu bölmeden, katmanlara ayırmadan istemek öncelik taşır. Varlığın insana zimmetlendiğini hissetmek onur verici, aynı zamanda harekete geçirici bir durumdur. Sorumluluğun bir yük olmayıp haz veren, koruyucu, adalete götürücü bir dinamik olduğu anlaşıldığında, insan dizleri üzerine yükselmeye başlayabilir ancak.
Zimmet, mülke iki elle sarılmamayı ve göğse bastırmamayı gerekli kılar. Tek elle tutulmalı madde ve asıl sahibinin öngördüğü/bildirdiği yönde kullanıma sokulmalı. Varlığa ait ne varsa, bir sofra sorumluluğunda hissedilmeli.
Salih amel için sahih niyet esastır. İslam’da ne şahıs, ne de toplum bir başına çaresiz bırakılmıştır.
İslam medeniyetinde yeni bir icada veya işleyişe karar verileceği zaman, üçlü süzgeçten geçirilirdi:
Millete ne faydası var?
Devlete ne faydası var?
Başkasına zararı var mı?
Adına Sürdürülebilir Gelişme dedikleri ve bütün sihri kelimeye yükleyip, her şeyi güce ram edenlerin vahşi büyüme karşısındaki ilkeleri nelerdir diye sorulursa, alınacak cevabın pratikle ilgisi de yoktur. Modern gelişmenin alfabesinde insaf yabancı bir kelimedir ve hümanizm ikiyüzlülüğün aynasıdır.
İnsanı merkezde tutan, mutlu eden muhabbettir. Hamd hissiyle soluk almak ve vermek...
Muhabbet milyonlarca naylon ihtiyaç maddesine inanmakla oluşmaz. Biraz gökyüzü, sıcak toprak, azıcık su ve başak. İnsanın evrensel türküsü başak. Hepsiyle muhabbet ağı örerken, asılı unutmamak...
Muhabbet, insanın ipini içinden çıkarıp ördüğü en güçlü bağdır ve ucu sonsuzla uzar. Varlığın gizemi çözüldüğü an, muhabbetin kainatla birliktelikle paylaşılmaya durduğu demdir ki, bu ahvalde insan asla yalnız kalmaz, kendini kimsesiz hissetmez. Buluttan kardeşi olan, su ile selamlaşan, dağın işaretini alan nasıl yalnız kalabilir ki?
Ne büyük çelişkidir ki, yeni oluşan Müslüman elit gökdelenlerin gölgesinde gölgelenmeyi talep ederken, aynı şehrin varoşlarının çay ocaklarında muhabbetin demine eren hikmet yolcuları umudu, kor ateş maliyetiyle avuçluyorlar.
Anlatamadığımız asıl mesele de budur, bizim örneklerimizin kahır ekseriyeti, vitrinlerin uzağındadır. Ve bunları örnek yapan da ‘’talan var’’ dendiğinde yerinden ırgalanmayıp bir bardak çayın şükrünü eda edip edemeyeceğini düşünenlerdir.
Yeni bir dünya ancak, yeni bir insan kimyası ile mümkün.
Her şeye pervasız, ölçüsüz saldıran değil, yağmuru ve toprağı incittim mi diye düşünen insan...