Bu yazı yazıldığı sırada Başbakan Tayyip Erdoğan, Kahire Havaalanı'na inmek üzere. Kahire, Türkiye liderinin Mısır, Tunus ve Libya'ya gideceği, epey reklamı yapılan Arap Baharı turunun ilk durağı. Erdoğan'ın bilhassa devrim sonrası Mısır'a yaptığı ziyaret küresel medya tarafından yakından takip ediliyor.

Medya, Türkiye'nin Kudüs ile diplomatik ilişkileri koparmasının ve İsrail büyükelçisinin geçen hafta öfkeli bir kalabalığın elçilik binasına zorla girmesiyle Mısır'dan kaçmak zorunda kalmasının ardından yeni bir İsrail karşıtı koalisyonun ortaya çıktığını görme beklentisinde. Fakat Erdoğan Mısır'a, geçen yıl dokuz Gazze filosu aktivistinin öldürülmesine dair özür dilemeyi inatla reddeden "şımarık" İsrail'e sözlü saldırılarını tekrarlamak için gitmedi sadece. Dünyaya, bölgedeki en kuvvetli askerî güce karşı ayağa kalkmaya cesaret eden bir lider ve Mısırlılar ile diğer Arapların pek çoğunun kendi ülkelerinin izlemeye çalışması gereken bir örnek olarak gördüğü bir ülkenin başbakanı sıfatıyla, Arap dünyasında ne kadar popüler olduğunu göstermek de istiyor.

Bu yılın ocak ayında Arap Baharı'nın başlamasından beri bir model olarak Türkiye'ye dair pek çok şey söyleniyor. Basitleştirmeler konusunda uyarıda bulunan ve Türkiye ile despotlarından yeni yeni kurtulan Arap ülkeleri arasındaki derin farklılıkları vurgulayan analistlerle hemfikirim. Bugünün Türkiye'sini, sözgelimi 80 yıllık bir laik devlet kurumları tarihine sahip olmayan ülkelerde kopya edemeyeceğiniz doğru. Söz konusu tarih derin farklılıklardan sadece biri. Yine de, ülkelerini reforma tabi tutmayı isteyen her toplumsal kesimden birçok Arap'ın, Türkiye ve AKP'ye çok şey öğrenebilecekleri cazip örnekler olarak baktığı da hayatın gerçeği.

Beni ilgilendiren, Başbakan'ın Mısır'daki görüşmelerinde hangi Türkiye modelini teşvik ettiği. Kahire'deki resmî makamlar, Erdoğan'ın dünya medyasının kameraları önünde gösteriyi çalmasına izin vermeye hiç hevesli değildi. Bu yüzden Tahrir Meydanı'na gitmesine veya üniversitede kamuoyuna hitaben bir konuşma yapmasına izin vermediler. Velhasıl Erdoğan'ın söyledikleri kapalı kapılar ardında kaldı. Fakat hem şubatta devlet başkanı Mübarek'i deviren isyanın arkasındaki itici güç olan genç devrimcilerle hem de Mısır'a hükmeden askerî konseyin ihtiyar başkanı Mareşal Tantavi ile görüştüğünüzde, tek bir hikâyeye bağlı kalmanız pek kolay olmasa gerek.

Genç protestocular için günümüz Türkiye'si, laik bir devletin post-İslamcı bir muhafazakâr parti tarafından yönetildiği bir Müslüman ülke, bütün eksiklerine rağmen vatandaşların bütün diğer Arap ülkelerinden daha fazla bireysel özgürlükten yararlandığı başarılı bir ekonomi ve demokrasi mahiyetinde cazip bir örnek. Yeni Türkiye'ye dair bu algının AKP lideri tarafından da memnuniyetle karşılandığından eminim.

Fakat ortada eski bir Türkiye modeli de var ve Tantavi ve general mesaidaşlarının aklında olan model tam da bu. İktidarı Mübarek'ten aldılar ve seçimlerden sonra mevcut yetkilerini teslim etmeye niyetli olduklarına dair pek az işaret var. Bunun örneklerinden biri yeni Mısır anayasası. Önde gelen generaller, söz konusu belgenin orduya gelecekte gerekli gördüğü takdirde ülke yönetimine müdahale imkânı sağlayacak bazı maddeler içermesini beklediklerinin işaretini çoktan verdiler. On yıllar süren askerî vesayetin ardından ordunun siyasetteki rolünü daha yeni geriletmeyi başaran Türkler için kulağa tanıdık geliyor değil mi?

Erdoğan (elbette kapalı kapılar ardında) Mısırlı generallere siyasi heveslerinden vazgeçip görevin yeni sivil makamlarda olmasını kabul etmeleri yönünde uyarıda bulundu mu? Yoksa ordunun süregiden hakimiyetinden yaka silkmiş olan protestoculara başka, İsrail'e hayatı dar etmek için en azından kısa vadede işbirliği yapmak zorunda olduğu askerî muktedirlere başka mı konuştu?

İşte bu, yeni demokratların safında görülmek isteyen, fakat hâlâ iktidarda olan eski muhafızlarla iş yapması gereken Türk hükümetinin yüz yüze olduğu ikilemlerin örneklerinden sadece biri.


[email protected] 


Kaynak: Zaman