Richard Falk ve Phyllis Bennis
İsrail komandolarının Gazze’ye insani yardım taşıyan bir gemide dokuz kişiyi öldürüp pek çok kişiyi yaraladığı geçen yılki ölümcül filo hadisesi hakkında yayınlanan son BM raporu Eylül başında yayınlandı ve çokça tartışmaya yol açtı. Rapor İsrail’in Mavi Marmara’daki güç kullanımını ve gemide gözaltına alınan kişilere yaptığı muameleyi aşırı ve mantıksız buluyor. Adli tıp delillerinin en az yedi kişinin kafa veya göğüsten vurulduğuna, beş kişiye yakın mesafeden ateş edildiğine işaret ettiğini kabul ve itiraf ediyor ve İsrail’in dokuz kişiyi nasıl öldürdüğü hakkında hesap vermeyi reddettiğini teslim ediyor. Tel Aviv’e hadise sırasında hayatını kaybeden sekiz Türk ve bir Amerikalının ailelerine, ciddi şekilde yaralanan kişilere, hadise sonrasında İsrail’de gözaltındayken hırpalanan, kameraları, cep telefonları ve değerli eşyalarına el konulan yolculara tazminat ödeme çağrısı yapıyor.
Fevkalade dar tutulan soruşturma komisyonu güvenilirlikten yoksundur. Başındaki kişi eski Yeni Zellanda başbakanı ve uluslararası çevre hukuku uzmanı Geoffrey Palmer’di. Hayret-i muciptir, bağımsız diğer üyesi ise komisyon başkan yardımcısı olan Kolombiya eski devlet başkanıydı. Devlet başkanıyken Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları savunucularını fare olarak anan, İsrail’le mümkün olan en yakın şekilde ilişki kurma ve İsrail’i savunma arayışında olan İnsan hakları ihlalcisi Alvaro Uribe böylesi bir görev için son derece yakışıksız bir kişidir. Panelde Türkiye ve İsrail’in atadığı iki üye daha vardı ve her ikisi de rapora tarafgir muhalefet şerhi düştüler.
Dolayısıyla, dikkate şayan eksikliklerine rağmen, raporun İsrail politikalarına bilhassa da İsrail’in Filistin’le ilgili meseleleri ele alırken aşırı ve mantıksız güç kullanmaya iflah olmaz bağımlılığına yönelik eleştirileri halen onaylıyor olması hassaten önemlidir. Ancak Palmer Komisyonu uluslararası hukuk bakış açısından ciddi ölçüde kusurludur. Raporun en kayda değer bulgusu en tehlikeli ve hukuki bakımdan en şüpheli olanı şu hükmüdür: 2007 ortalarından bu yana yürürlükte olan İsrail’in Gazze ablukası, orada yaşayan 1.5 milyon insana ciddi şekilde zarar veriyor olmasına rağmen meşru müdafaa eylemidir.
Rapor, en başta Hamas bağlantılı Filistinli militanların İsrail’e fırlattığı yasa dışı roketler üzerinde kayda değer ölçüde duruyor ve “bu şiddet eylemlerini durdurmak, İsrail’in halkını koruması için gerekli bir adımdır” diye uygun bir şekilde kaydediyor. Fakat bu, koruyucu eyleme gerekçe oluştururken, uluslararası hukuka uygun geçerli bir meşru müdafaa iddiasına zemin oluşturmaz.
Rapor, 2009 Gazze saldırısından bu yana Hamas’ın tektaraflı olarak ateşkes uyguladığı gerçeğini büsbütün göz ardı ediyor. İsrail-Filistin arasında daha önce 2008 Temmuz’unda bir ateşkes ilan edilmiş ve roket saldırıları durmuştu ta ki İsrail aynı yılın Kasım ayında ölümcül Gazze saldırısıyla ateşkesi yok edip bunun sonrasında da 27 Aralık 2008’de Kurşun Dökme Operasyonunu başlatana dek. Palmer raporu, abluka ve güç kullanımının alternatifi olan bu ateşkeslerin konuyla ilgisini hesaba katmaksızın meşru müdafaa gibi merkezi bir meselede hukuki bakımdan ikna edici olamaz. “Ateşkes” kelimesinin 105 sayfalık belgede görülmemesi İsrail yanlıları hâriç raporun hiç kimseye inandırıcı gelmeyişinin nedenini de vurgular. İsrail, tesirli olduğunu göstermiş olan diplomasiyi denemek yerine tüm deniz taşıtlarının Gazze’ye ulaşmasını engelleyen, askeri kuşatma tesis eden, açık hava hapishanesi hükmünde işgal altında yaşayan kadın, çocuk erkek tüm Gazzelileri zalimce hapseden deniz ablukasına bel bağladı (Gazze nüfusunun yüzde 50’den fazlası 15 yaşın altındadır). Böylesi bir abluka, toplu cezalandırmanın devasa ve aralıksız süren bir örneğidir ki Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 33’ncü maddesinde tartışmasız bir şekilde yasaklanmıştır. Filonun ana amacı, vahim şekilde ihtiyaç duyulan insani yardım mallarını, tıbbi cihazları Gazze hastanelerine ve kliniklerine ulaştırmaktı. Fakat ikinci önemli amacı hukuk dışı ablukaya meydan okumak, kuşatmayı sonlandırmak ve Gazze halkının haklarını korumaktı. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesine göre her insan tekinin ülke içinde ve ülkeler arasında hareket özgürlüğü vardır ancak İsrail’in Gazze kuşatması dört yıldan daha fazla bir süredir Gazzelilerin bu kalabalık, fakirleştirilmiş topraklardan ayrılma hakkını ve yabancı ziyaretçilerin hatta aile üyelerinin Gazze’ye giriş hakkını inkâr ediyor. Tüm toprak sınırları kapalıyken ve BM, komşu devletler defalarca ama beyhude yere İsrail’e işgal altındaki halka karşı mükellefiyetlerini yerine getirmesi çağrısından fazlasını yapmaya gönülsüzlerken, filo hareketi Gazze kuşatmasının ve ablukasının cürüm teşkil ettiğini ifşa etmenin barışçıl ve güçlü bir yoluydu.
Hadisenin asli niteliğini gözden kaybetmemeliyiz. İsrail bir gece yarısı insani bir filoya uluslararası sularda denizden saldırdı; filodaki altı gemi uluslararası sulara açılmadan evvel içinde hiçbir silahın olmadığından emin olmak için bir dizi Avrupa ülkesinde liman yetkilileri ve polis tarafından incelendi ve limandan ayrılmalarından itibaren izlemeye alındılar. İsrail güvenliği adına saldırı düzenlenmesi ne makuldü ne de gerekliydi.
İsrail’in Gazze’deki çaresiz sivil halka karşı deniz ablukasına müsaade edilmesi - Palmer Komisyonunu savaş nedeni olarak kabul etmektedir – ve sonra BM tarafından bunun “yasal” diye kabul edilmesine bakınca, küre çapında hukukun üstünlüğü ve yeryüzünün en savunmasız ve en çok incitilen halkının esenliği adına üzücü bir gündür.
Kaynak: Kişisel blogu
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın