İnsan umutla yaşar. Sürekli daha iyi olacak duygusu olmasa insanın durumu zor. Daha güzel günlerin geleceğine olan inanç, yaşanılan zorluklara karşı direnç veriyor. Yaşı yarım yüzyılı bulanlar yaşayarak gördüler ki, dünya gittikçe daha yaşanmaz hale geliyor ve her doğan gün geçeni aratıyor.

Modern dönemin ulaşımı ve iletişimi hızlandırmasıyla güvenlik algısıyla birlikte insan psikolojisi de sarsıldı. Aileden ülkeye, oradan uluslararası ilişkilere yansıyan ilişkiler ağı tedirginlik üretiyor. Bir ülkeye ait sorunlarla başetmek, bu aşamada yeterli olmuyor.

Dünyanın yaşadığınız ülkeye bakışı, yaşanmakta olan sürecin getirileri ve değişen yapılar karşısında konumunuzun risk oranı ve buna bağlı olarak uzayıp giden sorunlar yumağı.

Bir ülkenin, küresel güçleri rahatsız edebilecek en küçük gelişme hamlesi, tehdit olarak değerlendiriliyor. Sonrasında rahatsızlığın oranı, nev’ine göre ‘çözüm’ler aşaması başlıyor. Genelde muhalefetle kurulan birliktelikler devreye koyularak, hükümetlerin terbiye edilmesi yöntemi işlevsel bulunur. Siyasi partiler, medya, sivil toplum kuruluşları ve kullanılmaya uygun ne kadar kişi, kurum, kuruluş varsa devreye alınır.

Kalabalıklar, çoğu kez, durumun farkında değildir. İşin başındakilerden kimileri de olayları hayırhah görebilir, ancak ortaklığı kotaran insanların yaşadıkları ülke ile ilişkileri izah edilebilir midir? Mesele budur.

Milli iradeden bahsedilecekse her ülkenin bir mahremi vardır ve insan hayatını sistematik yok etmeye yönelmedikçe, dış müdahalelere açık olmaz. Kimin ne üreteceğine ne kadar ve kime satacağına karar veren demokrat tabelalı faşist bir dünya ile karşı karşıyayız.

Ülkelerin üretimini planlayan, parasını sayan bir küresel anlayışın insafına kalan dünyanın güvencesini öncelikle o ülkenin muhalefeti oluşturuyorsa, kime, nasıl, ne söylenebilir? Bu nedenle ülkedeki büyük sermaye, desteğini dışardan alarak tabandan gelenleri bastırmaya yöneliyor ve bunu yaşam tarzının bir gereği olarak görüyor.

Sorunun, bundan ötürü de güvelikle ilişkili hale geldiğini söyleyebiliriz. Postmodern dönemin güçleri, en zıt kutupları mozaik bütünlüğünde bir araya getiriyorsa, orada ülke ve millet iradesinin yeni tanımlamalara ihtiyaç duyduğu aşikar hale gelmiştir.

Asya’da, Afrika’da ülke haritaları, bir süreç dahilinde yeniden ele alınıyor ve müdahil güçler yine ‘kurtarıcı’ misyonla, tasarımlarını icraata koyuyorlar.

Sadece sahneye bakanlar, görüntüyle sınırlı bir kanaate hapsoluyorlar. Senarist ve yönetmenin tarzı hesaba katıldığında, doku bütünlüğü içinde farklı versiyonlarla , “ önce sorun sonra çözüm” için devreye girme, yöntem olarak belirgin hale gelmiş oluyor.

Yaşanılır bir dünya tasarımı önce, dış müdahalelere karşı dokusu sağlam bir ülke olmaktan geçiyor. En basit tabiriyle, bir başka millete öykünmeden, ancak özeleştirisini ihmal etmeyen bir duruş...

İnsafın yürürlükten kaldırılmak istendiği bir vasatta, her erdemli insan için mücadele kaçınılmaz olur. Mücadele, insanın zulme uğramaması ve zulme meyletmemesi, iradesini kullanmasının önünde engellerin olmaması olarak karşımıza çıkıyor.

Sözün ve eylemin açık, anlaşılır ve hesap verebilir bir mecrada vatan bulması sonucunda zulmün ancak gerileyeceği de bilinen bir gerçek...